Eski Başbakanlardan rahmetli Bülent Ecevit’in yasalarla köy kent kurma projeleri, yıllar sonra kendiliğinden oluşmaya başladı. Şehir hayatına bir türlü ayak uyduramayan yaşlı sınıf tekrar eski köylerine dönmeye karar vermişe benziyor.

Eski Başbakanlardan rahmetli Bülent Ecevit’in yasalarla köy kent kurma projeleri, yıllar sonra kendiliğinden oluşmaya başladı.
Şehir hayatına bir türlü ayak uyduramayan yaşlı sınıf tekrar eski köylerine dönmeye karar vermişe benziyor. Şehirlerden köylere büyük akın var.
Bunun örneği için hiç te uzağı gitmeye gerek yok. Kırşehir’in köyleri boşalmış mezraya dönmüş durumda. Evler, okullar, sağlık ocakları boşalmış, viraneye dönmüş. Beldeleri köye, ilçeleri kasaba dönmüş.
Bu durum hiç te iyiye alamet değil. Ne de olsa üreten değil, tüketen bir toplum oluverdik! Üretmeden ithal eden, yiyip içen, yan gelip yatmak varken kim, niye çalışsın ki!
Eski köylerinden geçmiş zamanda hizmet alamayan veya bir heves ve özenti uğruna ana vatanlarını bırakıp şehirlerin varoşlarına yerleşen eski üreticiler, tekrar köye döndüklerinde bıraktıkları düzeni bulamayacakları kesin, fakat dönüş yapanların büyük bir kısmının emekli oluşu ve monoton hayata bir türlü ayak uyduramayan yaşlı insanların tekrar üretici duruma geçmeleri elbette beklenemez. Ama en azından kendi ihtiyaçları olan meyve ve sebzeleri yetiştirme gayretlerinin, ithalatın azda olsa bir kısmını karşılamalarına yardımcı olacağı kesin.
Türkiye nasıl bir kalkınma politikası izleyeceğini tam olarak henüz karar vermiş değil. Bütün gıda maddelerinin ithalatında artış olması ve kalitesiz yiyeceklerin Anadolu insanının damak tadına uymayışı, kitleleri tekrar eski günlere dönmeye zorladığı da kesin.
Anavatanı Anadolu olan ve Kanada’dan ithal ettiğimiz mercimeğin tohumunu, adamlar 1970’li yıllarda bizden almış. Buğday Rusya’dan, nohut fasulye Güney Amerika ülkelerinde, kereviz İtalya’dan, ceviz Amerika’dan, karpuz İran ve Afrika’dan, et ve etlik besi hayvanları Konya kadar toprağı ve nüfusu olan ülkelerden ve Avustralya’dan.
Şimdi söyler misiniz biz nasıl bir tarım ülkesiyiz?
Besi hayvanlarının yiyeceği de dışardan. Bir zamanlar dışardan gelen samanı Erzurumlu hemşerilerimiz davul zurna ile karşılamışlardı. Karşılamalar hala devam ediyor mu bilmiyorum ama saman ithalatı devam ediyor.
Bunlar Türkiye’nin henüz nasıl bir kalkınma projesi izlemesinin kararsızlığında olduğunu gösteriyor.
Tekrar köylerine dönen yaşlı insanların performansına bakıyor seksen milyon insanın beslenmesi galiba.
Çok kıymetli ve verimli tarım arazilerini imara açarak kalkındığını sanan yetkililer, hiç kusura bakmasınlar kendilerini aldatıyorlar. Miras yoluyla bölünerek küçülen arazilerin yetersizliğinden ve işletilemeyişinden dem vuruyor sayın yetkili.
Türkiye’nin nüfusunu besleyecek kadar devlet üretme çiftlikleri vardı, ne oldu onlara hiç bilen var mı?
Bir Koçaş, Kırşehir’deki bir Malya, bir Ceylanpınar Çiftlikleri şimdi kimlerin elinde?
Daha bunlara benzer yüzlerce üretme çiftlikleri vardı ve bunların pek çoğunda yatılı okullar vardı, ne oldu ve niçin lağvedildi?
Benim ne koyunum var, ne de büyük baş hayvanım. Sadece 6 tane tavuğum var. Doğaya hiç bir zararı yok bu altı tavuğun. Ama Kırşehir gibi tüm illerde yerleşim yerlerinin hemencecik dibine mandıra yapıp dışarıdan ithal hayvanları kapatıp havadan para kazanan ve birde üstelik vergi iadesi alan kimselerin doğaya verdiği zararı kimse görmüyor, birde üstelik övünüyorlar “Kırşehir besi merkezi oluyor” diye.
Mandıraların doğaya verdiği ve tarım arazilerini nasıl tahrip ettiği herkes tarafından görülüyor fakat bir önlem alan veya almasını bilen yetkili görünmüyor.