Kimlik ve kişilik bir insanın omurgasıdır, onurudur, şerefidir, olmazsa olmaz en yüce değerleri olan aynasıdır. Daha güzel, daha başarılı, daha zengin, daha yüksekte yer tutarak makam, şan ve şöhret sahibi olmayı ister her insan.

Kimlik ve kişilik bir insanın omurgasıdır, onurudur, şerefidir, olmazsa olmaz en yüce değerleri olan aynasıdır.
Daha güzel, daha başarılı, daha zengin, daha yüksekte yer tutarak makam, şan ve şöhret sahibi olmayı ister her insan.
Bunlar hiç şüphesiz cezp eder birçok kişiyi. Nasıl da alır insanın aklını.
Bu hal ve durum Kırşehir’de yaşayanlar içinde, Türkiye’de yaşayanlar içinde, Dünya’ da yaşayanlar için de geçerlidir.
Tabii ki her insan onlara sahip olmayı ister ama bunların yanında kimliğini ve kişiliğini kaybetmeden onuru, karakteri, şerefi, itibarı da olmalı insanın değil mi?
Oturduğu makama bileğinin hakkıyla gelmeli, makamını ve bulunduğu toplumu şereflendirmelidir değil mi?
Öylesine öyle de ama gelin görün ki (!) medeniyet ve teknolojiyle birlikte, insanların kimliğimi ve kişiliğini kaybetmesi, çağdaşlık maskesi altında örf, adet, gelenek ve göreneklerinden kopması büyük bir yıkıma ve örselenmeye neden olmaktadır. Bunun belirtilerini ve sonuçlarını bırakın büyük şehirleri Kırşehir’de de görmekteyiz.
Orta Anadolu’nun ortasında bulunan Kırşehir caddesiyle, sokaklarıyla ve kurumlarıyla bu hale geldiyse diğer şehirlerin durumunu düşünmek dahi istemiyorum.
Bırakalım ülkemizin dört bir tarafını Kırşehir’e baktığımız dahi insanoğlunun kimliğinden kopmuş, kişiliğini kaybettiğini, vurdumduymazlığın, sorumsuzluğun hat safhaya ulaştığını, doyumsuzluğun, lüks yaşama isteğinin, kendini beğenmişliğin alıp başını gittiğini görürsünüz.
İnsan en yüce değerlerinden kopmuş, insan olduğunu unutmuş, sadece ben diyerek hareket etmeye başlamış, şımarıklık, kibir, kapris ve özenti içerisine girerek yapmacık hareketler içerisinde olduğu gibi görünmekten, göründüğü gibi olmaktan uzak, taklitçi ve özentici kişilik ve kimlik içerisine girmiş ne yazık ki.
Peki insan neden olduğundan farklı ya da başka biriymiş gibi görünmek ister?
Karşısındaki kendini olduğundan daha iyi görsün, daha farklı düşünsün diye mi?
Neden bu yapmacıklık, neden bu özenti?
Neden kendisiyle barışık olamaz insan?
Göründüğün gibi olmak, olduğun gibi görünmek, söylediğini yapmak, yaptığını söylemek, her haliyle doğal, sade, içinden geldiği gibi konuşarak, zıtlıklarıyla çelişkilerini kabul ederek yola devam etmek varken. Kendi kimliği ve kişiliğiyle karakterli yaşamak varken neden bu kendinden başka biri olma isteği?
Neden buzun üzerine bina yapma isteği?
Nedir insanı bu duruma getiren?
Hepsinin cevabı için kimliğimizi ve kişiliğimizi kaybettiğimiz içindir dersek doğru söylemiş oluruz.
Oysa bir saniyesinin bile ne olacağı belli olmayan dünyada bir lokma ekmek için şerefini ayaklar altına almaya değer mi?
Bir zamanlık mevkii için, şirin görünmek için, artı puan kazanmak için yalakalık yapmaya, ayak öpmeye, el etek öpmeye, kuyruk sallamaya değer mi?
İnsan olduğunu unutmadan, insana insan olduğu için değer vererek, insanca yaklaşmak ve yaşamak varken günlük menfaatler için haysiyetini karatmaya değer mi?
İnsanların olduğundan farklı görünme çabaları, sadece ben demeleri, suya sabuna dokunmamaları, hayatının ya da kendi içindeki sessiz çığlıkları mı? onu da bir türlü çözemiyorum.
Acaba kendine benzer birini bulayım derken aslında kendilerini bile bulamamış olmaları mı diyorum.
Tabii ki hepimiz daha güzele, daha iyiye ulaşmak için mücadele veriyoruz yaşamımızda.
Ama bu mücadelede şerefli, onurlu, erdemli, itibarlı yaşamak en güzeli değil mi?
Bulunduğu makama yalakalıkla, şerefsizlikle, kuyruk sallayarak, birilerini ısırarak değil de, tırnaklarıyla kazıyarak, bileğinin hakkıyla gelmek en güzeli değil mi?
Hayatın gerçeklerinden kopmadan, insan olduğumuzu, kişiliğimizi, karakterimizi unutmadan birilerine iftira atmadan değil mi?
Zira cebimizdeki kimliğimizdir, benliğimizdeki kişiliğimizdir, bizi hayatla buluşturan, gerçeklerin neler olduğunu anlatan.
Hepimiz biliriz ki somon balıkları nehirlerde akıntıya karşı yüzerler.
Peki bizler akıntıya karşı yüzersek ne olur?
Yoruluruz, direnirsek ne olur?
Boğulup gideriz.
O halde başka kimliklere bürünerek, akıntıya karşı yüzerek nehrin başlangıcına gitmek mi?
Yoksa kendimizi akıntıya olduğumuz gibi bırakıp yüzerek gideceğimiz yere gitmek mi?
Sahte bir hayat mı?
Gerçekçi bir hayat mı?
Olduğumuz gibi görünmek mi, göründüğümüz gibi olmak mı?
Artık başka kaşıkla başka halt yemeyi bir tarafa bırakarak bu soruya doğru cevabı vermenin zamanı geldi herhalde.