Geçtiğimiz hafta komşu Suriye’de rejim saldırıları sonucu 34 fidanımızı, kahraman askerimizi daha şehit vermenin üzüntüsünü yaşadık.
Çok üzgünüm, sözün bittiği yerdeyiz.
Regaip Kandili’ni idrak ettiğimiz mübarek bir gecede aldığımız Mehmetçiklerimizin şehit edildiğine ilişkin haber, yüreklerimizi yaktı.
Allah Türk Silahlı Kuvvetleri'ni korusun ve güç versin.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar, milletimize sabırlar diliyorum.
Öylesine üzgünüm ki kalemim yazmıyor, aklıma bir şey gelmiyor.
Ülke olarak dost ve komşu bildiklerimizden yediğimiz darbelerin bir yenisini daha gördük.
Evet, geçtiğimiz hafta bir vesileyle yine Konya’daydım.
Bu güzel ilimizde gelenek ve göreneklerimizin hâlâ yaşandığını ve yaşatıldığını görmek beni oldukça mutlu etti.
Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapan, Anadolu’nun sanayi, turizm ve üniversite şehri Konya’da Selçuklu’dan Osmanlı’ya sürüp gelen ve unutturulmayan “Şivlilik geleneği”nin sanki bir bayram arifesi gibi kutlandığına şahitlik ettim.
Kızlı-erkekli çocuk ve gençler bu etkinliklerde yer aldılar.
Şivlilik, Konya’da Hicri takvime göre üç ayların başlangıcı olan Recep ayının ilk perşembesini cumaya bağlayan gecede ve Regaip Kandili sabahı çocuklarca yapılan kandil kutlama geleneğinin adıdır.
Konya’da bu güne “ilk namaz” da denirmiş.
Çok eski yıllarda kandilden bir hafta önce çocuklar, gece sokağa çıkarak bu günün geleceğini trampetlerle, kavallarla, fenerlerle mahalle mahalle dolaşarak haber verirlermiş. Fenerini alan çocuklar sokağa çıkar, yol ortasına gerilen ipe fenerlerini asarlar, bütün dükkânlar rengârenk, irili ufaklı karpuz, davul, sünme, kuyruklu ismi verilen kâğıt fenerlerle, mumlarla donatılırmış. Çocuklar yakılan ateşin etrafında halka olur ve fener alayına katılırlarmış.
Regaip gecesinin sabahı ellerine birer torba alan çocuklar kapıları çalarak içeriye girerler;
“Şivli şivli şişirmiş,
Erken kalkan pişirmiş,
İki çörek bir börek,
Bize şivlilik gerek.
Şivliliiiiik…” diye bağrışırlarmış.
Ev sahipleri önceden hazırlanan kuru üzüm, leblebi, incir, iğde, kötfür, ceviz gibi çerezlerden ve şekerlemelerden çocuklara dağıtırlarmış.
Aynı gün, hemen her evde, yağda kızartılmış mayalı hamurdan bizim Kırşehir’de “çığırtma” diye adlandırdığımız “pişi” yapılır ve yufkaların arasına konurmuş. Buna pekmezle yapılmış un helvası ilave edildiği de olurmuş. Pişiler komşulara da dağıtılırmış.
Çocukların hatırlandığı, mutlu edildiği şivlilik, aynı zamanda birlik ve beraberlik duygularının pekiştirildiği bir gelenek olarak geçmişten günümüze hâlâ varlığını sürdürüyor.
Ne güzel âdet ve geleneklerimiz vardı. Hepsi birer birer unutuldu, unutturuldu maalesef.
Bugün bunları ne yazık ki tek tek kaybediyor, gelecek kuşaklara aktaramıyoruz.
Türk sosyal hayatına yön veren geleneklerimiz, kültürümüz köklü bir tarihe dayanıyor ve modern çağa direniyor. Her biri yardımseverlik, dayanışma, ihtiyacı olanlara el uzatma, kibarlık gibi erdemler barındıran bu tür geleneklerin çoğunu kaybettik.
Konya’daki bu şivlilik geleneğini ben de bizzat ilk kez gördüm ve tanık oldum. Tabi, bu geleneği görünce anılarım beni Kırşehir’deki çocukluk yıllarıma götürdü.
Bundan 50 yıl öncesine kadar Kırşehir gibi Anadolu’nun pek çok şehrinde, ilçesinde ve köyünde Şubat ayı içerisinde başlayan baharın müjdecisi, kardelen ve çiğdemlerin topraktan filizlenerek doğayla buluşması, koyun ve keçilerin yavrulama mevsimi olması nedeniyle “Saya gezmeleri” yapılırdı.
Ekim ayı içinde koç katımı yapılırdı. Bu tarihten Şubat ayının sonuna kadar gün gün sayarlar beş ayın ardından koyun ve keçiler yavrulardı. Bu günde adına saya gezmesi denilen eğlence yapılırdı. İşte bu gezmelerin nedeni yazın gelmesini, hayvanların yavrulamasını, doğaya salıverilmesini müjdelemekti.
Köylerimizde Şubat ayına girildikten sonra köy sakinlerinden 15-20 kişinin organize etiği Saya gezmeleri akşam yemeğinden sonra başlardı.
Sayacı başı olan kişiye büyük beden bir elbise giydirilir, giydiği elbisenin içine çul-çaput doldurularak şişman hâle getirilir, yünden sakal, bıyık yapılır, belindeki palaskaya da büyük bir çan bağlanarak oynatılırdı.
Sayacı başının yanında bir erkeğe de kadın elbisesi giydirilir ve gelin rolünde olurdu. Ayrıca bir erkeğin de eli yüzü sobanın külünden alınan isle boyanır ve zenci hâle getirilirdi.
Sayacı başı rol gereği yanındaki gelini etrafındakilerden korumak için büyük mücadele verir ve ziyaret ettikleri bir evin önünde bayılır düşerdi.
Diğer gruplar, sayacı başını ayağa kaldırmak için gelini ortaya alırlar, kaşıkla bir süre oynatarak hep birlikte Kırşehirli hemşerimiz tarihçi Prof. Dr. İlhan Şahin’in anasından dinlediği ve bana aktardığı şu maniyi söylerlerdi:

“Saya saya sallı bey
Dört ayağı nallı bey
Saya geldi gördün mü?
Selam verdi duydun mu?
Karabaş koyunu verdin mi?
Dam üstünde bulunduruk
Geze geze yorulduk
Yağ veren ablanın
Altın başlı oğlu olsun
Keş veren ablanın
Kel başlı oğlu olsun
Kırklığı aldım elime
Kırktım kırpık belini
Anaları da aldı mı dölünü
Bir’in bin olsun
Sayacı geliyor sayacıya
İnci boncuk takılsın
Sayacının karısına
Karası kına diye yakılsın…”

Bu Saya gezmelerinin yapıldığı yıllarda Anadolu’nun tüm köylerinde her köyde en az 5 koyun sürüsünün olduğunu biliyoruz. Her sürüde en az 300 koyun ve keçi olurdu.
O yıllarda gelenek hâlinde kutlanan Saya gezmelerinde köyün ileri gelenleri, muhabbet ehilleri ve gençleri köy meydanında toplanarak yapılacak Saya gezmesinin programını ayarlarlardı.
Asla büyüklerinin sözlerinden çıkmazlar, onların direktiflerini harfiyen yerine getirirlerdi.
Davullu-zurnalı yoksa teneke çalan gruplar oyunlar oynar, halaylar çeker, alkış, nara ve deh deh sesleriyle köy sokaklarını karda kışta düşe kalka dolaşırlar, ziyaret ettikleri evlerden aldıkları bulgur ve tereyağlarını toplarlar ailelere teşekkür ederek yeni senenin hayırlar getirmesini dilerlerdi.
Saya gezmeleri tamamlandıktan sonra köy meydanında ateşler yakarlar, sinsin oyunu oynarlardı.
Sinsin oyunu yiğitlik, mertlik anlamına gelirdi. Sinsin ateşinin etrafında oynayarak, mendil sallayarak dolaşanlar kenara çekilir, diğer arkadaşları sinsine dâhil olurlardı.
Daha sonra gecenin ilerleyen saatlerinde sayacılar topladıkları bulguru, tereyağı ve sızgıt eti ile pişirirler ve hep birlikte bir evde yerlerdi. Eğlenceleri sabaha kadar güle oynaya devam ederdi.
Ertesi gün köylülerin ağıllarında koyun-keçi, kuzu-oğlak sesi birbirine karışır, insanlar sevinirlerdi. Zira artık koyun ve keçiler yavrulamaya başlamışlardı. Bu tabiat olayı da baharın müjdecisi olarak kabul edilirdi.
Türk kültür geleneğinden gelen Saya gezmeleri de ne yazık ki bugün artık unutuldu, bugünkü yeni nesil bilmez bile.
Ne yazık ki her şeyimizde olduğu gibi bu Saya gezmeleri de teknolojiye yenik düştü.
Eski yıllarda televizyon ve bilgisayarın olmadığı devirlerde köy odalarında gerçekleştirilen yarenlikler yapılırdı.
Bizim Helebeşçiler gecesi de Kırşehir kültürünü yansıtan unutulmayan etkinliklerden birisiydi. Şimdi Helebişçiliği görmüş yaşamış kaç kişi kaldı Kırşehir’de?
Yine Kırşehir’in en önemli geleneklerinden birisi de Hıdırellez günleriydi. Her yıl 6 Mayıs’ta kutlanmaya başlayan Hıdırellez Kırşehirliler için çok şey ifade ederdi. Kırşehirliler Hıdırellez’de eğlenceler düzenlerlerdi kadınlı-erkekli. İkizarası, Ökse, Üçgöz gibi Kırşehir’in pek çok mesire yeri Hıdırelleze ev sahipliği yapardı. Şimdi ne İkizarası ne Ökse ne Üçgöz kaldı, ne de Hıdırellez eğlencesi yapanlar.
İşte unutulmuş, günümüzdeki pek çok insanın bilmediği Saya gezmeleri geleneğinden anılarımda kalan bu güzel yaşanmışlıkları siz değerli okuyucularımla paylaşmak istedim.