“Nerden çıktı kadın konuk evi” diyen sesinizi duyar gibiyim. Cinsiyetlere göre evlerin ayrılması taraftarı değilim elbette… Ancak, bu konuk evi bir zorunluluktandır. Bizim eserimiz olan kötücül yaşamın bir dayatmasıdır. Kadın sığınma evi, kadın barınma evi, kadın korunma evi gibi sıfatlandırmalara inat kadın konuk evini doğru buluyorum.

Kadının toplumsal eşitsizliği her alanda kendini dayatmışken onun karşılaştığı sorunlara çözümler üretmek bir mecburiyettir. Şu gerçeği elbette biliyorum, kadının eşitsizliğini genel toplumsal eşitsizliklerden soyutlayarak ele alıp çözmek zaten imkânsızdır. Ancak, özellikle doğu toplumları aydınlanmayı yaşamadan çağdaş teknoloji ve onun sonuçlarından yararlanmakla birlikte; ekonomik, siyasal, sosyal, düşünsel alanlarda köklü bir değişimi yaşamadılar. Kırsal yaşam ve kültür modern kentlere taşındı. Oluşan kültürel yapı kişiliklere yansıdı. Kent ve kır kültürünün çatışması kendini belirgin biçimde ortaya koydu. Bu çelişik yapı en çok kadınları etkiledi.

Kırın uysal, biat eden, itaatkar kadını kentte kendi insani özellikleriyle karşılaştı ve boyun eğmeyen, hakkını savunur hale geldi. Özellikle erkekten bağımsız, ekonomik güvencelere kavuştukça çelişki ve çatışmalar kaçınılmaz hale geldi. Kırın egemenlik anlayışını, düşüncesini kente taşıyan erkek ise gücü kaybetme endişesiyle saldırganlaşmaya, otoriterleşmeye başladı. Çifte kişilik onu özgürlükler ile kısıtlamalar arası tercihe zorladı. Tabii ki otoritesini kaybetmemek için tercihini kısıtlamalardan taraf kullandı, kullanıyor. Her şeyi ve herkesi mülkü olarak algılayan ve anlayan düşünce sistemi burada kesin egemenliğini ilan etti. Erkek “erk”liği… Yaşasın erkek egemenliği…

Kadının güçsüzlüğü onun yapısından değil, erkeğin zihniyetinin algılaması ve öyle görmek istemesindendir.

Doğu kültürü çeşitli gerekçelerle kadını; siyasal, sosyal, ekonomik, düşünsel faaliyetlerden uzak tutmaya çalışırken, onu kendi küçük dünyasına hapis etmeyi ve erkeğe bağımlı kılmayı amaçlar. Kendi ayakları üzerinde duramayan, hep birilerinin koruması ve güvencesi altında olması gereken bir nesne gözüyle bakmıştır.

Koruma evi, barınma evi, sığınma evi kavramları kendi içinde sorunlu olup kadının güçsüzlüğünü çağrıştırdığından kabul edilemez.

Kadın insandır, bireydir.

Cinsiyet dışında erkekle kadın arasında hiçbir fark yoktur. Toplumun eşit bir bireyidir. Bunun dışındaki her türden değerlendirme cinsiyetçiliktir, ayrımcılıktır.

Erkek egemenliğini pekiştirmeyi ve haklılaştırmayı amaç edinen her düşünce kadının aşağılanmasını, horlanmasını ve dışlanmasını amaçlar. Kadının fıtratında korunma içgüdüsü vardır düşüncesi sorunlu olup, kadının güçsüzlüğünü sıradanlaştırmayı, erkek egemenliğini kalıcılaştırmayı ve haklılaştırmayı amaçlar.

Bilinenlerin tekrarı diyen bilgiçlerin sesini duyar gibiyim. Onlara sessizce bakıyor, hüzünle karışık bir tebessüm gönderiyorum. Bu kadar kötülük bilinerek yapılıyor ve sessiz kalınıyorsa; sözcüğün tek anlamıyla utançla birlikte aymazlık ve utanmazlıktır.

Kadınlar, her yerde çok sevdiklerini söyleyen kardeşleri, eşleri, babaları, çocukları tarafından acımasızca katledilmekteler. İffetsiz erkeklerin “namuslarını temizlemek” adına kirli, karanlık zihniyetlerine kurban edilmekteler. “Namusları“ temizlenen iffetsiz, ahlaksız erkekler toplumsal statüden uzaklaştırılacağına, “kader kurbanı” statüsü ile bir süre sonra çıkarılan af yasalarıyla birer mağdur olarak toplumun arasına karışmaktadır. Devletin kendisine karşı işlendiğini iddia ettiği suçlar dışında bireylere yönelik suçlarla ilgili af etme hakkı da yetkisi de olamaz. Bireye karşı işlenen suçları devletin af etme yetkisinin olmasının çağ dışılığını idrak edemesek ve engellemesek bireysel suçlardaki cezaların kâğıt üzerindeki katılığını iddia etmenin bir anlamı ve önemi yoktur. Devletin “kutsallığı “ masalı yerini insanın kutsallığı gerçeğine bırakmak zorundadır. Çıkmazımız, açmazımız ve sorunumuz burada düğümlenmektedir.

“ Ne olur annemi öldürme “ diyen çığlığı duymuyorsan ve gereğini yapmıyorsan, anlamsız sözlerden uzak dur. Caninin “iyi halini“ normalleştirip, cezasızlığı sıradanlaştırıyorsan yasaların gücünden ve vicdandan söz etme… Sokak ortasında, evlerde, iş yerlerinde, tatil beldelerinde nerde fırsat bulursa acımasızca kadınlar katlediliyor… Katledilmekten kurtulabilenler sokağın hoyratlığına, acımasızlığına atılıyor. Hiç bir güvenceleri olmayanların yaşama tutunma şansları da ellerinden alınıyor. Acımasızca tecavüze uğrayan kadınlar, kız çocukları erkek erk zihniyet tarafından yaşamın karanlıklarına terk edilmekteler. Bu acımasız, iğrençliği uygulayan erkeklere ne oluyor diye sakın anlamsız soru sormayın. Çünkü; hiçbir şey olmuyor…Utanmazlığımızla, utancımızla yüzleşip “bir kereden bir şey olmaz“ diyen aşağılayıcı, onaylayıcı ve erkeği haklılaştırıcı çağdışı zihniyetten, doğululuktan kurtulmadığımız sürece bu kötülüğün azalmasını beklemek beyhude bir bekleyiştir.

Devlet denen erkek egemen erk yasalarla cinsiyet ayrımcılığı olmadığını iddia etse de bu ayrımı her gün fütursuzca uygulamaktan çekinmiyor. Ve sonrada utanmazlıkla yasaların kuralına sığınarak eşitlik masalı anlatıyor. Ancak; bütün masallara rağmen şiddet, dehşet, vahşet, katletmek bütün olağanlığıyla sürüp gidiyor. Geride gözü yaşlı çaresizler bırakarak…

Kadınların; korunmaya, barınmaya, sığınmaya değil varlıklarını sürdürmek için eşitliğe ihtiyacı var. Her türden eşitsizliğin giderildiği eşit bir yaşam. Eşitsizlik üzerine inşa edilen toplumsal yapı değişmediği sürece bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığının farkındayım. Ancak, kötülüğün en aza indirilmesi için de sessizce beklemek zorunda değiliz. Her zaman ve durumda yapılabilecekleri kendimizden başlayacak şekilde davranmalıyız. Zihnimizdeki katılaşmış, kalıplaşmış doğululuktan kurtulmalıyız.

Yerel yönetimler kentin temel alt yapı hizmetleri dışında toplumun dokusuna yönelik sosyal hizmetler üretmeli ve uygulamalıdır. Bu hizmetler öncelikli olarak yerine getirilmelidir. Kadın konuk evi bu hizmetlerin önemli bir parçasıdır. Acıma, koruma, barındırma, sığınma dışında bakılmalı soruna. Kadın konuk evi erkek şiddetinden uzaklaştırmanın güvencesi olarak ele alınmalıdır. Buradaki kadınlar özel bir ilgi istemiyor. Sadece hayatta kalmaya çalışan çaresizlerdir. Onları kendi ayakları üzerinde durabilecekleri, kimselere ihtiyaç duymadan yaşamlarını sürdürecekleri bir statüye kavuşturmak gerekir. Üretken oldukları gerçeğinden uzaklaşmadan, eşit insan oldukları gerçeğinden hareketle hiçbir ayrımcılığın olmadığı duygusu ve düşüncesi verilmelidir. Kadınlar pozitif ayrımcılıktan çok, eşitlik istiyorlar. Pozitif ayrımcılık onların güçsüzlüğünü ve eşitsizliğini peşinen kabullenmektir.