“Yalan, tohumdur. Bire kırk verir.

 

“Yalan, tohumdur. Bire kırk verir. Verdiği kırkın her biri bir tohumdur ki, o da bire kırk verir.

Bilgi de tohumdur. Bire yüz verir. Verdiği yüzün her biri bir tohumdur ki; sana bilgelik, torunlarına da ilham verir.

Zekâ, sudur; tohumları yeşertir. Yalanı da, bilgiyi de.

Yetenek, topraktır. Ne ekersen onu biçersin. Ekmezsen üzerinde ayrık otları biter.

Emek, güneştir. Tohuma da, suya da, toprağa da hayat verir.

Kader, çadırındaki kilim gibidir. İpliğini ulu “Manitu” verir, sen dokursun. Deseni sendendir, renkleri Tanrı'dan.

Şans, doğal gübredir. Affedersiniz, b.ktan bir şeydir yani. Ne zaman, nereye düşeceği belli olmaz. Kilimine düşerse kirletir. Desenini değiştirir. Her şeyi b.k eder. Oysa toprağına düşerse besler.”

Arşivimde “bir Kızılderili kitabesinden” diye not etmişim. “Tanrı, manrı hak getire”, bildiğin yontulmuş odunu tanrı bellemiş, ona tapınıyorlardı belki de. Ancak bilgelik dolu sözleri okuduğumda hayranlık duymuş, not etmişim. Bugün yaşadıklarımıza bir de bu özlü sözlerin ışığında bakalım istedim.

On yılı aşkın bir süredir şans yaver gitti. Her tuttuğu altın oldu neredeyse. Rüzgâr tersine döndüğünde tüm medya emrinde idi, otoriteyi eleştirebilecek neredeyse tüm kalemler kontrol altında idi. Bunlar da ekmeğini yedikleri lehinde kamuoyu oluşturmak için her yolu geçerli gördüler, sıkılmadan, utanmadan, korkmadan kullandılar. Gözümüzün içine baka baka “iyi olursa ustadan, kötü olursa çıraktan” dediler. Birçok felaket yaşadık, görmezden geldi “alo fatih medyası”... Ama bir gün… Soma’da üstelik birkaç kez “kaza geliyorum” dedi, dinleyen olmadı. “Şans” bu sefer yaver gitmedi, ihmalin ve umursamazlığın faturası resmi açıklamalara göre 301 cana çıktı. Ne zaman, nerede karşımıza nasıl çıkacağı belli olmayan “şans” ile bu şekilde yüzleştik. Hayat kilimine düştü, berbat etti…

İlk akla gelen “kader”di… “Madencinin yazgısıdır”, “Takdir-i ilahîdir”, “Ne gelirse Hak’tandır” diyerek “kader”e yıkmaya kalktılar bütün suçu. Oysa ihtiraslarına gem vuramayan, çok kazanma arzularına yenik düşmüş, vatandaşın “ensesine vur, lokmasını al” kolaycılığındakiler “işbilir” diye alkışlanmış, “yetmez ama evet” diyerek baş tacı edilmişti. İşlerinde “aklı, bilimi” rehber edinenlerin yerine “ayaklar baş, başlar ayak” yapıldığı için belki de, günahsız (resmi rakamlara göre) 301 canın, tüm uyarılara, emarelere, denetimlere karşın “can güvenliği” sağlanamamıştı. Tanrı’nın verdiği akıl kullanılamadığı gibi, dünyadaki benzer işleri yapanların ürettiği çözümler de görmezden gelinmişti. Dokunulan hayat kiliminin desenleri Tanrı’nın verdiği iplikler kadar özenle seçilmemişti…

Bilgiye, zekâya, yeteneğe hayat veren emek görmezden gelinmişti. Emek hırsızlarının yalanlarını, pervasızlığını, acımasızlığını gören, fark eden oldu. Sermayenin emrindeki siyasetin körlüğü kötü niyetin korunmasını, fahiş hataların görmezden gelinmesini sağladı. Alınteri ile hayatlarını kazanmaya çalışanlar, kazandırdıklarının zekâtına bile layık görülmediler. Bu Ramazan’da aramızda yoklar, koca emek havuzunda çırpınan emekçiler arasında 301 canın yokluğunun farkında olan da çok değil.

Yetenek göz ardı edildi. “İltimas ve iltizam kaldırılacak”(adam kayırma ve rüşvet kaldırılacak) diyen Tanzimat Fermanının üzerinden neredeyse iki yüz yıl geçti. Bunları kaldırmak bunca zaman başarılamadı, adam kayırma ve rüşvet akıllara durgunluk verecek düzeye erişti. Kurallar vardı, uygulayacak yetenek yoktu, uygulanmadı. Uygulamayı denetleyecek kurumlar vardı, denetleme hevesleri ve yetenekleri yoktu, denetleyemediler. Görevlerini eksiksiz yaptıkları konusunda hâlâ tereddütler var. Toprağın binlerce metre altında dökülen alın terinin yüzde birini akıtacak yetenek sahibi sorumlular yeryüzünde olmadığı için 301 ocak yangın yeri...

Bilmeyen yoktu. Bilgi her yerde idi. İşçi de, işveren de, hükümet de biliyordu. Yürütmesiyle, yasamasıyla, yargısıyla devlet de ne yapılması gerektiğine ilişkin bilgiye sahipti. Bilgiyi kullanacak zekâ varsa da, niyet yoktu. Birilerinin işine gelmiyordu, maliyeti artırıyordu, bilgi kullanılmadı. Zekâyı bilgiyi uygulamaya koyacak şekilde kullanacak ya da kullanacakları yüreklendirecek ya da zorlayacak irade de yoktu. Bilgi boynu bükük kaldı. Bilge ataların ilham dolu torunları olmadı, ocaklara ateş düştü, yürekler yangın yeri oldu.

Allah’ın verdiği akıl da, zekâ da bilgiyi yeşertecek, geliştirecek şekilde değil de yalanı, yanlışı, haramı bereketlendirecek şekilde kullanıldı. Kullananlar alkışlandı. Yalan yalanı, yanlış yanlışı, haram daha fazla haramı getirdi. Yıllardır devlet tarafından açık işletme olarak işletilen ve sıfır can kaybı ile çalıştırılan maden sahası, maliyeti azaltmak için yer altı maden ocağına dönüştürüldü. Yetkililer itiraz etmedi. Titizlikle denetlemedi. Kaza riski, kaza tehlikesine, tehlike de gerçeğe dönüştü.

Bu bir özeleştiridir ve yapılmalıdır. Sadece Soma için değil, tüm kazalar, kayıplar ve olaylar için yapılmalıdır. Her konuda bu tür özeleştirilere, “alınan dersler”e ihtiyaç vardır. Deprem, trafik terörü gibi belirgin risk alanları yanında gıda güvenliğinden ilaç denetimine, doğanın kirletilmesinden yok edilmesine, eğitimden sağlığa birçok konu “pimi çekilmiş el bombası” gibi bir kenarda duruyor.

Deprem riski yüksek bölgelerde “imar çılgınlığı”, verilen on yedi binin üzerindeki cana karşın pervasızca devam ettirildiği herkesin bildiği bir konudur. Türkiye’nin deprem riski en yüksek bölgesinde yaşayan nüfus on milyonun üzerindedir. Bunun yanı sıra bu bölgenin Türkiye sanayisinin ve ticaretinin yüzde altmışını içinde barındırıyor olması ürkütücüdür. Bu durumu değiştirecek gerçekçi önlemler alınmıyor olması da ayrı bir endişe ve ayrı bir yazı konusu…

“Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” diyecek kadar deneyimli bir toplumun “iş başa geldikten sonra çare aramayı önlem olarak görmesi” kolaycılığından kurtulması gerekir. Bu yazıya ilham verecek özlü bir deyişi yaratan Kızılderili kabilesinden daha köklü ve esaslı yönetim deneyimi olan bir milletin başka acılar yaşamaması yönetenlerin elindedir ve iki cihanda da hesaba çekilecekleri öncelikli sorumluluklarıdır.

Önlem alınmadığı için kaybedilen binlerce cana, yakın zamanda eklenen 301 canın ve ekleneceklerin “kul hakkı”nı (bugün birçok konuda olduğu gibi) biz unutsak da Yaradan unutmayacak, er veya geç sorumluların önüne koyacaktır. Önemli olan bu kayıpların yaşanmaması için gerekenlerin zamanında yapılması ve her türlü engellemeye karşın toplumsal duyarlılığın sürdürülmesidir.