Lükse düşkünlük veya lüks yaşıyor imajı vermek, acaba yıllardır aşağılanmanın hor ve hakir görülmenin verdiği bir sosyal tepki midir, yoksa bende varım gibi bir düşüncenin ispatı mıdır? Elbette her fert rahat ve huzurlu bir yaşam arzular, ama borçlanarak veya başkasının yardımıyla değil. Türkiye kazanmadan harcamanın sıkıntısını çekmeye alışmış görüntüsüne harmanlanmış, oturmuş bir kültürün yozlaştığının ispatını göstermektedir.

Lükse düşkünlük veya lüks yaşıyor imajı vermek, acaba yıllardır aşağılanmanın hor ve hakir görülmenin verdiği bir sosyal tepki midir, yoksa bende varım gibi bir düşüncenin ispatı mıdır?
Elbette her fert rahat ve huzurlu bir yaşam arzular, ama borçlanarak veya başkasının yardımıyla değil. Türkiye kazanmadan harcamanın sıkıntısını çekmeye alışmış görüntüsüne harmanlanmış, oturmuş bir kültürün yozlaştığının ispatını göstermektedir.
Çok lüks yaşamak, çok daha harcamayla mı olur, yoksa günlük yaşamımızı alın teri ve helal yoldan kazanılan parayla mı daha basit ve kolay bir yaşam programı sürdürmekle mi olur.
Evet, lüks yaşamanın bir faturası vardır, bunun henüz seçimini ve hesabını yapamamışız toplum olarak. Gelirinden fazla harcamayla daha lüks yaşayana ayak uydurmaya çalışmak, bir yerde yolun tıkanacağını hesaplayamamak, ileri yaşamlarda illegal yollarda giderin telafisine teşebbüse zorlar.
Kırşehir’e bir bakalım, etrafımıza bir bakalım bu gibilerin sayıların ne kadar çok olduğunu göreceksiniz.
Geliri giderini karşılamayan, ancak lüks yaşamaktan geri de kalmayan Kırşehir’de niceleri vardır.
Kırşehir’de herkes bilir, “ayağını yorganına göre uzatmak”…
Kim ayağını yorganına göre uzatacak ki?
Bir de şu var Kırşehir’de, dün açlıktan nefesi kokan, elinde üç-beş kuruşu olmayan, ya da kendi yağıyla kavrulan bir takım insanların bugün nasıl köşe dönüp lüks konutlarda, lüks otomobillerde şehirde tur atıyor.
Tabi bunları görünce nasıl oldu, nasıl bu hale geldi, soruları insanların kafasını kurcalaya dursun, “bu adamlar demek ki işi biliyor, malı götürüyor!” deniyor, ama ne yazık ki el üstünde tutulabiliyor.
Bu durumu böyle algılayıp, böyle yorumlayanlar olduğu sürece, aynı yoldan gideceklere de fırsat verecektir bence.
Neyse burjuva toplumlarda geleceğini garanti olarak görmemek, günün yaşam koşullarına ayak uydurmak yerine, etrafına caka satarak kendini ispata çalışmak, elbette bazı külfetler yükler insanlara.
Çabuk köşe olma ticareti zihniyeti taşıyan esnaf, ileriki zamanlarda daha rahat bir yaşam sürdüreceğini düşünmesi, eğitimini almadığı bir işi yapıyor demektir. Yoğurdu yerken sütün geldiği yerin ayağını kırmayan, işini bilen tüccarın akıllısıdır.
Birçok insanın doğası incelendiği zaman ortak yönlerinin çok olduğu görülür. İnsanlar kendi ruhlarını dinlediği kaprissiz ve gerektiği gibi kullanılırsa daha doğruya ulaşması ve yaşamın kolaylaşmasını sağlar. Sabırla gönlü kontrol altına almak çok gayret ve zahmet isteyen mücadele türüdür.
Akıl gönlün hizmetçisidir, gönül ne isterse beyin(yani akıl)ona odaklanır ve programlanır. Beyini yönlendirmek, kültürel alt yapıya sahip olmak yetmeyebilir. Fakat bulunulan ortamın çok kültürel renkliliği ve gelir seviyesinin dengesizliği, üstünlük rekabetine yol acar. Her türlü rekabet külfeti ve ikiliği artırır.
Toplu yaşamın en önemli unsurunda bir tanesi de, dengeli gelir seviyesidir. Paylaşımı seven ve hoşgörüyü benimseyen bir toplumun her zaman huzurlu bir yaşam sürdüreceğinin bilincine ulaşması çok önemlidir. Paylaşım deyince her kez veya çalışan kimsenin, çalışmayan tembel kimselerle paylaşması değildir. İslam dini ve İslami yaşam tam buna uygun bir yaşam stilini birçok ayetlerinde zikreder. Şu gerçeği de göz ardı etmemek lazım, fazla sosyal beklenti insanları tembelliğe yönlendirir. Kolay yaşama alışık toplumu felakete ve etnik gruplaşmaya sürükler.
Kadercilikle toplumu yönlendirmenin neticesini, etrafımıza bakarsak mübalağasız değerlendirebiliriz.