Merhaba dostlar, merhaba sevgili okurlarım.
Yıllardır, aylardır ülkemizde yaşanan iç ve dış siyasi olaylar, gelişmeler, sıkıntı ve olumsuzluklar tüm toplumu derinden etkiledi ve etkiliyor.
Toplum iyice gerildi, insanlar yoruldu, bitap düştüler.
Şu an siyasilerin anlaşmaları da mümkün gözükmüyor.
Yaşadığımız tüm olumsuzluklardan kısa zamanda kurtulmak nasıl olur bilmiyorum.
Ülke olarak geleceğimizden endişeliyiz.
Böyle bir ortamı yaşıyoruz, her alanda, sorunları sarmalayarak düşe kalka yaşıyoruz.
Öyleyse bu günkü yazıma başka bir cepheden bakarak biraz da fikir jimnastiği yapalım. Biraz bırakalım kendimizi şöyle bir sorgulayalım.
Birisi sana akıl veriyorsa, onu iyi araştır. Acaba doğruları mı söylüyor, yoksa sana çıkarı ve menfaati için mi akıl veriyor? Akil adam sayılabilir mi?
Yine çok iyi araştır sana akıl verenin dış görünümü nasıl? Kendi ticari, siyasi itibarı nasıl, Eş ve çocuklarıyla nasıllar? Toplumda sevilen, sayılan, sözü dinlenen birisi mi?
Kendisinin geçmişi nasıl? Söyledikleriyle, yaşadıkları gerçeklerle bağdaşmıyorsa, böyle yaşamıyorsa, böylelerinden uzak durulmalı ve mazisi çok iyi araştırılmalıdır. Ve araştırılması da elzemdir.
Birisi seni eleştiriyorsa, önce kabul et. Eleştirinin sen de sebeplerini iyice araştır. Gerçekse teşekkür et, saygı sun. Bir daha hataya düşmeyeceğini, tekrarlamayacağını, yapılan eleştiriyi beynine nakşet.
Sen de sonra, seni eleştireni geriye dönük kim olduğunu, mazisinin ne olduğunu iyice araştır. Acaba doğruları gerçekleri söylüyor mu?
Sizi eleştiren kişi birilerine hiç yardım etmiş mi? Birisinin elinden tutmuş mu? Bu kişi çocukluğunu, gençliğini yaşamış mı? Gençliği karanlık mı?
Yok yaşamamışsa, yaşamaya çalışıyorsa, başkalarının yaşamına özeniyor, özlüyorsa bırakın onu o öyle yaşasın. Ondan uzak durun. O zavallı sonradan görme eciş, bücüş adamdır.
Şu sözleri çerçeveletip evimizin, işyerimizin başköşesine asmalıyız.
Benim hayatım bütün bunları tanımakla geçti. Neler gördüm, neler tanıdım. Siz bakmayın onların öyle gözüktüklerine. Anlatsam onları dilinizi yutarsınız yani. Ama iş işten geçmişti. Hayat insanlara bunları da öğretiyor. Bunlarla da karşılaşıyorsunuz. Hiçbir şey bilmezler, ama biliyormuş gibi yapanlar, ordan-burdan kopyala yapıştır yapanlar öylesine kişiler onlar.
Ben bu hayattan, yaşanmışlıkların, büyüklerim, dostlarım, ağabeylerim olan Hacı Mehmet Gülten, Hakkı Göçen ve “Ahi Baba” Mustafa Karagüllü’den öğrendim. Şimdi sayfa sayfa açıp okuyorum. Onları ve onların anlattıklarını unutmak ne mümkün?
Bu altın sözleri okurum, kimi zaman kendimle hesaplaşırım.
Birkaç gün önce Kırşehirli eski bir milletvekili, eski bir siyasetçi çaldırdı telefonumu:
“Merhaba Şevket Bey, Merhaba Kırşehir’in Aydın Doğan’ı…”dedikten sonra bir sürü övgü dolu sözler söyledi.
“Sağolun teşekkür ederim” dedim.
Bir zamanlar Kırşehirspor’un Başkanı rahmetli Atalay Ülgen, Avşar Cihan, Hacı Mehmet Gülten, “Sen, Kırşehir’in Erol Simavi’si’sin” derlerdi bana. Hatta bugün İYİ parti İl Başkanı olan Müfit Göçen bile “Merhaba Simavi” diye konuşmasına başlar.
Yani “Kırşehir Çiğdem” gazetesi yarım asırdır Kırşehir’in “amiral gemisi”ydi. Onun için Simavi ya da Aydın Doğan benzetmesini yapıyorlar. Çıkar ve menfaat bizim yanımıza zaten hiç uğramadı, uğrayamaz da…
Bense Kırşehir’i ölümüne severek, Kırşehir’in sorunlarını siyasi partilere taşıyarak, çare arayarak ömrümü verdim.
“Kırşehir” dedim… Kırşehir’e söz söyletmedim.
Çalıştım, çabaladım, kazancım olmadı, hiç kâr etmedim nedense!
Başkaları gayrimenkul zengini oldu, benimse en büyük servetim yaşayan ve yayınlanan gazetem “Kırşehir Çiğdem” ve evlatlarım oldu. Evlatlarım, torunların makam ve mevkii sahibi oldular. O bana yeter. Benim servetim de bunlar oldu.
Ekonomik özgürlüğü olmayan yayın organları bağımsız olamazmış. Bizim ekonomik kaynağımız Kırşehir ve Kırşehirlilerdir. Biz her şeyi Kırşehir’e ve Kırşehirlilere borçluyuz.
“Kırşehir Çiğdem” Kırşehir’in, demokrasinin hizmetinde devam ederken, elli yıldır yaşadığı tüm sorun ve sıkıntıların kaynağında kurutan, bitiren her görüş ve fikire. Bitmek bilmeyen saygısından olmasından kaynaklanıyor.
Ben böyle yaptım, böyle sabır gösterdim.
Cebimde param olmadı, ama ben hiçbir zaman başı öne eğik gezmedim.
Kırşehir’le yattım, Kırşehir’in sorunlarıyla kalktım, çare aradım.
Kimi sonradan görme siyasetçi bozuntularıyla ters düştüm. Ama Kırşehir’e söz söyletmedim, kimsenin de söz söylemesine izin vermedim.
“Nörüyonuzz Kırşehir” diyen o siyasetçiye değil, ona “Nörüyonuz Kırşehirliler” dedirtenlere dilimin döndüğünce söz söyledim. O ne bilirdi bizim Kırşehirlilerin “nörüyonuz” dediğimizi…
Yarım asırdır yayınlanan gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”de yaptıklarım hep haksızlıklara karşı susmadım. Olmaz, olamaz dedim. Hatayı, yanlışı kabul etmedim. Bir harf için sesimi yükselttim olmaz dedim.
Hiçbir zaman devletle, hükümetle karşı karşıya gelmedim. Sadece doğruları yazdım, gerekçeleri dile getirdim. Kırşehir’in bütün sorunlarını yazdım, istedim. Hizmet yapanlar, hizmet getirenler, silinip gidenler ortada.
Sınırlı imkânların küçük adamlara hep lütuf yarattığını, nasıl tetiklediğini gözlemledim. Bütün bunları yaşadım, gördüm.
Yoklukları, yoksullukları yaşadım, ama kimseye belli etmedim.
Ehliyetim vardı. Ama “Kendi olmasa da arabası kapıda olmalı” sözüne rağmen arabam olmadı. Nedenini anlatmak isterim ama uzun olur.
Başkaları gazetemde yazarken hepsi ün peşindeydi. Kimleri tanıdım, kimleri gördüm.
Ah!.. Ah!..
Ben çocuklarıma ahlı vahlı para yedirmedim. Şimdi hepsi Allah razı olsun. Hiç birinde nokta kadar bana bir şey yansımadı. Bir şeylerini görmedim.
Ben bu memlekette neler gördüm, kimleri tanıdım?
Çok iyi insanların yanında, ciğeri beş para etmez, menfaat ve çıkar düşkünlerini de gördüm, tanıdım.
Öyleyse merhum “Ahi Baba”nın deyimiyle her yazıda ciddi konuları bırakıp, biraz sizleri şöyle bir nefes aldırıp uzaklara götürelim.
Sevdiğim bir vadisini, Kırşehir’in güzelliklerini yazalım.
Kırşehir’in dağlarına, bağlarına kurban olunmaz mı?
Öyleyse şu güzel dizelere göz atalım:

“Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum.
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıktan açarlar kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokular
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni.
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni

Ben bir bahçe suluyordum gönlümden
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden
Ne güller fışkırır çilelerimden
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim
Korkmadım, korkmuyorum ölümden
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.”
Şair, hukukçu, yazar Celâl Tekiner’in
Ruhu şâd, olmaz mı böyle…