Viyana’lı İslam Sanatı Profesörü Ernst Diez’in Kırşehir Günleri

1878 Viyana doğumlu Prof. Dr. Ernst Diez, “Bizans ve İslam Sanatları Tarihi” konusunda döneminin en önde gelen hocalarında birisi kabul ediliyor. Başta İran (özellikle Horasan bölgesi) olmak üzere Asya’daki İslam ülkelerinde yıllar boyu İslam Sanatları üzerine çalışmalar yapmış. 1943 yılında aldığı davet ile İstanbul Üniversitesinde Sanat Tarihi Bölümünü kurmuş.
Türkiye’nin bu alanda ilk bölümüdür. Ülkemizde birçok ibadethanede incelemeler yapmış ve ekol oluşturmuş. Bugün Türk ve İslam Sanatı tarihinde yaptığı karşılaştırmalı çalışmalardan faydalanılmaktadır. Şansızlığı ise Türkiye’ye geldikten kısa bir süre sonra, gözetim altına alınmış olması. Ailesiz ve yalnız 67 yaşında Kırşehir yollarına düşmüş. Şehrimize İstanbul’dan gelen nadir enternelerden birisi olmuş. Ernst Diez adını ilk defa Kırşehir halıları ile ilgili yaptığım araştırmalarda karşılaştım. Kendisi Kırşehir halı motifleri hakkında da çalışmalar yapmış.
Prof, Diez , 7 Ağustostan  itibaren 18 Aralık 1945’e kadar  Kırşehir'de yaşamak zorunda kalmış. Bu süre zarfında, küçük bir Anadolu şehrinde,  Kırşehir’e ait ortaçağ eserlerini araştırmış ve bunları günlükler halinde not etmiş ve çizimlerini kaydetmiş. Ancak görünüşe göre bu bilgiler korunmuş değil.  İstanbul'a döndüğünde ve öğretim görevlisi olduğu sanat tarihi bölümünde yazdığı kitap muhtemelen Kırşehir ile bilgiler içeriyor olabilir. Bu kitap internetin sahaf sitelerinde satılıyor. Ulaşabildiğim anılarından kısa bir bölümü ise şöyle: 
“13 Temmuz 1945 tarihinde Kırşehir’e götürmek için siparişler aldım. Anadolu'da bir süre için, beni ilgilendirmeyen ama yapmak zorunda olduğum bir yolculuk başlıyor. Umarım çok uzun olmaz, kısa bir zamanda geri dönerim. Nispeten uzak bir konuma gönderiliyorsam da hayal kırıklığına uğramayacağımı düşünüyorum. Beklenmedik bu yeni yerdeki anıtları da incelemem mümkün olacaktır, hangi bilgileri edineceğimi merak ediyorum”. ( Stanford Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Patricia Blessing’in bir makelesine uzun çabalar sonucu ulaşarak Türkçe’ye çevirdim)
 Diez açıkça Anadolu' ya yapacağı bu istemsiz seferin olumlu tarafını görmeye çalışıyor. Kırşehir'e geldikten sonra,  şehrin ortaçağ İslam eserleri üzerinde çalışmak için sabırsızlandığını ifade ediyor ve devam ediyor:
“Orada Selçuklu dönemi kalıntıları ve tarihi anıtları vardı ve ben bir kez daha İngiliz düşüncesiyle bu zorunlu durumu “Alan Çalışması” olarak ifade ediyorum ve başlamak için sabırsızlanıyorum. Böyle öngörülen arazi çalışmalarının ayrıntıları günlüklere kaydedilmez. Şehre ilk girdiğimde bu iyi niyetlerim yerini karamsarlığa bırakmıştı. İstanbul’un,  şehir hayatının modern olanaklarına çok uzakta olmam beni biraz kederlendirdi. Kırşehir; Anadolu platosunun çölünde, 15 ile 20 km çapında bir vahaydı. Yaşam şartları tarihin akışının gerisindeydi.”
Patricia Blessing, Diez’in Kırşehir’deki ilk izlenimlerini şöyle yorumlamış:
“Böyle bir ortamda, Diez sadece bir an önce serbest kalma beklentisindeydi. Anadolu'da kısa kalma umudu zamanla azaldı ve Kırşehir'de geçirdiği beş ay boyunca, iklimin çok sıcak ve çok soğukluğu arasında hayal kırıklığı yaşadı. Bazı mimari hazinelerin keşifleri de bilim adamının yaşadığı ruh halini hafifletmiyordu.” 
Viyanalı Diez’in  Kırşehir’le  ilgili notlarında  şehir tarihi açısından önemli bir konu ise 1860’lı yıllarda yapılan bir caminin yıkıldığını anlatmış olması. Biraz araştırılırsa Uzun Çarşı ve Tavuk Pazarı diye tabir edilen civarda bir cami korunmamış ve bu yıllarda yıkılmış. Diez’in günlüğünden: “4 yıl boyunca tahıl ambarı olarak kullanılan cami, oluşan hasardan yıkılmaması için şimdi boşaltılmış. Burası açık hava pazarı ve çarşı bölgesinde, eski bir cami. Ben burada muhteşem bir tavan feneri ( muhtemelen kandil ) buldum. Türk kubbe yapısı, ölçekli odalar üzerinde, asırlık ahşap tavanlarla inşa edilmiş modern sanatın, belki de 80 yaşındaki bir örneği. Çok memnunum,  burada böyle bir şey bulmak için içimde hiçbir umut yoktu. Bu ahşap kubbe yapısı ve ahşap sanatı, İran'da bulunan ama tuğladan yapılmış kubbeli mozolelerin inşaat yapısına benziyor.”   (Patrisia Blessing)
Çarşı Cami 1864 yılında yapılmış ve bu yıllarda buğday ambarı olarak kullanılmış. Ama Prof. Diez, mimarisini anlattığı ve planını çizdiği caminin kesin yıkıldığını söylüyor. Muhteşem tavan feneri ve ya kandilin akıbeti ise belli değil.
Sanat Tarihçisi Patrisia Blessing son olarak şöyle yorum yapmış: “Bu Diez mimarisi açısından yapılmış görünen en büyüleyici bir keşif oldu. Günlük ve notlar ötesinde kentin ortaçağ anıtları konusunda Diez’in çalışmalarının ayrıntılı bir kaydının korunmadığını düşünüyorum. Ne yazık ki, on dokuzuncu yüzyıl camisi Diez’in Kırşehir’de olduğu süreçte yıkılıyor ve kendisi bu süreci yaşıyor. Yaptığı açıklamalar ve kalemle çizdiği kroki binanın son bilinen kaydıdır. Konumu ve adı bilinmemektedir. Bu tür önemli günlüklerden Türkiye'nin tarihi anıtlarını araştıran bilim adamları nasıl haberdar olurlar, bilinmez.  Diez tarafından kaydedilen bilgiler önemlidir. Bu bilgilerden mahrum kalmanın kılıfları boldur ve bu özel örnekte bina nispeten yeni de olsa tespiti önemlidir.”
Bu son yorum biraz sitemkar, nedeni ise Kırşehir dönüşü, Diez’in İstanbul Üniversitesindeki kadrosunun ayak oyunları ile yenilenmemesi olabilir. Dolayısıyla Diez’i anlatan yabancı sanat tarihçileri, kendisine Türkiye’de haksızlık yapıldığını yazıyor. 
 

Ernst DİEZ
Gözetim altındakilere Hükümet tarafından kişi başı 25 lira her ay ödeme yapılıyordu. Ayrıca Kızılay ve Kızılhaç tarafından da belli bir miktar yardımda bulunuluyordu. Ama en önemlisi, gözaltında olmayan Musevi Almanlar tarafından oluşturan bir yardım fonundan belli zamanlarda bir kişi görevlendirilerek enternelerin ihtiyaçları karşılanıyordu. Ankara Üniversitesi’nde Pediatri Profesörü olan Albert Eckestein‘ın eşi bizzat parasal yardım konusu ile ilgileniyordu. Ankara’dan genç bir göçmen olan Eugen Merzbacher, her ay Kırşehir’deki enternelere başta para olmak üzere, ilaç, gıda, kitap ve mektup getiriyordu. (Arnold Reisman)
Kırşehir’in duayen işadamlarından Hacı Gülten (1920) o dönemi anlatıyor: 
“Biz oldum olası yabancıları severiz. el üstünde tutarız. Ben o zaman askerden yeni gelmiştim. 44 hane enterne olduğunu hatırlıyorum. Her mahalleye dağılmışlardı. Parasal sıkıntılarının olduğunu zannetmiyorum. Çünkü en iyi konaklarda oturuyorlardı. Faytonlarla şehrin altını üstüne getirirlerdi. Kırşehirli de her konuda bunlara yardımcı oldu. İstanbul’un hatta Türkiye’nin o zaman ki en ünlü gazinosunu olan Taksim Tokatlıyan Gazinosu’nun sahibinin çok yakın bir akrabasının da şehrimizde gözetim altında olduğunu hatırlıyorum. Prof Dr Fritz Baade’yi hiçbirimiz unutmamalıyız. Biz çocukken iki kayanın arasında sıcak su kaynardı. İnsan vücudu kadar ufak bir havuza benzeyen yerde yıkanırdık. Ermeni kökenli Gâvur Hasan her yıkanandan 10 kuruş alırdı. İşte Baade buranın kaplıca olması için çok çaba sarf etti. Kırşehir’den ayrıldıktan  sonra sanırım 10 sene Almanya’da İktisat Bakanı oldu. O zaman Demokrat Parti iktidarı vardı ve Kırşehir’i hiç sevmezdi. O nedenle kaplıcanın yapılmasını istemediler. Bu duruma rağmen Baade’nin büyük gayretleriyle Terme Kaplıcası yapıldı. Baade bunun dışında Abdullah Ercan’ı (Sanat Okulu Öğretmeni ve Onyx taşını makine ile ilk işleyen kişi) Almanya’ya götürdü ve Onyx taşını ekonomik değer olarak Kırşehir’e kazandırdı.”