Bugün olmuş hala Kırşehir’in kalkınmasını konuşuyorsak ya seçtiklerimizde, ya atanmışımızda ya da insanımızda bir sorun var.
Ülke nüfusu 84 milyona yanaşmış ülkemde resmi işsizlik yüzde 13 gerçek ise yüzde 22 olmuş, yatırımcının, devletle ve onun kurumları ile mücadelesi, Azrail ile kul arasındaki mücadeleye dönmüş durumda. Tabi bu arada ticarette sanatta batan batarken, arkasında sürüklenen onlarca yatırımcı ve yıkılan ocaklar...
Ülkemde yatırım yapan sektör temsilcileri ile devletin makam verdiği insanlar görüşebiliyorlar mı? Görüşüyorlarsa bu insanlara nasıl yardımcı olunuyor?
Şöyle fazla uzağa gitmeden 10-15 yıl öncesini hatırlıyorum da Kırşehir’e iki devasa fabrika kurmak isteyen müteşebbisleri o dönem ilimizi yönetenlerin ne gibi zorluklar çıkararak Aksaray’a kaçırdıklarını biliyorum.
Yatırımcı zaten nazlı nazlı bu işe giriyor, karşısındaki bürokrat zorluk çıkarma derdinde. Böylece ürkütüldü yatırımcı, o da Kırşehir’de kaçıp Aksaray’a gitti. Faturasını kim ödüyor? Tabi ki Kırşehir olarak hepimiz.
Oysa o gün bu iki tesisi kuracak müteşebbise biraz kolaylık sağlayıp köstek yerine destek verse idik, bunun devamı gelecek ve bugün belki de Kırşehirimizde işsizlik bu kadar çok fazla olmayacak, ekonomimiz daha iyi bir konuda olacaktı.
Bugün, dünün ilçesi, yeni illerimizden Aksaray Kırşehir’i ikiye katlamış, katlamaya de devam ediyor. Organize sanayisi, büyüdükçe büyüyor.
Artık önümüze bakmak, bir daha aynı hatalara düşmemek için ben ve gazetemiz “Kırşehir Çiğdem” yazarları geçmişteki hataları sık sık dile getirerek bugünkü yöneticileri uyarıyor.
Geçmişte olan oldu, bir daha olmasın istiyoruz. Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti, gitti. Bir daha yatırım için Kırşehir’i tercih eden müteşebbisler olur mu, bilmem. İnşallah olur. Çünkü içinde bulunduğumuz ekonomik durum gelecek adına hepimizi ümitsizliğe sevk ediyor ne yazık ki!
Ülkesini, milletini, bayrağını şehrini seven herkes artık kısır çekişmeleri bıraksın diyoruz, ama bir türlü beceremiyoruz nedense!
İşte ülkemin ve ilimizin sorunu burada başlıyor. Siyaset denen çağımızın hastalığı neden tedavi edilemez boyutlarda?
“Senin adamın, benim adamım” politikası içimizi dışımızı sarmalamış bırakmıyor, bırakılmak istenmiyor. “Günü kurtaralım yeter!” anlayışı bizlere geleceği karanlıklaştırıyor. Bu ilin bir master planı var mı? Ben olmadığını düşünenlerdenim. Varsa yetkililerimiz açıklasın, biz de öğrenelim.
Hangi tarihte ne yapılacak? Hangi sektöre yatırım yapması için yol gösterilecek?
Yatırımcının sıkıntısında nasıl bir yol izlenmeli ki bu yatırımlar başta ülkeme ilime insanlığa faydalı hale gelir, getirilebilir?
İl sınırlarımız içerisinde yol boylarında atıl vaziyete gelmiş, içi boşalmış metruk binalar onlarca emekler verilerek açılan Organize Sanayi Bölgemizin hali, bu şehir in kaybı değil midir?
Etrafımızdaki illerin her biri yatırım alırken, kalkınmada belirli bir yükseliş yakalamış mesai saatinin başlangıcı bitiminde şehirlerinde adım atacak yer bulunmazken, bizim şehrimizde okulların başlama ve bitiminde kısır bir kalabalığın haricinde gözlerimiz başka bir şey görememektedir.
İyi ki üniversitemiz varmış, iyi ki onlarca fakülte ve yüksekokullarımız varmış ki öğrencilerin kalabalığı bu şehre ve esnafına hayat veriyor.
Üniversitemizi ve idari kadronun çalışmalarını basından takip ettiğimiz kadarı ile taktir etmemek mümkün değil, fakat dünya üniversiteler sıralamasına sadece ülkemizden İstanbul Üniversitesi’nin adını okumamız bizi çok derinden etkilemiş olsa da ben buradan sayın Rektörümüz Vatan Karakaya’dan ve öğretim camiasının içinde olan arkadaşlardan daha dikkatli, daha verimli olmalarını istemek her halde hakkımdır derim. Gerçi “Siz de sen kim oluyorsunuz?” diyebilirsiniz.
Ben vatanına, bayrağına, şehrine aşık bir aciz kulum. Yaşamımda her yapılan işin çıkarsız, menfaatsiz, senin adamın-benim adamım anlayışı yerine, liyakat ehli insanlarımın görev yaptığı bir idarenin şehrimi kurumlarını idare etmesini isteyen, devletin kuruşuna helal getirmeyenlerin bu ülkede söz sahibi olmasını isteyenlerdenim.
Öyle kötü günler yaşıyoruz ki para denen lanet olasıca her saniyemize ipotek koymuş. Bizi deve kuşu gibi kafamızı kuma sokmuş, aman ha onu yaparsam o darılır, doğruyu söylersem şu küser anlayışına köle olmuşuz.
Para yüzünden kardeş, kardeşe dostlar, dostlarına küsmüş, darılmış aynı aileden akrabalardan biri birine selam vermez olduğumuz günleri yaşıyoruz.
Ülkemizde ekonomik sıkıntılar sebebi ile intihar edenlerin sayısını hiç okumaz, görmez olmuşuz. Komşumuzun kim olduğunu, ne sıkıntısı ne kederi olduğunu bilmez, yardım edemez olmuşuz. Vatan için kanı toprakla yoğrulan evlatlarımızın cenazelerine saygı göstermez bu acılara duyarsız olmuşuz. Şehit anasına, babasına sıradan insan muamelesi görmesine rıza gösterenlerden olmuşuz.
Biz insanların bir çok dünyalık isteği olabilir. Bence bunlardan en önemlisi tertemiz bir yaşantıya ihtiyaç duymalarıdır. İnsanın ömrü boyunca yaşamı içerisinde bu dünya yaşamında doğrulukla ve yaptığı hizmetlerle anılması gibi bir güzelliğe ne yazık ki her insan sahip olamıyor .
Benim yazdıklarımın tamamı, insan yaşam ve dürüstlük. Bunu bu şehirde yaşayan her ferttin istediğini biliyorum. Fakat hırsızlar, arsızların sesi gür çıktığından, bulanık havayı sevenlerin yaptığı her pisliğin görünmesini istememesinden, olacak ki bu şehirde bu tip insana saygı gösterenlerin sayısı gün geçtikçe çoğaldığından, kaybeden başta Kırşehir ve onun bu haline üzülenler oluyor dersem yanılmam.
Gün onların günü olsun. Fakat bu hesabı verirken cırmalayacaklarından emin olduğum için huzurluyum.