Kim, kime ne dedi?



Son zamanlarda hükümet kanadında kimin ne dediği anlaşılamaz duruma
geldi. Sayın Reisicumhur ne kadar da “benim dediğim olur, kontrol ben de” dese de, icraat da pek de öyle olmadığı bariz şekilde görülmeye başladı.
Aynı ideoloji ve fikirlerin savunulduğu bir topluluğun siyasi parti çatısı altında toplanması ve devlet çıkarlarının tek ses olarak koro sedası ile bir ahenklik göstermesi gerekirken, son çıkışlarla pek de öyle olmadığı görülüyor.
Üst üste başarılık gösterilirken, çıtanın üstüne ambargo koyduğunu sanarak, yasa, hak ve hukukun tanınmaması, başarının verdiği kibir ve gururla hareket etmenin ne kadar zararlı olduğunu, tarihi olaylar bizlere örnekleriyle gösteriyor.
Devleti yıkma ve var olan düzeni değiştirme teşebbüsüne cesaret etme akılsızlığına girişen bir terör gurubunun tavsiyesi, aradan gecen uzun zaman zarfına rağmen bir neticeye varılamaması, düşündürücü değil mi?
Bu terör örgütlerinin değirmenine su taşıyan kimseleri, cezalandırma yerine devletin değişik üst düzey kurumlarında görevlendirilmesi, mücadelenin özüne uygun mudur acaba? Bu konuda net bir açıklama ve uygulama bir türlü inandırıcılık kazanamadı. Halkın düşüncesinde sus payı olarak değerlendirmesi haklı olduğunu desteklemez mi?
Sayın Reisicumhurun çok isabetli bir tespitini duydum televizyonlarda. “Bu gibi örgütlerin siyaset, ticaret ve ibadet ayağı var” dedi. Ben de “Günaydın sayın başkan” diyeceğim.
Peki aynı yöntem ve ayni taktikle Türkiye’de kaç tane din ve tarikat örgütleri var? Bunların zamanla iktidarı ele geçirmek için faaliyete geçip, geçmemenin garantisi var mıdır? Ne kadarı sağlıklı kontrol ediliyor?
Bir Adnan Oktar şovu kaç sene sonra kontrol altına alınabildi de son nokta kondu. Diğer örgütlerin farklılıkları nedir? Adeta hac ziyaretine eş değer olarak gösterilmeye çalışılan doğu illerimizdeki tarikat gurubunun yaratabileceği tehlikenin farkında mıdır devlet?
Yapılan her seçimde bu gibi tarikatlarda medet ummak ve onlara tanınan tolerans devam ettiği müddetçe, ülkemiz her zaman risk altındadır.
Seçim kaybedilen bölgelerde, tekrar gözden geçirilmesi gereken yanlış icraatların yerine, bölgeleri cezalandırma yöntemine başvurmak ne ve neyi kazandırır bir siyasi partiye bilemiyorum.
Kırşehir milletvekilini, kendi bölgesinde eksikleri tespit etme yerine, başka bir şehrin sorunlarının tespiti için görevlendirmek nasıl bir devlet idaresi anlayışı, anlamak mümkün değil.
Halkı kendi zaptırabinin altında görmek siyasi gafletin ilki de değil, sonu da olmayacak. Halkın artık gözü açıldı, her palavrayı yutmuyor. Yörelerin eksikleri ve icraatların seyri, parlamentoda görev alan Milletvekillerinin tespit ve raporlarıyla belirlenir. Ne kadarda rapor hazırlansa yine de milletvekili sayısına göre, yatırım projeleri değerlendiriliyor.
Halbuki büyük kentlere göçün önlenmesi kadar, köylerde kentlere akının önünün kesilmesine de etkisi olur kanısındayım.
Kırşehir tarihi boyunca devlet yatırımında hiçbir zaman istifade edememişliğin arkasında yine siyasi çıkarların ve çekişmelerin büyük rolünün olduğu bilinir. Geriye dönüsün tek yolu, şehrimize biraz devlet elinin uzanmasını, Kırşehirlilerin beklediği payitahta duyurulması.