Memleketim dediğimiz, doğup büyüdüğümüz nasip olursa boz topraklarda mezarımızın olacağını hayal ederek yaşamımızı sürdürdüğümüz bu toprakların il hududundan başlayarak kalkınmak adına yapılan, yapılamayan o kadar çok iş var ki hangisini yazsak elimizde kocaman bir hiç beliriyor. 
Umutsuz olmak inanan insanlar için doğru bir davranış olmasa da bu kadar beklentili bir ilin kalkınması adına yapılacak o kadar çok derin işler olmasına rağmen dipsiz kuyuda sorunların çözümü için çareler aranmamasına, doğru dürüst kalkınma adına projesi olmayan bir il olmanın ıstırabını yaşıyoruz.
Bu şehre sahip çıkması gereken, sorunlarına çare araması gereken, yatırımcı çekebilmek adına çalışmalar yapması, siyasete yön vermesi, atanmışlara görev yapmalarının önemini hatırlatması gereken sivil inisiyatif koltuk korkusundan ses çıkarmaz olunca da bu şehir her dönemde olduğu gibi kalkınamamanın yatırım alamamanın garipliğini yaşamaya devam eder oldu.  
İl olarak kalkınma adına bedel ödenecekse bu bedeli 1954 yılında ödemiş olmanın gururunu yaşıyoruz. Bizim yaşadığımızı Türkiye genelinde hiçbir il yaşamadı, acı da olsa büyük ıstıraplara maruz kalarak yaşadı. 
Peki, şimdi nasıl bir süreç izlenmeli ki, yaşanan onlarca olumsuzluk bitsin ve şehrimiz ilçeleri ile kalkınabilsin, kin nefret sözleri ile değil, kardeşlik bağlarının kuvvetlendiği hangi siyasi görüşten olursa olsun şehrini, insanını, onların refahını düşünen yapıyla ayağa kalkmak için çabası olsun. 
Maalesef insanlara “ben” duygusu aşılandı, “benden sonrası tufan mantığı!” yerleştirildi. 
Ülkemde üretim desteklemeleri tamamen yandaş olgusuna döndürüldü, şehirlerin ürettiği ürünler para etmez oldu, çiftçi üretmez, hayvan çiftlikleri yurt dışına bağımlı, sanayici ağır ekonomik sebeplerden dolayı kazanamayınca küçülmeye, kapatmaya varan süreçler yaşamaya, esnaf sanatkâr kendi emeği ile ayakta durmaya çalışsa da sermayesinin erimesine mani olamadı, belki bu zor dönemler dünyada yaşanıyor diyenlerimiz olacaktır.
Fakat savurganlık ekonomisi yaşayan ne şahıslar ne de ülkeler ayakta kalabilmişlerdir. Bizlerin şehrimize ve de kalkınmasına yapılması gerekenleri haykırarak söylememiz gerekmektedir. 
Yukarda yazdığım sessizlik şerbeti içmiş kurumlar artık seslerini yükseltmelidirler. Şahıslar adına değil, zaten olmaz da. Fakat ilimiz adına yapılması gerekenlerin yapılması için asla yılgınlık göstermeden koşarak mesailerinin en çok zamanının bu konulara ağırlık vererek geçirmek zorundalar, bir yumruk halinde çalışarak.
Şehrimizde tarihler önce astronomi okunmuş, Ahilikle ekonomiye yön verilmiş, Aşıkpaşa ile Türkçe konuşmaya önem arz edilmiş Yunus Emre ile mütevaziliği tasavvufu öğrenmiş, Süleyman Türkmani ile birlik beraberlik olmanın faydası anlatılmış ve onlarca güzelliklere yön veren bir şehir olma özelliği yaşamışız.
Lütfen artık özümüze dönelim. Kırşehir mi dendiği zaman ekonomisi, kalkınması, yetiştirdiği insanlarla, ülkesine yön veren bir il olan, göç vermeyen, çalışan çalışmayı seven, natürel ürünleri ile tanınan bir il gelsin akıllara. Bunun içinde şehrim adına çalışmak zorunda olanlar lokomotif bizler de arkasına dizilen karavanlar olarak çalışalım.
Keşke her bir şey yazdıklarımız gibi olsa. Keşke her güzelliği yaşarken insanlarımız mutlu olsalar, olabilseler. Hayal değil gerçek olması arzusu ile Kırşehir’i düşünerek çalışmalıyız. Yapılmış işleri bozarak, yapılması gerekenleri yapmayarak bir yerlere gelinmeyeceğini bilelim artık…