28 Aralık 1945’den sonra, enterne Alman ve Avusturya vatandaşları Kırşehir'den ayrılmaya başlarlar. Bazıları Nazilerin yıkılmasıyla Almanya dönerler. Türkiye'de kalanlar da

Fritz Baade

çoktur. Prof Eduard Zuckmayer, Gazi Ü. Müzik Bölümü başkanlığı yapar ve ülkemizde vefat eder. Prof. Fritz Baade ülkesinde siyasete atılsa da artık fahri Kırşehirlidir. Walter

Ruben ki kendisi katoliktir,  eşinin ülkesi Şili'de yaşamaya başlar. Kurt Laquer Almanya'ya döner ve ülkesini temsilen farklı ülkelerde diplomatlık yapar.
Yaklaşık bir buçuk sene şehrimizde yaşayan insanların, iyi ya da kötü anıları vardır. Yaşanmış olayların bazılarını kısaca sizlerle paylaşacağım.
Kurt Laquer Türkiye'de yaşadıklarıyla ilgili bir kitap yazmış: " Kırşehir'de içki dahil birçok ihtiyacınızı karşılayabilecek küçük bir bakkal ( muhtemelen Ramazan Çanta’nın bakkalı) , küçük bir lokanta ve de küçük bir kütüphane hatırlıyorum. Fritz Baade'nin kaplıcayı keşfetmesi, biz göçmenlerle yerel halkı yakınlaştırdı. Yaşadığımız en büyük sorunlardan biri de çocukların eğitimi idi. Çünkü okulları yoktu. Bir sınıf oluşturduk ve dekore ettik. Avusturyalı Bayan Grünholz çocuklara Fransızca kursu veriyordu."( Turkey's Modernization: Refugees from Nazism and Ataturk's Vision-Arnold Reisman)
Kırşehir Belediyesi Eski Başkanı Hakkı Göçen'i dinleyelim: 
"Bu gelen yabancılara enterne derdik. Ben o zaman Yozgat' ta liseyi okuyordum. Sanırım 50 aile kadar yabancı vardı ve her mahalleye dağılmışlardı. Bugün ki Çubuk İş merkezinin bulunduğu yerdeki bir evde

Eduard Zuckmayer

Madame Maier ve ailesi kalıyorlardı. 70 yaşlarında bir bayandı ve 5 kişi yaşıyorlardı. Haftada 3 saat olmak üzere aylığı 10 liraya, bana kendi odasında Fransızca dersi verirdi. Bazen misafirleri olunca salona geçerdik, beni uzun süre bırakmaz, gelen arkadaşları ile Fransızca konuşurduk. Hayatımda kakaoyu ilk defa Madame Maier’in evinde içtim. Kırşehir'de o zaman 4-5 tane fayton vardı. Yiğit adıyla anılır, sürekli kürk giyen Piç Hasan'ın atları ve arabası rengarenk süslenmiş faytonu  ile Kırşehir'i gezerlerdi. Kadınınhanı'nın karşısında ırmak kenarında ( Aşıkpaşa spor salonun civarı) bahçeli bir kahve vardı. Almanlar buraya gelir, çay içer, sohbet eder ve ki

Walter Ruben

tap okurlardı. Bize ilginç gelense masada herkes içtiğini ayrı ayrı öderdi. Alman hesabı deyimi bu olsa gerek. Kırşehir insanı da bunlara yardımcı olurdu. O zaman herkesin evinde hayvanı da vardı. Süt, yoğurt, peynir, yumurta gibi gıdalardan yabancılara ikram edilirdi."
Walter Ruben, Ankara Üniversitesinde Hindoloji Profesörü iken, Kırşehir’ e gözaltına gelmiş. Doğu kültürleri üzerinde büyük araştırmaları var. Özellikle Budizm ile ilgili kitapları bulunuyor. Kırşehir’de halka iyi ilişkiler kurmuş ve Kırşehir kültürü ile ilgili araştırmalar yapmış ve bunu bir kitap haline getirmiş.  Oğlu Gerhard orta yaşlarında bir çocukken Kırşehir’ e gelirler. Şu an Almanya’da Astronomi uzmanı olan Gerhard Ruben, anılarında; “bir gece aniden Kırşehir’ e gönderileceğimizi öğrendik, babam üniversite ve bakanlık yetkililerine ulaşsa da durum değişmedi, ertesi sabah gün ağarırken bir otobüsle yola çıktık” demiştir.
Gerhard Ruben’in Anılarından Bir Kesit: 
“Çorak bozkırların içinden bitmek bilmeyen bir yolculuktu bu. Kızılırmak üzerindeki yüksek kemerli, yüzlerce yıl önce Selçukluların yaptığı eski bir köprüyü geçmemiz, tek olaydı. Babam, bu ırmağının eskiden Pers Medler ile Grek Lidyalıların arasındaki sınırı oluşturduğunu anlattı. Akşam olduğunda Kırşehir’e vardık ve birkaç gün önce gelmiş diğer sürgünler tarafından karşılandık. İlk gecemizi diğer ailelerden biriyle, hatırladığım kadarıyla, Baade’lerle geçirdik. Ertesi gün, kalacak bir yer aramaya çıktık.
Paramız ancak Kayaşeyhi mahallesinde yeni hamamın arkasındaki basit bir evin üst katını kiralamaya yetti. Gözetim süremizin sonuna, yani 1945 Noeli’ne kadar orada kaldık. Neredeyse tüm evler gibi, bizimki de kerpiçti ve düz çatılıydı. Alt katta hamamın ısıtmasına yapan bir adamla karısı yaşıyordu. Susuz tuvalete ve aşağıya inen merdivene çıkan, hol gibi bir yerde iki odamız vardı. Ne akarsu ne de kanalizasyon sistemi olduğundan yıkanmak sorundu. Suyu her gün kuyudan çekip getirmek gerekiyordu. Elektrik nadiren vardı, çünkü elektrik santralinin kapasitesi çok düşüktü ve sık sık arızalanıyordu. Akşamları, uzun süre okumanıza izin vermeyecek kadar az aydınlatan bir gaz lambamız vardı. Kışın bir oda ısıtılıyordu. Gözetim altındakilerin biri, yerel demircinin hepimize yetecek sayıda çelik saçtan yapmayı başardığı küçük bir ocak icat etmişti. Bu ocakta yandığında iğrenç bir koku yayan taşkömürü yakıyorduk…”(Turkey's Modernization: Refugees from Nazism and Ataturk's Vision-Arnold Reisman)
Gerhard Ruben annesinin yaşadığı sıkıntıları da anlatmış. Temiz yemek ve temiz kalmanın zorluğundan bahsetmiş. En önemli konulardan birinin de gıda çeşitliliğinin yetersizliği ve çoğunlukla bulgur yenildiğini anlatmış. Pazardaki ürün çeşitlerinin az ve kalitesiz olduğunu ve sadece sert koyun eti bulabildiklerini kaydetmiş.
Gerhard Ruben’in anlattıklarına göre, gözetim altındakilerin en büyük sorunlarından biri hijyenik olmayan çevre şartlarıydı. Kullandıkları her şeyi adam akıllı yıkamalarına rağmen, sık sık ishal olduklarından söz ediyor. Ayrıca pek çok sinek, sivrisinek ve böceklerin varlığından şikayet ederek, şöyle devam ediyor:
“İçme suyunun “iyi kaynak” denilen ünlü pınarlardan getirilmesi gerekiyordu. Diğer sularsa “kara kaynak” denilen yerlerden, hatta sokak boyunca akan ve genel temizliğe ve bahçe sulanmasına yarayan sulardan temin ediliyordu. Gerçekten tek hijyenik yer, bizim de düzenli gittiğimiz Türk hamamıydı. Bir hastane vardı ama gözetim altındakiler buraya büyük bir kuşkuyla bakıyorlardı. Fakat kültürlü bir insan ve ehliyetli bir hekim olan Dr. Süreyya vardı.”
  Gerhard babası Walter Ruben’in Türkçeyi akıcı konuşması ve mesleği gereği doğu kültürlerine iyi tanıması nedeni ile Kırşehir’de iyi ilişkiler kurduğunu söylüyor ve devam ediyor: “ Babam Almanya’dayken, bir süre çiftçilik yapmıştı, bu yüzden Anadolu köylüsüyle bile temas kurabildi.
En dikkat çekici muhabbet ortaklarından biri, eski Osmanlı aristokrasisinin temsilcisi olan Esad Ağa( Ulusoy); eski bir derviş, şimdi şiir yazan bir eyer ustası Mehmet Ağa ( Saraç Mehmet); kahin bir büyücü ve civar bölgeyi denetim altında tutan bir eşkıya çetesinin reisi Ali ( Deli Ali), hatta bir çok makalesi olan tarihçi Cevat Hakkı (Tarım) ile bir şair ve bir mutasavvıf da vardı. Bu söyleşilerin sonuçlarını, kentin yapısını ve sakinlerini, geçmişini ve bugününü, hatta görünümünü ayrıntılı bir biçimde betimleyen bir müsveddede özetledi.” 
(Turkey's Modernization: Refugees from Nazism and Ataturk's Vision-Arnold Reisman)
Anılarda isimler var, soy isimlerini ben ekledim. 
Walter Ruben Kırşehir’de bir gezgin gibi, her konuda notlar tutmuş. Bu müsveddeden yola çıkılarak 2003 yılında “Kırşehir: İç Anadolu eski bir şehir” adlı kitap basılıyor. Ayrıca 1947 yılında “Kırşehir’in dikkatimizi çeken sanat abideleri “ adında, benim de arşivim de bulunan önemli bir kitap yazmıştır.
Walter Ruben, sosyolojik yorumlar da yapmış. Özellikle Atatürk’ün reformlarına karşı Kırşehir halkının tutumu, tarımsal uygulamalardan, şehrin ve halkın ekonomik yapısına, Ahi Evran, Hacıbektaş-ı Veli, Aşıkpaşa ve Cacabey’e dair birçok saptamalarda bulunmuş.
Anılarda dikkatimi çeken saptamalardan en önemlisi, Kırşehir’de küçük ölçekli de olsa yeni işletmelerin kurulmaya başlaması oldu. Doğal olarak Ruben ailesi sadece isimlerden söz etmiş. Bu kişileri tanımak için biraz araştırma yapmak gerekli. Şöyle ki:
“Marangoz İbrahim Avrupa tarzı ilk değirmeni inşa etti. Ziya tarafında son derece karlı bir pamuklu dokuma imalathanesi kuruldu. Ankara’daki kız enstitüsünü bitirmiş genç bir kadın, kesinlikle yepyeni bir şey olan kızlar için terzilik atölyesi açtı ve büyük başarı kazandı.”  Gibi kesin ifadeler var. Araştırmalarıma göre, değirmeni kuran kişiye Tozan’ın İbrahim deniliyor. Daha sonraki yıllarda elim bir yangınla kül olan dokuma atölyesini, Ahi Evran mahallesinde, kültür sitesinin hemen arkasında Dokumacı Ziya Zerrecan kurmuş . Terzilik atölyesi ise büyük bir ihtimalle; ölümünden iki sene önce tanışıp komşuluk yaptığım, uzun yıllar İstanbul’da da modacılık yapmış, entelektüel bir hanımefendi Neriman Haraççı tarafından açılmış. Neriman Hanım, halk arasında “Hacı Bey” olarak bilinen, Mehmet Sıtkı Doğu’nun kızıdır.