Kırşehir Cacabey Ortaokulu’nda öğrenciydim. Derslerin dışında sırasıyla Kırşehirspor alt yapısında antrenmanlara gider, eve gelince ders çalışır sonra kitap okurdum. 
O dönemler okuduğum Necatı Cumalı’nın “Susuz Yaz“ kitabının başlangıcında “Saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalarken ömür çabucak geçiyor“  yazıyordu. Tabi çocuk aklıyla Necati Cumalı’nın ne demek istediğini pek anlayamamıştım. Ama yaş elli beşe gelip, yolun yarısını geçince günler ne ara geçti ve ben bu yaşa ne zaman geldim dedim ve Necati Cumalı’nın demek istediğini anladım. 
Hani Kırşehir’in ortasında akıp giden Kılıçözü deresinin akışını kimse durduramıyor ya zamanın geçip gitmesini kimseler durduramıyor. 
Tam kırk beş yıl oldu “Kırşehir Çiğdem“ Gazetesi yayın hayatına başlayalı. Yarım asır demeye beş sene kaldı. Şimdi kendi kendime “Bu günler ne ara geçti ve “Kırşehir Çiğdem“ Gazetesinin yayın hayatına başlamasından bu güne kadar kırk beş yıl oldu“ diyorum.  
Dile kolay zor şartlarda kıt imkânlarla kırk beş sene Kırşehir’e hizmet etmek, Kırşehir’ in sorunlarını gündeme getirmek, Kırşehir’e hizmet edenleri alkışlayıp, etmeyenleri eleştirmek. 
Kuruluş amacında Kırşehir sevdası, Kırşehir aşkı. Kırşehir’e hizmet vardı “Kırşehir Çiğdem“ Gazetesinin. Başka bir amacı yoktu. Kırşehir’e hizmet yolunda alnının akıyla, şerefiyle, onurla gururla geldi bu günlere. 
On bir, on ikili yaşlardan itibaren gönül bağım vardı “Kırşehir Çiğdem“ Gazetesiyle. 
Tabi ki o dönemler teknoloji bu kadar üst seviyede olmadığı için zor şartlarda gazetecilik yapılır, haber toplamak, fotoğraf çekmek bu kadar kolay olmayıp metal harfler tek tek dizilerek baskı yapılırdı. Çok eziyetli ve zor bir işti gazete çıkarmak. Dile kolay kırk beş yıl. Kırk beş yıl içerisinde köprülerin altında çok sular geçti, şirketler açıldı, şirketler battı, dükkanlar açıldı, dükkanlar kapandı,  gazeteler kuruldu, gazeteler kapandı ama ne mutlu ki bu süre içerisinde zor süreçlerden geçen “Kırşehir Çiğdem“ Gazetesi her türlü zorluğa göğüs gerip, dimdik ayakta durarak kırk beşinci yılına erişmemim gururunu yaşıyor. 
On iki yaşında Kırşehirspor alt yapısında oynadığım için Kırşehirspor haberlerini takip  etmek ve lig fikstürünü almak için yolum düşmeye başlamıştı “ Kırşehir Çiğdem“ Gazetesine.  Sonrasında her yıl düzenlediği kompozisyon yarışmalarına katılırdım. Bu vesile ile tanıştım  Salih Güner kardeşimle, Şevket Güner, Dursun Yastıman ve Allah rahmet eylesin merhum Avşar Cihan ve Ertuğrul Ersan ağabeylerimle. Kendilerine Kırşehir ve gazetecilik hakkında sorular sorardım, zaman, zaman yazdıkları köşe yazılarını eleştiren mektuplar gönderirdim. Birisinde hiç unutmuyorum merhum Ertuğrul Ersan’ın yazmış olduğu köşe yazısına eleştirilerde bulunan isimsiz mektup göndermiştim. Tabi düşünemediğim konu benim solak oluşumdu. Mektubu okuyan Ertuğrul Ersan ve Şevket Güner yazının sol elle yazıldığı için bana ait olduğunu bilmişler ve yanlarına gelmem için haber göndermişler. 
Davete icabet sünnettir deyip gazeteye gittim.  Bana gönderdiğim mektubu göstererek “Bu ne?” dediler. “Zaten altında isim yok, ne bileyim?” dedim. 
“Bu mektubu sen mi göndermedin?” dediler. “Hayır” dedim.  “Yazı sol elle yazılmış, sen de solak olduğuna göre bal gibi senin işin” dediler. Fazla kaçamadık “Evet benim işim, ben vatandaş değil miyim, eleştiri hakkım yok mu?” dedim. “Herkesin eleştiri hakkı var ama sen sürekli bizlerle görüşen birisin neden yüzümüze söylemiyorsun, mektup gönderiyorsun?”  dediler. “Benden direk sizlere söylesem bu kadar tatlı olmazdı” deyince kahkahalarla gülmüşlerdi. Ve son olarak Ertuğrul Ersan ve Şevket Güner bana “Osman sen bizim kardeşimizsin, gazeteciliğe, yazarlığa meraklısın, okuma alışkanlığında var, ileride inşallah“ “Kırşehir Çiğdem” Gazetesi’nde yazı yazarsın demişler ben de “Güldürmeyin beni, yazı yazmak kim, ben kimim, hem benim yazdığım yazıları kim okur hem Şevket Güner ağabey bana yazı yazdırır mı?“ deyince Şevket Güner ağabey “Neden olmasın? sen kendini yetiştir, okumaya, araştırmaya devam et o günleri hep beraber görürsek sende gazetemizde yazı yazarsın“ demişti. 
Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olur sözünde olduğu gibi bugünlerde “Kırşehir Çiğdem“ Gazetesi’nde yazı yazacağım o günlerden belliymiş. 
Ama şu konuda çok iddialıyım, yıllar önce dediğim gibi bugün de benim yazılarımı benden başka okuyan yok. 
Bazen bana neden  “Kırşehir Çiğdem Gazetesindesin?” diyenler olur. İşte yukarıda bahsettiğim hatıralarım, anılarım ve gönül bağım için buradayım. İlkeli, doğru dürüst gazetecilik yaptığı için buradayım, kimselere yalakalık yapmadığı,  paspas olmadığı için buradayım, dün kötü dediğine bu gün menfaat ve çıkar için iyi demediği için buradayım, çizgisinden taviz vermediği için buradayım,  haber ve köşe yazarlarında kalite olduğu için buradayım, doğru habercilikte öncü olduğu için buradayım, Kırşehir’ e hizmet ettiği için buradayım ve yazılarımı sadece ben okusam da bir aksilik olmadığı sürece burada olmaya devam edeceğim. 
“Kırşehir Çiğdem” Gazetesi yayın hayatına başlayalı kırk beş yılı geride bırakıp, yarım asra beş yıl kalmışken her yıl dönümünde olduğu gibi bu gazetenin geçmişindeki onur verici süreci anmak bizler için vazgeçilmez bir görev olup, hep birlikte nice kırk beş yıllara diyor, yayın hayatından bu güne kadar emeği geçenlere teşekkür ediyor, ahirete intikal edenlere Allah’tan rahmet diliyorum.