Zaman geriye asla gelmiyor bu kesin ancak bazen çok istiyoruz o eski güzel günlere geri dönmeyi.
Ne kadar da çok özlüyor insan o eski günleri.
Hele Kırşehir’de geçen çocukluk anılarımızı kim, nasıl unutabilir ki?
Nereden başlasam bilemiyorum mesela; yeni doğan hiçbir bebek altına bez bağlanmazdı özel topraktan beleme yapılırdı.
İlkokulda iken haftada bir gün süt ve fındık dağıtılırdı.
Resimlerin tamamı siyah-beyazdı.
Mesela benim bir tane bebeklik resmim var ikincisi yok…
Hatta ayakkabılarımız bile siyah adı da soğuk kuyu idi.
Okullarda siyah önlük, beyaz yaka bulunur fakir zengin ayırt edilmez herkes tek tip giyinirdi.
Cebimizde mendil mutlaka bulunurdu.
O zamanın hastalıkları şimdiki gibi modern değildi…!
Tifo çiçek, kızamık, zatürre bunun için bile yılda bir kez okulda aşı olurduk ve nedense hemen hepimizin kolu şişerdi…
Kız çocukları bezden bebek biz erkekler ise çamurdan oyuncak araba yapardık.
Arife günleri alışveriş yapılır ayakkabı veya elbise alınmışsa mutlaka o gece yastığımızın altında olur onunla yatar bayram sabahına birlikte uyanırdık.
Elbise alamayan arkadaşlara varsa ikinci bir elbisemizi ödünç verirdik tıpkı diğer eşyalarımızı ödünç verdiğimiz gibi.
En çokta yerli malı haftasını severdik…
Kreş bakıcı vs. olmadığı gibi özel okulmuş dershaneymiş hiç biri yoktu.
Ekmek bulunsa katık bulunmaz katık bulunsa ekmek bulunmazdı yoklukla neredeyse terbiye edilmiştik…
Çok kitap okuyan bir geçmiştik burası kesin…
Öyle ki gece elektrik olmaz veya kesilince mum da ya da löküz (gaz lambasında) ders çalışırdık.
Okunacak kitap parası bulamadığımız için birbirimizden okudukça değiştirirdik.
Yaz tatillerinde simit satar, ayakkabı boyardık kimse asla gezip yatayım demez, diyemezdi…
Veya camiye Kur’an ve dinimizi öğrenmeye giderdik (istisnalar hariç, her ne kadar hocaları sevmesekte)…
Anne babamıza dursun, büyüklere bir kez sesimizi yükseltmez yükseltemezdik.
Mahalle köşelerinde soku taşı olur mahallenin gençleri hedik döven insanlara yardım eder arada tokuşlar çarpışır ilginç durumlar ortaya çıkar bazılarının kafası bazılarının gözü şişer ama kavga edilmezdi…
Hatta komşunun bir işi olacaksa (sapı samanı taşınacaksa odunu kömürü çekilecekse) çağırılmadan koşardık karşılık beklemeden yardım ederdik…
Kimsenin çocuğu kayıp olmaz, kaçırılmaz ve asla suiistimal edilmezdi.
Elindeki azığını paylaşan, ekmeğini bölüşen hayatı dertleri paylaşan bu insanlarda asla ihanet, kahpelik namussuzluk olmazdı.
Bir birimizin anasına, bacısına mahallesine sahip çıkardık.
Emin olun okulların öğretemediği derinlikte bilgi ve birikime sahiplerdi eski insanlar.
Yakar top, fincan kırmaca çelik çomak, körebe vb oyunları oynarken büyük keyif alırdık.
Akşam hava kararınca mahallenin bekçisi düdüğü çalınca herkes evine girer dışarıda kimsecikler kalmazdı.
Banyo yapmak için yazları dışarıda kazanlarla su ısıtılır cağ dediğimiz yerlerde hafta da bir Pazar günleri banyo yapılırdı. Hatta o gün temizlik günü kabul edilir misafir gidilmezdi.
Mahallede mutlaka bir deli olur o deliyi her gün bir ev doyururdu.
Para için insana değer verilmez adamlık insanlık hep ön planda olurdu.
Şimdiki gençlere sesleniyorum: Bu büyük geçmişi ve birikimi olan hazinelere sahip çıkıp kıymetini bilin…
Belki bu anlattıklarım genç arkadaşlara hikâye gelecek ama bunları hep yaşadık hatta fazlasını yaşayanlar bile oldu.
Onlarla oturun konuşun sözlerini anlattıklarını not edin başka yerde asla bulamazsınız bunları.
Kötü olan ise şu anki 20-25 yaş altı çocuklar bunların çoğunu bilmiyor olmaları.
Ve bunlar gerçekten çok şanssızlar.