Geçenlerde “Biter Kırşehir’in gülleri biter” türkümüzü dinlerken bir ayrıntı dikkatimi çekti… Söz ve müzik “anonim”… Derleyeni adıyla sanıyla belli ama üreteni yok… Derleyenini ünlendiren, ama üretenini dışlayan bir sunumla gönlümüzü coşturan meşhur türkümüzü buruk bir keyifle dinledim. Ama bu türkü “anonim” değil “Kırşehirli Âşık Sait’e aittir” demek ihtiyacı hissettim.

Geçenlerde “Biter Kırşehir’in gülleri biter” türkümüzü dinlerken bir ayrıntı dikkatimi çekti… Söz ve müzik “anonim”… Derleyeni adıyla sanıyla belli ama üreteni yok… Derleyenini ünlendiren, ama üretenini dışlayan bir sunumla gönlümüzü coşturan meşhur türkümüzü buruk bir keyifle dinledim. Ama bu türkü “anonim” değil “Kırşehirli Âşık Sait’e aittir” demek ihtiyacı hissettim. Bu konuda Kırşehir’in kültür, sanat, düşün ve yazın alanının tüm insanlarına bir görev düşmektedir; “bu tür birikimlerimizi, değerlerimizi, eserlerimizi araştırmak, gerçeklikleriyle, öyküleriyle erişilebilir hale getirmek, tanıtmak… Bu konuda çaba gösteren hemşerilerimiz var ama öncelikli görev Ahi Evran Üniversitesi’nin ilgili akademik birimlerine düşmektedir.
Kırşehir Türküsü’nün çok bilinen iki dörtlüğünden sonraki iki dörtlük çok bilinmez belki ama son dörtlükte Âşık Sait karşımıza çıkar:
“Çıktım yükseğine seyran eyledim
Al yeşil bahçeli Kaman görünür
Firkat geldi, ah eyledim, ağladım
Kılıçözü, çayır çimen görünür

Biter Kırşehir’in gülleri biter
Çırpınır dalında bülbüller öter
Çok olur güzeli, hep yeni yeter
Kaşının üstünde keman görünür

Günbegün artırdım ah ile zari
Elimden aldırdım gül yüzlü yâri
Arzum sende kaldı koca Kayseri
Erciyas başında duman görünür

Saidim çekersin her zaman keder
Gurbetlik daima benimle gider
Bu aşkın elinden çektiğim yeter
Sevdiğim yolların yaman görünür…”

Âşık Sait’e ve Âşık Seyfullah’ın şiirlerini derli toplu bir halde gördüğüm ilk kayıt sevgili bacanağım Nail’in babası (Kortululu) İsmet (Kılıç) amcanın el yazısıyla tuttuğu bir defter idi… Rahmetli İsmet amcanın şiire olan ilgisi, merakı Kırşehir’in önemli söz ustalarından Âşık Seyfullah ve Âşık Sait ile tanışmama vesiledir. Daha önce kulaktan dolma bilgilere sahip olduğum bu iki gönül insanının öykülerini ve şiirlerini İsmet amcadan dinledim. Köyün uzağında Kızılırmak’ı gören bir yamaca kondurduğu eve “Çamlıbel” demişti. Kurulu düzene, haksızlığa isyan eden Köroğlu’nun feraha erdiği bir Çamlıbel… Hasan Dağı’na doğru bakarken şiir üzerine konuşmak çok beklediğim bir şey değildi ama İsmet amcanın hayat öyküsünde askerlik anılarından önce gelen bir konuydu.
Memleketimizin sazlı, sözlü muhabbetlerinin en esaslı eserlerini dillendiren bu iki aşığın eserlerini değişik yorumlarla da olsa Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş çizgisinde görürüz. Bu eserleri tanıtmayı başaran özellikle Neşet Ertaş’a ait olduğu düşünülen bazı eserler Âşık Sait veya Âşık Seyfullah’a aittir. Saz çalma, türkü söyleme geleneğinde sözlü edebiyatın bir özelliği olarak aidiyet sözler içindeki mahlas veya isim ile belirginleşir. Esere sahiplenmekten çok eserin benimsenmesi, dillendirilmesi daha önemlidir âşık geleneğinde. Ülkemizde fikir ve sanat eserleri üzerinde “telif hakları” kanunla 1951’de düzenlenmiştir ve koruma altına alınmıştır. Son yılların en üretken ozanı Neşet Ertaş’ın ürettiği eserlerden milyonlar, milyarlar kazanan olmuştur ama Neşet Ertaş hakkını alamamış, hatta talep bile etmemiştir. Her türküyü “anonim” görme kolaycılığı sözlü edebiyatımızın bu özelliğinden kaynaklanmaktadır, belki?
Ne olursa olsun, özellikle günümüzde eserlerin kaynaklarının araştırılması, gerçek sahiplerinin belirlenmesi maddi olmaktan önce manevi bir zorunluluktur. Düşüncelerimizi, duygularımızı güzel dizeleriyle dillendiren, dertlerimize tercüman olan bu insanlara, en azından bugün böyle bir borcumuz vardır diye düşünüyorum. Memleketten uzakta Âşık Seyfullah’ın dizelerinde Kırşehir özlemimi bu vesileyle bir kez daha dile getirmek isterim…

Uzadı yolların varamaz oldum
Karalı görüyo(ru)m düşün Kırşehir
Yetişti goncalar deremez oldum
Lale, sümbül için dışın Kırşehir

Yaz gelince dudu, kumru ötüşür
Mor menekşe reyhana karışır
Âlim, fazıl, yiğit sende yetişir
Mübarek toprağın, taşın Kırşehir

Ortasından akar bir ince nehir
Bahçesinde bülbül öter, her sahir(seher)
Kırşehir değildir, salan ‘Gülşehir’
Görmedim emsalin eşin Kırşehir

Seyfullah der bir daha uğrar mı yolum
Vasfını demeye acizdir dilim
Köyüm Toklumendir, Kırşehir ilim
Kervansaraydır başın Kırşehir

Geçen yüzyılın ortalarında Kırşehir’de “zorunlu ikamet”e tabi tutulan bir Alman sosyolog (WalterRuben) “İç Anadolu’da Küçücük Bir ‘Eskiçağ Şehri’: Kırşehir” adlı eserinde(sayfa 193) “Ünlü ustalarının, İbrahim veya son besteci Yusuf Ustanın eserlerini tüm ısrarlara rağmen söylemediler… Bir Abdal olmamasına rağmen hep Said’in eserlerinden çalıp söylediler” diye not düşmüş. Anlıyoruz ki Âşık Said ve Seyfullah’tan ötesi de var, unutmakta olduğumuz bu değerler arasında…
Konunun uzmanlarını, Ahi Evran Üniversitesinin ilgili akademisyenlerini Türk Halk Edebiyatının bu isimsiz kahramanlarına, ustalarına, onların günümüze ulaşmış eserlerini derlemeye, toplamaya, halkımızın istifadesine sunmaya davet ediyorum. Sonuçta geride bırakabileceği insanoğlunun sadece ismi ve eserleridir. Bunları derlemek, toplamak için “zorunlu ikamete tabi tutulacak bir eloğlu” beklemenin âlemi yoktur. Yeni eserler üretmeye çalışırken eskilerini de yeni nesillere ulaştırmanın çabası gösterilmelidir. Bu eserleri verirken dün yazdıklarını yarın sahipleneceklere “kimseye kalmaz” diyebilen gönül erenlerini ve bu dizelere erişmemi sağlayan İsmet (Kılıç) amcaya bu vesileyle rahmetle ve hürmetle yâd etmek istiyorum…
Dünya malı dünyanındır, konup göçen kimseye kalmaz elbette!

Kahpe felek bir ok attın sineme
Hele ben ölürsem, sana da kalmaz
Kavim, kardeş, emmim, dayım var deme
Günbegün eksilir, çoğa da kalmaz

İnsanı balçıktan yarattı Bani
Asi kullar için halk etti narı
Yarın mahşer günü meydan misali
Yerler tebdil olur, göğe de kalmaz

El pençe divanına çıkılan
Türlü yemeklere sumat ekilen
Kaplan postlarıyla yedek çekilen (üç atla çekilen)
Padişaha ferman, tuğa da kalmaz…

Ali Akdoğan
Güzelbahçe, İzmir
18 Şubat 2018