2020 yılının ilk ayını da geride bırakıyoruz.
Ocak ayı soğuk ve ayaz geçiyor, eskisi gibi Kırşehir’e nedense şöyle doyasıya bir kar yağmıyor.
İki gün kar şöyle bir tozuttu, yerler ağardı, eridi gitti.
Mevsim kış, geceler uzun, sabahın sekizi oldu, gün yeni ağardı...
Yaşadığım, çocukluğumun geçtiği, her şeyimi ona borçlu olduğum Kırşehir’de güne merhaba diyorum bugün.
Soğuk havada bir arkadaşımızın babasının cenazesine katılıyor ve eve dönüyorum. Tam ısınmaya başladığım saatlerde Elazığ ve Malatya’da şiddetli bir deprem olduğu haberiyle sarsılıyor ve üzülüyorum.
Dua ediyorum inşallah can kaybı fazla olmaz diyorum.
Türkiye olarak deprem kuşağı bir ülkesiyiz ve depremle yaşamak durumundayız. Ama hiç ders almıyoruz nedense.
Büyük illerde devasa gökdelenler yapılıyor, Kırşehir’de de 10 katlı binalar inşa ediliyor. Hiç kimse deprem gerçeğini düşünmüyor. Çıkar ve menfaat her şeyin önüne geçmiş durumda. İnşallah bu binalar depreme dayanıklıdır.
Şunu hiç kimse düşünmüyor, insanları depremler değil, depreme dayanıksız çürük binalar öldürüyor.
Kırşehir olarak biz de geçmiş yıllarda birinci derece derem bölgesindeydik, sonra nasıl olduysa ikinci derece deprem bölgesine alındık.
Fay hattında olduğumuz için her deprem bizleri de endişeye düşürüyor.
17 Ağustos 1999 yılında Marmara bölgesinde 7.4 büyüklüğünde korkunç bir depremle sarsıldık. Binlerce bina çöktü, resmi rakamlara göre 35 bin kişi can verdi.
Deprem sonrasında devletin aklı başına geldi. Bir sürü yeni kural getirdi, yasalar çıkarıldı ki, özellikle Marmara ve İstanbul'da yaşanacak ikinci bir depremde hasar ve can kaybı bu kadar büyük olmasın. O kuralların, alınan önlemlerin pek çoğu hayata ne yazık ki geçirilemediğini düşünüyoruz
Üstelik iktidarlar para kazanmak uğruna bir de imar affı getirdi, kaçak ve çürük binalara ruhsat verildi. Yani biz yine her şeyi unuttuk, işi Allah'a havale ettik!
Deprem ülkesiyiz. İşimiz yine çok zor olacak.
Umarım Elazığ’da yaşanan son deprem bizleri deprem gerçeğine yönlendirir ve bu konuda artık ne yapılacaksa onlar yapılır, can ve mal kaybı olmaz diliyorum.
Ülkemiz deprem nedeniyle adeta seferber oldu. Güvenlik güçlerinden kurtarma ekiplerine kadar tüm yetkililer gün boyu enkaz altında kalan insanlarımızı canlı olarak yerin altından çıkarabilmek için canla başla çalıştı.
Enkaz altında kalan insanlarımızın bir an evvel canlı olarak kurtarılması için dua ediyoruz. Bunun için canla başla çalışan AFAD ve UMKE ekiplerine, Türk Kızılayı çalışanlarına, itfaiye, polis, jandarma belediye görevlileri başta olmak üzere arama kurtarma çalışmalarına destek olan herkese minnet borcumuzu ifade ediyoruz.
Deprem nedeniyle hayatlarını kaybedenlere Allah'tan rahmet, acılı ailelerine sabırlar, yaralılarımıza ise acil şifalar diliyoruz. Başta Elazığ ve Malatya olmak üzere depremden etkilenen şehirlerimizdeki vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz.
Evet dostlar, geçip giden yılları bir anımsayın, neler duyduk, nelere tanık olduk. İnsanlar nelere hayret etti...
Büyük Atatürk’ün Türkiye’si bu yaşananlara lâyık mıydı? Demokrasiyi, özgürlüğümüzü gereği gibi yaşıyor muyuz?
İktidarı ayır bir havadan, muhalefeti ayrı bir havadan çalıyor. Hepsi havanda su dövüyorlar. Kim haklı kim haksız bilemez oldu bu millet. Kafalar karıştı insanlarda…
İnsanların geleceği konusunda güvenleri kalmadı, zedelendi! Yaşananlara bir bakın…
2020’nin Ocak ayının son yazılarından birisini daha kaleme alırken, böyle duygular içindeyim. Hava soğuk ve ayaz. Hava bir kapanıyor, bir açıyor.
Masama oturmuş pencereden dışarıyı seyrediyorum…
Kış kapıya dayandı, yine kar yağacak diye umutlanmak istiyorum. Kış kışlığını yapar inşallah diyorum.
Duygulanıyorum, duygu yüklüyüm, elemler içindeyim...
İnsan sevdiğini kaybedince anlıyor, hayatın kaç bucak olduğunu...
Ben babamı kaybettikten sonra çocuk gibi oldum. Hep yalnızım…
Bir daha babamı bulamadım. Aradım durdum, onun gittiği yerlere baktım...
Babam benim için sığınılacak bir limandı. Sığınırdım babama…
Şimdi arıyorum babamı, beni böyle kaderimle baş başa bıraktı gitti...
Heyhat… Kaybedeli kaç yıl oldu, Kaç mevsim, kaç kış geldi geçti?
Hayatın böyle bir şey olduğunu anlıyorum, anlamaya çalışıyorum...
Gönül pınarımdan neler geldi geçti…
Yıllar gibi mevsimler de ne çabuk geçiyor...
Hayatımızda neler geldi, geçti…
Bir yıl daha yaşlandık, 70’e merdiven dayadık.
İşte kış geldi Kırşehir’in dağlarına, yükseklerine karlar yağdı yine…
Kırşehir’in kırık dökük cadde ve sokaklarında rüzgâr artık kış türküsünü ıslıklarıyla çalıyor. Eski çarşılarımızdaki güzellikler kalmadı…
Rüzgârın önünde yapraklar savrulup gidiyor. Serçeler çatı altlarına sığınmışlar. Bir o yana bir bu yana kanat çırpıyorlar…
Hatırlayın yaz güneşinin ısıttığı yürekleri. Poyraz ve karayelin melodisini. İliklerimize işleyerek üşütüyor artık…
Kış geldi dedim ya, insan geçmişi hatırlıyor. Eskiden ne müthiş karlar yağardı. Damların boyu. Yazı yaban bereketlenirdi…
Biliriz ki güzden yağmurlar yağarsa, baharları keme bol olurdu. Son yıllarda kemeye de hasret kaldık…
Ölmekten yorulmuşların üzerini bir yorgan gibi örterek tabiatın uyku hali başladı... Ağaçlarda yaprak kalmadı artık. Yazın sıcağına dayandıkları gibi kışa da dayanırlar inşallah…
Bu mevsimler bana geçmişi hatırlatır hep…
Yüreklerimizi ısıtan, geçip gitmişler, zamansız bir ürperti gibi titretiverir kalpleri…
Çocukken yüreğimizi ısıtan ne varsa gelir boğazımıza dizilir. Duygulanırız, hüzünleniriz, elem duyarız...
Kaybedilmiş, toprak garibi olmuş bir anne merhameti…
Çoktan toprağa karışmış ulu bir çınarı andıran baba gölgesi, belki de en çok bu mevsimde uzar içinize doğru… Gözleriniz dolar, ağlamaklı olursunuz…
Ya da yorgun ve yaşlı küçük yüreğinizi, vaktinde ısıtmış, yitip gitmiş ne varsa bu havada gelir oturuverir gönlünüze… Yapamazsınız, çıkarsınız dışarıya, hava alırsınız şöyle bir...
Hep bu mevsimlerdir, hep bu kış aylarıdır üşüyen yüreklerin birbirine sokulduğu, bir soba başı gibidir insan ömründe… Hepimiz neler hatırlarız neler. Unutmak mümkün mü o eski günleri…
İşte kış geldi ya, yüreklere çığlıktan bulutlar iniyor. Her bırakanlar gibi gök kubbe göçmen kuşlarının çığlıklarıyla doluyor. Serçeler üşüyor artık. Bakıyorum onlara üzülüyorum…
Sıtma tutmuş gibi titreyen yürekleri, soğuk görünümlü kalorifer petekleri ısıtırken tatlı bir homurdanmayı andıran kuzinelerden, tınal sobalardan yükselen sesler çoktan gitmişler gibi çok uzakta artık… Hepsi anılarda kaldı unutuldu gitti…
Sözde modernizmin batağında boğuşan aç ruhlarımız, sımsıcak yuvalarda soba üstlerinde kurulan tokların muhabbet meyvesi kestaneleri bile sokağa düşürmüş…
Evet, Kırşehir’in dağlarına, yükseklerine yine karlar yağdı. Ne güzel…
Ne soba var artık, ne üstünde şarkılar söyleyen göğümler… Ne de camları buğulu evler… Ne de dostu için odun kıran naif gönüller… Düşünün hepimiz geçmişimizi, yaşadıklarımızı, özlemez miyiz?.. Unutur muyuz o eski günleri…
Çıkarı için dostunu satan, dostuna ihanet edenlerle dolu etrafımız… İnsanlık yoksunlarıyla dolu etrafınıza bir bakın. Utanırsınız bunları tanımaktan…
Odun gibi oldu ruhlar, kırıldıkça birbirini yakmakta…
Ey benim ölmüş babam, gel de uyandır beni bu ölüm uykusundan…
Kış geldi Kırşehir’imin dağlarına…