Bugün geçmişte nasıl kurulduğunu, ne şekilde ve neyin karşılığında ortadan kaldırıldığını, Türkiye’nin ve İsmet İnönü’nün Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi olan Köy enstitülerini yazacaktım. Fakat gündem o kadar çabuk ve enteresan şekilde değişiyor ki, adeta başımız dönüyor.
Yine başımıza çözümü çok basit ve başımızı ağrıtacak olayların ortasında buluveriyoruz kendimizi. Planlı ve kimlerin çıkarı olacağı ve olabileceği bir cinayetle karşı karşıyayız, Kaşıkçı olayı.
Çok basit evlenme işlerinin ABD’de yapılabilme olasılığı varken nedense adam bir plan dâhilinde Türkiye’ye havale ediliyor ve Suudi konsolosluğuna yürüyerek giriyor, buhar olup bir daha dışarı çıkmıyor.
Bu olayın failinin çözümü ve aydınlatılmasının da Türkiye’ye havale edilmesi manidar değil mi?
Türk istihbaratı da, muhtemelen konsoloslukta işlenen cinayetin ipuçlarını Belgrat ormanlarında arıyor. Tam komedi ve trajedi. Bu arada emperyalistin acımasız ağası ABD balıklamasına ortaya atlayarak devreye girip, belki de kendi yararına gelişecek olaydan kendisinin nasıl bir çıkarının olacağının hesabını yaparken, zaten ilişkilerin pek te iyi olmayan Krallıkla Türkiye’nin arasındaki pamuk ipliğinin gerilmesine sebep oluyor.
Seyredelim bakalım netice nereye varacak, varacağı yer bellide yine de saf saf konsolosluk bacalarına bakalım, adam duman olup bacadan uçmuş olabilir!
Şimdi gelelim kendi konumuza, Köy enstitüleri hikâyesine. Köy enstitüleri, 17 Nisan 1940 yılında 3803 sayılı yasayla açılan eğitim kurumlarıdır. Bu kuruluş tamamen Türkiye Cumhuriyeti ve İsmet İnönü’ye ait bir özgüdür. Fakat daha önce Atatürk’ün İsmet Paşa’ya ve hatta Celal Bayar’a bu okullar hakkında bilgi verdiği söylenir, fakat ben yazılı herhangi bir belgeye rastlamadım.
Esas temelinin 1936’da atıldığını söyleyenler var. Doğrudur da. Çünkü Atatürk gibi bir dehanın böyle bir projeyi düşünmemesi mümkün değil gibi geliyor bana.
Yalnız şunu iyi bilmek gerekir ki, harpten çıkmış, okuma ve yazma oranı çok düşük olan ve sanatkârın olmadığı bir ülke için çok büyük bir fırsat ve hatta kurulduğu yıllardaki tempo ve hızla devam etmiş olsaydı, bugün Türkiye çok başka bir kulvarda olabilirdi deniyor.
Edirne, İzmir, Eskişehir’de daha önce açılmış öğretmen okulları vardı. Fakat öğretmen açığı çok olduğu için yeterli değildi. H. Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığını üstlendikten sonra daha da genişletilerek, 17 tane daha açıldı ve Hakkı Tonguç Genel Müdürlüğüne getirilerek ilavelerle sayısı 21’e ulaştı.
1953 yılına kadar devam eden eğitim süresinde bin 398 kadın, 15 bin 943 erkek olmak üzere 17 bin 341 öğretmen diploma alarak eğitim camiasına büyük hizmetler ettiler.
Bu okullarda hem nazarı ve hem tatbiki olarak çiftçilikten köy el sanatlarına, inşaat tekniğine kadar bütün sanat ve kültür derslerini alan gençler, köylerine döner dönmez kendi okullarını, köy yollarını ve hayvancılıkla ilgili bilgileri köylerine götürmekle kalmayıp, bizzat kendi ihtiyaçlarını karşılayacak işletmeler kurarak halkına örnek olmuşlardır. Hatta bunların içinde büyük edebiyatçılar ve yazarlarda çıkmıştır. Mesela Yaşar Kemal, Fakir Baykurt ve niceleri.
Köylerine dönen gençlerin yaptığı okullarda bugün ayakta kalan ve korunan var mıdır bilmiyorum. Ben de o gençlerin yaptığı okulların birinde ilkokulu bitirdim. Gayet planlı, gayet çekici bir yapısı vardı. Hala o okulun özlemini çekerim. Bugün orada ne köy var, ne de o güzelim okul var, tarihi bir yapı olan okulları koruyamadık.
Köy Enstitülerinden mezun olup Kırşehir’de yıllarca başarıyla eğitim veren nice öğretmenleri tanıyorum. Onların çabaları, emeklerini kim nasıl unutabilir ki?
Bu öğretmenlerin işi siyaset yapmak, siyasetçilerin arkasında takla atmak değil, başarılı öğrenci yetiştirmekti. Bu başarılı öğrencilerle ülkenin daha iyi yönetilerek kalkınmasına ve gelişmesine katkı sunmaktı.
Kırşehir’de bu öğretmenlerin yetiştirdiği ve ülke yönetiminde üst kademelerde görev yaptığını bilen bilir.
İşte Köy Enstitülerinin açılmasına önderlik eden İsmet İnönü’ye cenazesini kaldırttılar. İkinci Dünya harbinden sonra galip çıkan Rusya’nın, karşılığında Ardahan’ı istemesi ve boğazlarda geçiş hakkını talep etmesiyle, tekrar bir harbe girmeyi göze alamayan (alamazdı da zaten) İnönü ABD’den yardım istemek mecburiyetinde kalınca, Kore’ye asker göndermekle beraber Köy Enstitülerinin kapatılmasını şart koştu. Çünkü bu okullarda komünizm propagandası yapıldığını ileri sürüyordu.
Esasında öyle bir şey olmamasına rağmen bazı ders uygulamalarında benzerlik vardı. Fakat ABD’nin derdi o değil, çok çabuk kalkınacağını düşündüğü Türkiye’nin önünü kesmekti.
Bugün dahi eğitim sistemimizin geldiği yerde, o günkü uygulamaların etkisinin olmadığını düşünmemek mümkün değil.
Buna benzer bir uygulamanın Arjantin’de olduğunu söylemişti bir Arjantinli arkadaşım ve hatta örneğinin Türkiye’den alındığından bahsetmişti.
Şimdi ki gençlerimize bakıyorum da, üzülmemek için kendi kendime gülüyorum. Gülmek deşarj olmama yardımcı oluyor. Siz de kendi kendinize gülerek deşarj olabilirsiniz, fakat bunu kimsenin görmediği ıssız yerlerde yapın. Yoksa kelleyi sıyırttığınızı düşünerek sizi mühürlerler. Bu devirde mührün izi öyle kolay kolay çıkmıyor!..