Ankara, İstanbul, İzmir gibi metropol şehirde büyümek, kimi zaman çok kolay kimi zamanda çok zordur. Ama bir gerçek var ki taşra da büyük adam olmak zor değil neredeyse imkânsızdır… Aslında mesele büyük adam olmayı istemek de değil, mesele bu şehirden büyük birilerinin çıkıp küçük insanlara el ayak olmasıdır… İlimizin yakın tarihine baktığımızda öyle çapı büyük adam neredeyse hiç yok denecek kadar az.

Ankara, İstanbul, İzmir gibi metropol şehirde büyümek, kimi zaman çok kolay kimi zamanda çok zordur. Ama bir gerçek var ki taşra da büyük adam olmak zor değil neredeyse imkânsızdır…
Aslında mesele büyük adam olmayı istemek de değil, mesele bu şehirden büyük birilerinin çıkıp küçük insanlara el ayak olmasıdır…
İlimizin yakın tarihine baktığımızda öyle çapı büyük adam neredeyse hiç yok denecek kadar az.
Bu şehir kendince öyle büyük adamlar (!) yetiştirdi ki şimdi o adamların isimleri hiç anılmaz oldu…
Küçük şehirde büyümek aniden olursa kaybolup gitmekte aniden oluyor!
Bir dönem burada da bir takım kimseler büyüdüler, büyüdüler, büyüdüler o kadar büyüdüler ki bu şehre sığmayıp başka şehirlerde de büyümeye kalktılar… Bu büyüme sadece maddi anlamda değil çevresel anlamda da oldu.
Sonra ne oldu?
Kimi bir daha şehre gelemez olurken kimi kendini başka kalıba sokup girdi bu şehre yeniden…
Şehir küçük olunca büyük adamda çıkmıyor, çıkanı da hemen laf, söz ve dedikodu ile alaşağı ediyorlar.
Bu şehir de o kadar çok büyük dedikodu kültürü gelişmiş ki başka kültürlere beyinlerde yer kalmamış!
Hal böyle olunca artık şehirde yüreği de çapı da büyük adam çıkmaz oldu. Kim bir adım ileri gitse hemen dedikodu başlıyor dedikodular da insanların yürekleri ve beyinleri kadar küçülmüş olmalı ki “daha dün açlıktan ağzı kokuyordu bugün paraya para demiyor, dün giyecek elbise bulamaz iken bugün Ankara İstanbul’da giyinmeye başladı, dün yürüyerek gezerken bugün neredeyse helikopter le şehre inecek” vs. vs. iftirası büyük anlamı küçük sözler o kadar uzayıp gidiyor ki insanlar neredeyse korkudan bir iş yapamaz hale getiriliyor.
Sonra kalkıp bu şehirde niye büyük adam çıkmıyor, iş yapan, hizmet üreten, memleket için yırtınan, verilen makamları ilin ve halkın çıkarı doğrultusunda kullanan, kısacası bürokrat çıkmıyor diye diz dövüp duruyoruz.
Bu sözleri uzatmak mümkün aslında siz çok daha değişik versiyonlarını biliyorsunuz ben kısaca örneklemek istedim. Ama kınayanların kınamasına aldırmadan, dedikoducuların iftirasına kulak kabartmadan çalışmaya üretmeye devam…
Bir hikaye ile bitirelim…
Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar.
Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser. Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.