Osmanlı’da bir mahalleye yerleşmek için mahalle sakinlerinden izin alınır, mahallesinde suç işleyenlere cezayı mahalleli verirdi. Gerekiyorsa suçlu aile mahallelerinden çıkarılırdı.

Mahallelerde taşların bile bir özelliği vardı. “Sadaka Taşı” diye bir taş mahallenin uygun bir yerine konur, içerisine mahalleliler tarafından para atılır ve ihtiyaç sahibi burada biriken paradan ihtiyacı kadar alarak ihtiyacını giderirdi. Büyüklerimizin “Sağ elin verdiğini sol el görmemeli” sözünde olduğu gibi bu sadaka taşlarına para atanlarda, para alanlarda kimsenin görmemesi için herkesin uyuduğu gecenin bir vaktini tercih eder, para atanlarda, alanlarda bilinmezdi. Günümüzde olduğu gibi televizyon kameralarının ve herkesin gözünün önünde reklam, şov ve siyaset amaçlı yardımlar yapılmaz ve insanlar rencide edilmezdi. 

Bizim çocukluk yıllarımızda Osmanlı döneminde olduğu kadar olmasa da tek katlı, bahçeli müstakil evlerden oluşan Kırşehir’deki mahallelerde herkes birbirini tanır, selam alıp, selam verirdi. İnsanlar “Komşu komşusunun külüne muhtaçtır, ev alacağına komşu al, komşusu aç iken tok yatan bizden değildir“ sözlerinden hareket ederek komşusunun iyi ve kötü gününde yanında olurdu.

Mahalleli, mahalleye girip çıkandan, olup bitenden haberdar olurdu. Mahalleye başka civarlardan gelecek kişiler için hemen araştırma yapılır eğer gelecek kişilerin mahallenin huzurunu ve uyumunu bozacak kişiler olduğu tespit edilirse mahalleye alınmaz, ya da bir kaza sonucu o kişiler mahalleye yerleştilerse mahalleli bir araya gelerek mahallelerinden gitmesini sağlarlardı. Yabancı erkekler aynı mahalleden iki defa geçtiği zaman üçüncüde yakası toplanır, “Sen neden bu mahallede dolaşıyorsun?“ diye hesap sorulur ve bir daha mahalleden geçmemesi sağlanırdı. 

Bu günlerde olduğu gibi cenazelerde acısı olan cenaze sahibi acısını, kederini bir tarafa bırakarak milletin karnını doyurmak için kıymalı pide, helva ve ayran peşinde koşmaz,  aksine komşular sırayla cenaze evine yemek getirirdi.

Evinden uzun süre ayrılacak komşular evinin anahtarını yanı başındaki komşusuna güvenle vererek evine bakmasını, çiçeklerini sulamasını tembih ederdi.

Mahalle büyükleri küçüklerin yol göstericisi olup, kötü alışkanlıklar ve davranışları olanların kulakları çekilir, küçüklerde mahalle büyüklerini gördükleri zaman konuşmalarına, hareketlerine dikkat eder eğer sigara içen varsa sigarasını atar veya söndürür,  görülmemesi için ayağının altına alarak saklardı. Evde kimse olmadığı için dışarıda kalan çocuklar komşular tarafından eve alınarak sahip çıkılır, karnı doyurulur, dersini yapması sağlanırdı. 

Anneler, babalar “Alan var, alamayan var, alamayanlar görürse nefsi çeker” düşüncesinden hareket ederek çocuklarını elinde ekmekle, domatesle veya başka bir yiyecekle dışarı çıkarmazlar evde yemelerini sağlarlardı.

Komşular yaz aylarında sokaklarda veya bahçelerinde birlikte oturur, yemek yiyip, çay içerlerdi. Hangi komşunun ne derdi, kimin hastası varsa mahalleli bir araya gelerek komşusunun yardımına koşardı. Zengin fakir veya çalıştığı meslek gurubuna göre ayrılmak, kendini beğenmek, diğer komşularını aşağı görmek, horlamak ve dışlamak gibi insanlığa yakışmayan yozlaşmış davranış biçimleri de yoktu. Mesleği, makamı ve mevkisi ne olursa olsun zengin fakir bir arada yaşar ve  “Yaptığım yemeğin kokusu komşuma da gitmiştir”  diyerek bir tabak da komşuya götürülürdü. 

Kısaca mahalleli yaşadığı mahallesine ve komşusuna sahip çıkardı.

Bugün ise dünün tam aksine, çağ değişti mantığıyla hareket edilerek acımasız bir yozlaşma içerisinde davranış sergilenip para, doyumsuzluk ve hırs uğruna kat karşılığında yüksek binalar yapılarak tek katlı bahçeli müstakil evler yok olmuş, mahalle kültürü ve komşu ilişkileri yok denecek kadar azalmış hatta tarih ve kültür mirası olan mahallelerimiz yok edilmiştir.

Şimdi yüksek katlı binalarda komşu komşusunu tanımıyor, selam vermiyor, hastası olandan, ölenden, düğünü olandan, apartmana girip çıkandan haberi dahi olmuyor. Herhangi bir komşu bir süre evinden ayrı kalacağından karşı komşusuna evine bakması, çiçekleri sulaması için güvenerek evinin anahtarını veremiyor. Çünkü karşı komşusunun kim olduğunu bilmiyor. 

İnsanlar herkes yerini ve mevkisini bilecek anlayışıyla çalıştığı meslek gurubuna göre kendilerine özel site ve mahalle oluşturuyor. Bunun en belirgin özelliklerini Kırşehir’de doktorlar sitesi, Avukatlar blokları,  zenginler villaları gibi oluşturulan yerleşim merkezlerinde görmekteyiz. Maalesef fakir fukara, garip guraba dışlanıyor, herkes kendisinden bir alt gurup da olduğunu düşündüğü insanları hor görüyor, selam vermiyor. Bütün bunlar bir yana günümüzde insanların oturdukları evler, kullandıkları eşya ve arabalar, giyindiği elbiseler dahi söz konusu oluyor. Okullarda öğrenciler baba ve annesinin meslek gurubuna veya gelirine göre sınıflara yerleştiriliyor, hiç kimse mahallesine, komşusuna sahip çıkmıyor ve insanlığın kabul etmediği laçkalıklar, ayrımcılıklar gibi utanç verici davranış biçimleri büyük bir cüretle sergileniyor.

Ne yazık ki yok olan mahalle kültürümüzle, kaybolan insanlığımızla birlikte Sultan Süleyman’a dahi kalmayan, ölenin ise sadece on metre kefen götürdüğü bu ölümlü dünyada insanoğlunun içine girmiş olduğu utanç verici, yozlaşmış bu duruma da üzülmemek elde değil…