HASAN PULUR BÖYLE ANLATMIŞTI: “KIRŞEHİR VAKASI NEYDİ?” Haziran ayları Kırşehir'in kaderini değiştiren “fahiş hata”nın tarihe geçtiği ay olarak Kırşehirlilerin hâfızalarına kazınmıştır. Kırşehir'i ilçeliğe mahkûm eden “fahiş hata” tanımını bu kararın alınmasından birinci derecede sorumlu olan Demokrat Parti iktidarının başı Adnan Menderes yapmıştır.

HASAN PULUR BÖYLE ANLATMIŞTI:
“KIRŞEHİR VAKASI NEYDİ?”
Haziran ayları Kırşehir'in kaderini değiştiren “fahiş hata”nın tarihe geçtiği ay olarak Kırşehirlilerin hâfızalarına kazınmıştır. Kırşehir'i ilçeliğe mahkûm eden “fahiş hata” tanımını bu kararın alınmasından birinci derecede sorumlu olan Demokrat Parti iktidarının başı Adnan Menderes yapmıştır.
Ülkede olduğu gibi bütün dünyada da geniş yankılar uyandıran Kırşehir'in ilçe yapılması olayını geçtiğimiz yılın Kasım sonunda kaybettiğimiz efsane gazeteci Hasan Pulur sekiz yıl önce “Milliyet” gazetesindeki “Olaylar ve İnsanlar” başlıklı köşesine bir kere daha taşımış ve sormuştu: “Neden?”
Hasan Pulur'un 16 Ekim 2008 günkü bu yazısını “fahiş hata”nın 62'nci yılında sütunlarımıza taşırken kendisini saygıyla anıyoruz.
KIRŞEHİR VAKASI NEYDİ?
Bu günkü bir olayı eski ve benzer bir olayla karşılaştırsak bazı okurlar sorarlar:
“O olay nasıl olmuştu?”
Geçenlerde Bahçeşehir Belediyesi'nin bu günkü iktidar tarafından kaldırılmasını 1950'li yılların “Kırşehir Olayı”na benzetmiştik. Kırşehir'in günahı seçimde Millet Partisi'ne, Osman Bölükbaşı'na oy vermesiydi. Demokrat Parti iktidarı Kırşehir'i cezalandırıp ilçe yaparken Nevşehir'i il yapıyordu.
Neden?
Kavganın temelinde kuruluşunda Demokrat Parti'de görev alan Bölükbaşı ve arkadaşlarının “muvazaa” iddiasıyla Demokrat Parti'den ayrılıp Millet Partisi'ni kurmaları vardı.
Muvazaa ne demektir? Muvazaanın en yakın karşılığı danışıklı dövüştür. Osman Bölükbaşı ve arkadaşları Demokrat Parti yöneticileri ile CHP'lilerin danışıklı dövüş, muvazaa yaptıklarını ileri sürerlerdi.
Bu arada bir ihbar olayı ortalığı daha da karıştırdı. DP Genel Başkanı, ilerinin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar Osman Bölükbaşı ve Fuat Arna'nın İnönü'ye suikast yapacaklarını Millet Partili bir milletvekilinden duymuş, ihbar etmiş, her ikisi tutuklanmıştı. Tahliyeden sonra tesadüfen karşılarına çıkan Bayar'a da çok ağır kelimelerle sataşmışlardı. Demokrat Parti'nin bütün uğraşılarına rağmen Bölükbaşı'nın ve partinin beş milletvekili Kırşehir'den milletvekili seçiliyorlardı.
Buna bir çare bulunmalıydı!
Demokraside “Bize oy vermediler, o halde cezalarını çekerler!” diye bir düşünce olabilir miydi?
Ve oldu...
1954 seçiminden sonra Kırşehir'i ilden ilçeye çeviren, Nevşehir'i de il yapan hükûmet teklifi Meclis'e geldi, 30 Haziran 1954'te kanunlaştı.
Elbette Meclis'te kıyametler kopmuştu. Bölükbaşı Başbakan Menderes'i hedef almış, şöyle diyordu:
“Vilâyeti kaldırdınız, bari bizi de kaldırın da tamam olsun!”
Başbakan Adnan Menderes ise değil Türk demokrasisinin, her ülkenin ayıbı olan bu kararı bakın nasıl savunuyordu:
“Türkiye'nin hiçbir vilâyetinde yüzde 3'ten fazla oy alamayan bir partiye mensup milletvekilini iki seçimde de seçen Kırşehir'in siyasî ve içtimaî bünye itibariyle anormallik göstermekte olduğunu inkâr etmek mümkün değildir, biz açık konuşuruz.”
Gerçekten Menderes'in konuşması haddinden fazla açıktı. Açıkça Bölükbaşı'na oy veren Kırşehirliler'de anormallik olduğunu söyleyecek kadar duygularına kapılmıştı.
Sonra bu duygularının ne kadar yanlış olduğunu “bir yerde” itiraf edecekti:
“Kırşehir'in ilçe yapılması kararı fahiş bir hatadır.”
Menderes bu pişmanlığı nerede itiraf etmiştir, bilir misiniz?
Yassıada'da ihtilâl mahkemesinde!
Evet, siyasî tarihimizdeki “Kırşehir vakası” budur.
O gün Kırşehir'i verdiği oydan dolayı cezalandıran “Demokrat Parti”den Meclis çoğunluğuna karşı çıkan dört milletvekili vardır ki onları da unutmamalıyız:
Ekrem Alican, İsmail Hakkı Akyüz, Talât Vasfi Öz, İlhan Sipahioğlu.
Bunlar Kırşehir'i cezalandıran kanuna “ret oyu” vermişler, Samet Ağaoğlu da oylamaya katılmamıştı.
Sık sık “demokrasi kahramanları” diye bir kavramdan söz ederiz.
O günün koşulları içinde bu milletvekillerine “demokrasi kahramanları” denilmez mi? Ve ne yazık ki demokrasinin şunca yılında 2008'e benzer bir olayda yine onlar gibi davranıp ret oyu verenler olursa onlara da “demokrasi kahramanları” denilecek...
Oysa demokrasinin böyle kahramanlara hiç ihtiyacı yok!
Tabiî demokrasiyi kabullenmişseniz...

----------------------------

KIRŞEHİRLİ KALEMLER

DOĞDUĞUM TOPRAKLARA ÖZLEM

MEHMET TURAN

İlk türkümü ne zaman söylediğimi hatırlayamıyorum. Hangi çocuk ilk konuşmasını hatırlar ki... Ama biliyorum ki benim ilk türkümü bozkır dinledi. Toprak, su, gökyüzü, taşlar, kuşlar, böcekler, dal, gül, yaprak, hepimiz birbirimizin türkülerini dinlerdik.
Kuşlar bahar sabahının sarhoşluğu içinde en güzel şarkılarını söylerdi... Bal özü toplayan baldan tatlı arılar hiçbir çiçeği üzmezlerdi. Nazik misafirler olarak her bir çiçeğe selâm türküleri ile varırlar, “Hoşça kal” şarkıları ile ayrılırlardı. Rüzgâr esintisinde dal eğilir, yaprak hışırdardı. Bazen hava bozardı, rüzgâr sert eserdi. Kavaklar ıslık çalar, kayalar uğuldar, gök gürlerdi. Yağmur şarkılarını söylerdi. Dereler çağlardı. Türkülerimiz, şarkılarımız birbirine karışırdı. Ben onları, onlar beni dinlerdi. Birbirlerimizin türkülerine, şarkılarına kulak verirdik.
Hepimiz hareket halinde idik. Bozkırın derelerinde kaynayan tatlı sularından kana kana içerdik. Uyumlu yaşardık... Dost idik, keyif alırdık birbirimizden. Fakir bozkırın fakirleri idik. Birbirimizin hukukuna saygı gösterir, hak, adalet nedir bilirdik. Bu benim çocukluğum idi. Bozkırın içinde...
Tahsil, talebe, okul, yaşam gerçeği beni onlardan, onları da benden uzaklaştırdı. Yaşımın ilerlemesine rağmen hâlâ o günleri unutamıyorum. Bunlar artık benim çocukluk masallarım oldular. Biliyorum, o yerlere tekrar uğrasam çocukluğumun tadını bulamayacağım. Bozkırın yaz sabahı alacakaranlıktaki serin soğuğunu ciğerlerime çektiğim o lezzeti bir daha alamayacağım, bir daha yaşayamayacağım. Ben çok değiştim. O yerleri de değiştirdiler. Masallarımın o günkü kahramanlarını bu gün gözyaşları içinde anıyorum.
Oğullarım bunları yaşayamadı. Oğullarımın masal kahramanları yok artık... Büyük şehrin çılgınlığı içinde bu türkülerin, şarkıların hiçbirisini duymadılar, duyamadılar. Yeni kuşakların anlayışları, estetik algılamaları, doğaya duyarlılıkları nasıl olacak bilmiyorum, bilemiyorum. Bildiğim tek şey doyumsuz olduklarıdır. Şehrin loş, rutubetli odaları, odalarında son sistem silâhlarla donatılmış acımasız sanal kahramanlı bilgisayar oyunları... Savaş, çığlık, kan... Çok üzülüyorum. Geleceğimiz olan yavrularımızın yüreğinde bunlar mı olmalıydı?
Bozkırda her canlı fakir olmasına rağmen kanaatkârdı. Doyumsuzluk nedir bilmezdi. Herkes elindeki ile yetinmeyi bilirdi. Yapılan her şey, her birikim bir sonraki kışı çıkartmak içindi.
Bozkırın en önemli kuralı üzerindeki her canlıyı her türlü olumsuzluklar karşısında dahi yaşatmaktı. Bozkırın kendi şöleni vardı. Şölende birkaç günlük ömre sahip bahar çiçekleri, şarkılarla, türkülerle çiçekleri dolaşan arıları, gayretli, çalışkan karıncaları, kelebekleri, çekirgeleri, daha nice böcekleri, küçük kuşları, serçeleri, sığırcıkları, kırlangıçları, su boylarında söğütleri, yanı başında otlayan kuzuları, koyunları bulunurdu. Şölen konukları hep uyum içinde olurlardı... Birbirinin yaşam hakkına saygılı idiler. Hâlâ öyle mi bilmiyorum.
O bozkır ki benim lâboratuvar öğretmenimdi. Büyüleyici, etkileyici, eğitici, öğretici öğretmenim... Sabahtan akşama, akşamdan sabaha yüzlerce, binlerce öğretici deneyler, oluşumlar sunardı bozkır... Günler, aylar ilerledikçe bazı deneyimlerin sonucunu da bizlere gösterirdi. Sanki “İşte bunlardan örnek al, gelecek yaşam çizgini kendin çiz” der gibiydi. Çoğu kez “Beni iyi gözlemle, iyi sonuç elde et... İleride yaşam girdabında elde ettiğin deneyimlerin seni başka bir yaşam burgacına sürüklemesini engelle” diye kulağıma usulca fısıldardı.
Bozkırın yaşamına olan aşkım, ona olan dostluğum her geçen gün biraz daha güçlenirdi. Yüreğimin derinliğindeki o topraklarda iğdeler çiçek açar, o kendisine has kokusu ile nazlı bir kız çekiciliği ile çevresindekilere, dostlarına sunardı.
Ah o çocukluğumun, köyümün güzel insanları... Sizleri dün gibi bu gün de çok arıyorum. Daha şimdiden bozkır toprağına karışmış olan babalarımız, çoktan toprak olmuş dedelerimiz oldukları gibi görünen ne yürekli, ne tatlı, ne merhametli insanlardı. İç dünyalarında kötülük yoktu, ikiyüzlülük yoktu. Çok sade yaşarlardı. Kolay kızmazlardı. Kızarlarsa içlerindeki kıvılcım şimşek olur, sesleri gök gürültüsü kesilir, gözleri hiçbir şeyi görmezdi.
Birbirlerinin dostuydular. Yardımlaşırlardı. Konuşmalarını, şakalaşmalarını, seslerinin yumuşaklığını daha dün gibi hatırlarım.
Ey ata babalarımız, dedelerimiz, yaşlılık sizi alıp götürdü. Çok az kaldı, yaşlılık bizi de bir, iki alıp götürecek. Bekleyin, ölüm bir gün bizim de kapımızı çalacak. Bir daha bırakmamak üzere yakamıza yapışacak. İşte o gün sizlere olan hasretliğim bitecek. Yaşadığım sürece dualarımda sizleri de eksik etmediğimden emin olarak uyuyun. Yattığınız yer nur, mekânınız cennet olsun. Allah bana ömür verir ve nasip ederse ölmeden önce her birinizin başına selvi ağacı dikeceğim, onları sulayacağım... Dünya durdukça ağacın kökleri arza, dalları arşa ulaşsın. Kabirlerinize ulaşacak köklerine mesajlar yükleyin. Selvi ağaçları mesajınızı dallarının en tepe noktasında bizlere, gökyüzünün derinliklerindeki dolaşan diğer canlıların ruhlarına ulaştırsın.
Bozkır, sende gözümü açtım. Çocukluğum, gençliğim sende geçti. Bana ilk yaşam tecrübesini sen verdin. Minnettarım.
Hey bozkır, uzakta da olsam duy sesimi... Arzum şu ki benim gibi senin bağrına tutunan her canlının soyu kıyamete kadar barış içinde yaşasın.
Gözlerim buğulandı. Yanaklarımdan ince bir yaş aşağı kaydı.
Hoşça kal bozkır!

***

KIRŞEHİR BOZKIRINDA BİR ÇINAR:
ÂDİL GÜLVAHABOĞLU

Kültürümüze, özellikle Kırşehir kültürüne kalemiyle değerli hizmetlerde bulunan sevgili dostum Avukat Âdil Vahaboğlu “Âdil Gülvahaboğlu” imzalı yeni bir eseriyle daha karşımıza çıktı: “Edebiyat Penceresi”... Kargoyla gönderdiği geniş hacimli son eseri benim için gurbette değeri ölçülemeyecek güzel bir armağan oldu. Bu jesti ve eserinin ilk sayfasındaki veciz ithafı için kendisine yürekten teşekkür ediyorum.
Kırşehir'de yaşayan herkesin yakından tanıdığı Âdil Vahaboğlu avukatlık ve öğretmenlik mesleklerini icra ederken özel hayatında da boş durmadı, kendini yazı hayatına verdi. “Ön Yağmur” ve “Taşlandıkça Büyüyen” adlı şiir kitaplarından sonra Kırşehir'de bir yandan gazetelere makaleler yazarken bir yandan da eserlerine eser kattı. Sırasıyla “Şiir ve Özdeyişlerle Atatürkçülük”, “Hacı Bektaş Velî - Lâik, Ulusal Kültür”, “Sosyal Güvenlik Öncüsü Ahi Evran Velî ve Ahilik”, “Atatürkçü Düşünce - Türk Rönesansı”, “Düşünceler Cumhuriyeti” adlı araştırma kitaplarından sonra “Islığını Derin Çal, Yüzyılları Getirsin” şiir kitabını yayınladı, son olarak da çeşitli makale, deneme ve araştırmalarını “Edebiyat Penceresi” adıyla kitaplaştırdı.
Artvin'in Ardanuç ilçesine bağlı Tosunlu köyünde dünyaya gelen Âdil Vahaboğlu'nun hayat hikâyesi de oldukça renkli. Eserinde kendi yazdığı biyografiye göre Artvin-Düziçi İlköğretmen Okulu'nu ve Erzincan Lisesi'ni bitirdi. Horasan-Yürükattı ve Tekman-Toptepe köylerinde öğretmenlik yaptı. Askerliğini Sivas ve Erzincan okuma-yazma okullarında yaptıktan sonra Erzurum Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü'nü bitirdi, iki dönem Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne devam etti. İstanbul Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Ankara Fen ve Edebiyat Fakültesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı lisansını tamamladı. Erzincan Lisesi, Denizli-Tavas Lisesi, Kırşehir Kale Ortaokulu, İstanbul Abdülhak Hamit Ortaokulu'nda Türkçe ve edebiyat öğretmenlikleri yaparken avukatlığını sürdürdü. Oniki yıl süreyle Atatürkçü Düşünce Derneği Kırşehir Şubesi'nin kurucu başkanlığında bulundu. Şiir ve denemelerinden dolayı ödüller aldı. Politikaya girmişse de fazla başarılı olamadı.
Âdil Gülvahaboğlu şiir, deneme ve araştırma dallarındaki çalışmalarını “Yenigün”, “Cumhuriyet”, “Aydınlık”, “Son Havadis”, “Barış”, “Halkçı”, “Yeni Ortam”, “Yelken”, “İmece”, “Demokrat İzmir”, “Yeni Adımlar”, “Öğretmen Dünyası”, “Yeni Ufuklar”, “Atatürkçü Düşünce” gibi gazete ve dergilerde yayınladı.
Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden 552 sayfalı “Edebiyat Penceresi” kitabının önsözünde görüşlerini şöyle dile getiriyor:
“Adil Gülvahaboğlu'nun kültür-edebiyat alanındaki çalışmalarını yıllardır izlemekteyiz. Toplumsal yaşamın dayanaklarını oluşturan insanlık değerleri konusundaki duyarlılığıyla kaleme aldığı deneme, makale, eleştirileri yaratma yeteneğini ve gücünü yansıtan ürünlerdir.
“Bunlardan en yenisi 'Edebiyat Penceresi' adıyla şimdi okurlara sunduğu makale, eleştiri düzyazılarından oluşan denemelerle renklenen yazılardır. Kendi kişiliğinin edebiyat alanındaki açılımı olan yeni kitabı duygu-düşünce birlikteliğiyle yapıcı etkisini gösterecek, okuyanları düşündürmekle kalmayıp insanlık ve yurttaşlık görevleri konusunda daha etkin duruma çağıracaktır. Bu nedenle övgüye değer bir yapıt kazanmış olmaktayız.
“İşlediği konuların başlıkları yaklaşımının düzeyini de kanıtlamaktadır. Yüzü aşkın yazının değindiği, iliştiği sorunlar, tanıttığı kişiler, yaptığı değerlendirmeler ulusal yapımızdan başlayıp evrensel değerlere uzanan çizgide konumumuzu ve olmamız gerekeni saptayan, öneren edebî çağrılar niteliğindedir.
“Âdil Gülvahaboğlu'nun emeği boşa gitmeyecek, kitabı kültür dünyamızı renklendirecektir. Kendisini kutluyorum. Meslektaşı olarak teşekkür ediyor ve eserini tüm okurlara salık veriyorum. Bu bir kültür hazinesidir.”
Âdil Gülvahaboğlu'nun kitabında ele aldığı yerel konular ve kişiler ise şöyle: “Ulusal-Sosyal Dayanışma Örneği: Ahilik”, “Ahilik ve Atatürkçülük”, “24 Aralık 1919: Müdafaa-i Hukukçular Kırşehir'de Buluşuyor”, “Ahi Bayramı ve Demokratik Ahlâk”, “Hacı Bektaş Velî ve Atatürkçülük”, “Sesi Gür, Sözü Gür, Sazı Gür Bir Şair: Şemsi Yastıman”, “Çift Beyinli Adam: Osman Bölükbaşı”, “Hacı Bektaş Velî Törenleri ve Canlara Merhaba!”, “Devrim Üzerine Hacı Bektaş ve Atatürkçülük”, “Neşet Ertaş”, “Âşık Boyacı”.
1960'lı yılların başlarında Kırşehir Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü de yapmış öğretmen Mehmet Boyacıoğlu'nun kızı Armağan Hanım'la evli olan Sayın Âdil Vahaboğlu'na nice yıllar sağlık ve mutluluk içinde edebiyat ve düşünce yaşamındaki çaba ve başarılarını sürdürmesini diliyorum.