Kavganı Söyleyip Gittin!

(Dr. Cahit Gürses)

12 Eylül’ün postal sesleri arasında açtın, genç yüreğini kavgaya. Uzun upuzun adımlarla yürüyen bir çığlıktın 80’lerin kadranında.

Adana Çukurova’da tıbbiyeli, memleketin Kırşehir’de ateş gibi 1402’lik Hipokrat devrimci. Çocukluğunun tek yadigârı memleketin Kırşehir çağın ardında kalınca, siyasal mücadelenin ardına düştün. Yakana tutunmuş taze bir hekimlik, açlık, açıklıkla.

10 yaş işçiliğinde mücadeleci çocukluğun. Karıştın katarına devrimciliğin, Atatürkçülüğün tozlu yollarına. Koca masalına sığındın Kırşehir’in. Çamurlu yollarına sokaklarının.

Başkan Cahit olmanın eksenleri dışında kalınca, ne çok örselediler seni. Ne çok tekmelediler, şehrin en ücra köşelerine bıraktığın mücadele izlerini. Oysa bu şehrin kaderini yeniden çizmek için ne çok yoruldu çocukluğun, gençliğin, ömrün ne çok yoruldu. Sokak lambaları altında sökebilmek için alfabeyi, çağı, geleceği.

Ne çok dilimlediler devrimci ruhunu ihanet kokan sofralarda. Bu şehir için ne vakit yeniden ayağa kalksan, hep hırpaladılar yüreğini. Kirli sefaların ortasında şehrin için umut büyüten bir ada idin, hep bir başına.

Hüzün ne çok kırıştırdı solgun yüzünü.

Kimin eteğine taş gibi düşmedin soğuk gecelerde. Yine de dayandın kapılarına asi kavgaların. Ücra köşelerde bir başına, dişlerini sıkmış, iç geçirmiş ve kimsesiz bırakılmış bir başına. En onurlu yerinde duran bozkır aşkıyla.

Ağlamışsın kentinde, mücadelene ve kendine o koca yüreğinle. Kimselere göstermeden hüznünü, bu şehrin umutları için. 

Yalnızlığında kederler avutmuş titreyen ellerin. Ne aydınlık sokaklar, sevgi kokan semtler inşa etmişsin bu şehirde. Her bir söylemin haklı bir tüfek gibi haykırmış, deli yüreğini geçirmeden eleğinden belleğinin. Artık bir başkan olsan da, o gün bugündür Deli Cahit olarak kalmış hünerli yüreğin.

Konuşsa meyhanelerin yapay müdavimleri, meyhane bülbülleri konuşsa. Konuşsa sidikli pavyonların umut emicileri. Oysa, ne çok sığındın gecelerine sinsilerin, kaçını avuttun gece dolusu kederlerinde. Acılarını hep yenilgilerinde taşıdın bozlakların. Yüreğinin sökülen damarlarını emanet ederek. Uzun upuzun bir boy yürüyerek.

Nereden nereye derken şımarmadın. Dostlarının önünde hep düğmelerini ilikledin. Bu şehri kaben bildin. Avuntusu oldun tabip arayan yalnızların. Bu şehri mal mülk ile tartanlara gönlün kaymadı.

Yalakası olmadın görgüsüzlerin. Turabı oldun bu kentin. Denizleri yaktın. Buzu. Karı yaktın. Yaktın da bu şehri baharlara kattın.

Bazen diyorum ki kendime, bunca acı nedir ki Deniz?

Koca demirleri eritir pas. Rüzgâr toz eder kaleleri. Un ufak eder dağları okyanus. Bir sevmeye gücü yetmez zamanın.

İyi ki gelmişsin.

Sabahın bir seher vakti selamını verip gittin. Çocuk işçiliğin yüzünde gözlerini açıp gittin. Ömrün bu şehrin yurdu, kavganı söyletip gittin. Son yolunda insan seli, sevmeyi çoğaltıp gittin.

Dost Başkanım!

Boyun eğmedin hayata, deli dolu coşup gittin…