Vatan sevgisi bambaşka bir duygu. İnsanlar nerde ve ne koşullarla yaşamış veya yaşamaya devam etse de, doğup büyüdüğü yerleri vatan olarak kabul ediyorsa oraları unutamaz.
Benim vatanım Kırşehir’i, gezip gördüğüm hiç bir yere değişmem. Talebeliğim sırasında değişik gazetelere makale ve şiirler vermeye başladım ve bu yazılar karşılığında çok cüzi bir ücret aldım. Aldım demeyim de verdiler yani cay parası. Bütün emelim Kırşehir hakkında bir kitap yazmaktı. Bunun için yıllarca karalamalarım oldu ve bunları kitap halinde bastırmayı arzuluyordum. Bunun küçük bir kitapçık olacağını düşünüyordum, fakat bir baktım ki çantamda iki veya üç ciltlik bir kitap çıktı. Bunun kitap haline getirmek bayağı bir maliyet, bu işlerle uğraşanlar bilir. Birikimin ayrı bir özetini çıkararak Kırşehir’in tarafsız gazetesi olan “Kırşehir Çiğdem”de ilk sayfasını yayınladık. Fakat her gün başka bir konu ekleniyor ki, sonu gelmeyen bir süreç olduğunu gördüm.
Daha önceki bölümde, şehri ikiye ayıran ve tarım arazileri için su kaynağı olan Kılıçözü Çayı’nın batı kısmını özetlemeye çalışmıştım. Kılıçözü Çayı’nın güzergâhında bildiğim kadarıyla suyla çalışan üç veya dört tane un değirmeni yer alıyordu. Dinekbağı’nın sonlarında yine suyla çalışan tek türbinli fabrika ayarında yine bir değirmen vardı.
Kılıçözü Çayı’nın batı kısmında anlatmaya çalıştığım Bağbaşı, Çukurçayır, Medrese Mahallesi ve Obruk bölümleriydi.
Yazımın başlangıcında Kırşehir’in nüfusu 17 veya 20 bin civarındaydı. Şimdiki beton yığınlarının yerinde bağ ve bahçeler vardı. Şimdi neler oturmuş o yeşil bahçe ve elmalıkların yerinde, eski halini bilenler görür. Şehir içerisinde başlayan Ankara Caddesi tek ve kaldırım taşlarıyla döşeli bir yoldu.
Evler Postane binasını geçtikten sonra başlar ara ara birkaç lokantadan sonra, şehrin ilk betonarme olarak bilinen Dr. Sami Beyin iki katlı eviydi, devamında bahçe içerisinde güzel jumbolu evler vardı. Maşaderesi’ne kadar Ankara istikametinde Hükümet binası yapılıncaya kadar üzüm bahçeleri ve ahi Evran değirmenine gelen suyun yolu ve etrafında öten ördek, kaz, hindi ve kuş sesleri koro halinde konser veren bir orkestra gibi huzur atmosferi verirdi insanlara.
Maşaderesi’nin başlangıcında yapılan caminin yerinde, telefoncu İhsan ağanın evinin balkon altında çift borulu bir çeşme akardı ki suyu mahalle sakinlerinin ihtiyacını karşılardı. Hükümet binasının yapılmasından sonra, Ankara Caddesi bozuk ve gösterişsiz beton yığınları yükselmeye başladı. Mustan’ın kavaklıkları ve karşısında DSİ binasının arka tarafları, yani ırmak tarafı meyve bahçeleriyle, cennet gibi yeşil alanlar ve bağ evleri yer alırdı.
Şimdiki polis binasının ve Valilik binasının olduğu yerde cay bahçeleri vardı. Ankara Cddesi’nin sağ tarafında füze gibi yükselen TMO’nun siloları o zamanlar bana bir gurur ve güven verir gibi gelirdi. Bir zamanlar hayvanat bahçesi olarak kullanıldı ve şimdi güzel bir park yapılmış yerine. Cumhuriyet Okulunun hemen yanında Meteoroloji binası, küçük bir yapıydı. Hep ben merak ederdim, “Bu bina ne işe yarıyor?” diye.
TMO’nun kuzeyinde şehrin ilk kooperatif evleri yapıldı. Otuz Evler olarak isimlendirilen bu evler tek katli ve bahçeli müstakil çok güzel evlerdi. Şimdi yıkılmış yerine çok katlı ve çok çirkin beton yığınları yerleştirilmiş. Eski hastane girişine varmadan, Kurukafa Apartmanı’nın hemen karşısında ve bir müddet Özel İdare’nin de bulunduğu yerde at harası veya hatırladığım kadar at ahiri yer alıyordu.
Şehir çıkışının sonunda hemen sağ tarafa ayrılan bir yol vardı, bu sığır yolu olarak bilinir ve boş bir arazi Kervansaray Dağlarına doğru otlakıye idi. Buraya ilk yerleşim yeri yani gecekondu bölgesi olarak Mucurlu Ali (lakabıyla Deli Ali olarak bilinen kimse tarafından yağmalanmış ve zamanla mahalle olmuş yerleşim yeri haline getirilmiş) bu hemşerimiz bir lokantada kadın kıyafetine bürünerek bir cinayet islemeye niyetlenirken lokanta sahibi tarafından vurularak öldürüldü.)
O tarihlerde sadece yazın çalışan, Boztepe ve Malya Çiftliği yolu, yine bağ ve bahçeler arasında Kervansaray’a doğru çıkar. Aşıkpaşa Mezarlığı, Kayseri yolunun üst tarafından mezarlıktan başka her hangi bir ev yoktu.
Medrese yolunun Kayseri asfaltının kavşağının tam karşısında, yurt dışında çalışan isçilerin parasıyla yapılan bulgur ve yem fabrikası kurulmuştu. Projesinde makarna fabrikası da yapılacaktı, fakat bazı uyanıklar nasıl etmişlerse o güzelim tesise sızmış ve işi kitabına uydurarak içini boşaltarak bir iflas ayağıyla fabrika ve arazilerine çöküp, yerleşim yerine imar planı alarak tek taşla iki kuş vurmuşlardı!
Bugünkü Neşet Ertaş Kültür Merkezi’nin yerinde Sanayi Sitesi yapılmadan önce çok eski mezarlık taşınarak yapılmıştı. Eğitim Enstitüsü yapıldıktan sonra bir yapılaşma, Kuşdilli Mahallesi’ni takiben Ortaköy- Aksaray yoluna karışıyor.
Şehrin o zamanlar tek içme suyu kaynağının bölgesi Kındam’ın kuzeybatı kısmında kalan bölgeydi, bu su kaynağı halen çalışır durumda ve muhitin en güzel ve kaliteli suyu olarak bilinir.
Bir yazının özetini çıkarmak kitabi yazmaktan daha zor olduğunu anladım, devamını zamanla yine gözden geçirmeye çalışacağım. Belki ilerde benim gibi Kırşehir hakkında kitap yazmaya olacak kimselere yardımcı olabilir düşüncesiyle, “Kırşehir Çiğdem” gazetesinin sorumlusu sayın sevgili Salih Güner’e de çok teşekkür ediyorum.