Kırşehir’de de geleneksel Türk konukseverliği ileri düzeydedir. Bir kişinin başka bir kişiye karşı elini ağzına kapatmadan hapşırması nezaketsizlik sayılır. Bunun yanı sıra aralarında kavga olacağı şeklinde yorumlanır. Ev gezmelerinde, misafirlikte ev sahibinin konukları kapıda karşılayarak yer göstermesi âdettir. Ev sahibi yer göstermedikçe oturulmaz. Ev sahibini rahatsız etmeyecek kadar oturulur. Evin genç bireyleri hizmette kusur etmemeye gayret ederek misafirleri ağırlamaya çalışırlar, ikramlar ne derece olursa olsun konuklar bunu saygıyla karşılar. Ev sahibinin de konuklarını ağırlamak için elinden gelen bütün gayret ve cömerdiği göstermesi gelenektir. Konuklar kalkmadan ev sahibinden izin isterler, onlar kapıda ayakkabıları çevrilir, ev sahibi konukları dış kapıya kadar geçirir.
10. Misafirlikte: Fütüvvet-nâmelerde çağırmaya gelenin önünde yürüme mek, yiyecek ne var diye sormamak, yemekten sonra çok oturmamak öğütlenir.
11. Hasta ziyareti: Fütüvvet-nâmelerde ikindiden sonra gitmek, güler yüzlü olmak, hastanın sağ yanına oturmak, çok oturmamak, Fatiha okumak.Bu kurallar Kırşehir’de de aynen uygulanmakta, hatta mezar ziyaretleri bile arefe günleri ikindi vakti yapılmaktadır. Hasta ziyarederinde ve ölümü takip eden günlerde evlere yapılan taziye ziyarederinde kesinlikle eli boş gidilmez. Çay, şeker, kolonya, gül suyu, lokum... gibi küçük bir hediye götürmek âdettir.
Çocuk yetiştirme
Kırşehir’de eğitim çocukluktan başlayıp, erişkinliğe kadar devam eden uzun bir süreci kapsar. Bu eğitim, inanışlar, gelenek ve görenekler biçiminde hayatın çeşitli safhalarına yansımıştır. Fütüvvet-nâmelerde yer almasa bile Kırşehir yöresinden tespit ettiğimiz birtakım gelenek ve görenekleri de buraya aktarmayı yararlı buluyoruz:
Kırşehir ve çevresinde çocuk eğitimi ile ilgili, gelenek ve göreneklerden kaynaklanan birtakım inanışlar vardır. Bunların bazıları toplumun görgü ve ahlâk kurallarını benimsetmeye yöneliktir. Ancak bir kısmı ise toplumda yerleşmiş batıl inanışları benimsetmek amacını da güder. Bunun nedeni de toplumun eğitim düzeyinin zaman içinde gerilemesi ve bu kurallar içine birtakım hurafelerin katılmasından kaynaklanmıştır. Bu inanış ve uygulamaların bazılarının doğruluğunu veya yanlışlığını irdelemeden sıralayalım:
“Süpürgeyle, özellikle süpürgenin gâvur tarafı adı verilen sap kısmıyla çocuk dövülmez; dövülürse çocuk cinlenir. Uykudayken çocuk öpülmez; öpülürse korkar, cinlenir” inancı vardır.
Çocuk bana benzesin diye, iyi huylu, gürbüz, iştahlı kimseler çocuğun ağzına tükürür.
Yuva ve yavru zamanı av yaparsa, kuş veya yaban hayvanlarının yuvasını bozarsa kendisinin de yuvasının bozulacağı inancı benimsetilir.
Çocuk dört, beş yaşına geldiğinde artık kendi kendine giyinmeyi elini yüzünü yıkamayı, burnunu silmeyi, konuşmayı, sayı saymayı, konuşmayı öğrenmiştir. Bu andan itibaren çocuk kendine söylenenleri anlayacak yaşa geldiğinde, erkekse eline kâğıt kalem; kız ise eline tığ, iğne-iplik verilir.
Çocuğa toplum ve aile içinde yaşayışın kuralları yeri geldikçe kazandırılmaya ve benimsetilmeye çalışılır. Evden izinsiz bir şey alınıp verilmeyeceği, başkalarından bir şeyler istenmeyeceği, ailesinden başka kimseden para alınmayacağı tembihlenir. Bir misafir geldiğinde “Hoş geldiniz.” demek, el öpmek, hâl hatır sormak, şeker ve kolonya dökmek, çay veya su ikramı, konukların kapı önündeki ayakkabılarım çevirmek, el yıkandığında havlu tutmak gibi görgü kuralları öğretilir.
Altı buçuk, yedi yaşına gelen çocuk okula kaydettirilir. Yaz tatillerinde, çocuk dinî bilgileri öğrenmesi ve Kuran okumayı öğrenmesi için hocaya gönderilir. Çocuğu hocaya teslim ederken “Eti senin kemiği benim. Bunu okut, adam et.” derler. Bu çocuğa hoca marifetiyle dinî bilgilerin yanı sıra ahlâk ve görgü kuraları da öğretilmeye başlanır.
Yaşı biraz daha büyüdüğünde, yaz tatillerinde başıboş gezmesin diye ya önüne birkaç koyun kuzu katıp güttürürler veya güvendikleri bir sanat erbabının yanında çıraklığa verir bir zanaat öğrenmesine gayret ederler. Kız çocuğu ise annesinin yanında ev işleri, el işleri öğrenir.
Böylece kız ve erkek çocukları ergen yaşa geldiklerinde, toplumun bütün değerlerini benimseyen birer yetişkin fert olurlar. (Seyfeli, 1995: 344)
(Devam edecek)