Mevsim kış, geceler uzun, sabahın sekizi oldu, gün yeni ağardı. .

Mevsim kış, geceler uzun, sabahın sekizi oldu, gün yeni ağardı...
Yaşadığım, çocukluğumun geçtiği, her şeyimi ona borçlu olduğum Kırşehir güne merhaba diyor...
2017’yi de böylesine uğurlamaya hazırlanıyoruz...
Geçip giden yılları bir anımsayın, neler duyduk, nelere tanık olduk. İnsanlar nelere hayret etti...
Büyük Atatürk’ün Türkiye’si bu yaşananlara lâyık mıydı? Demokrasiyi, özgürlüğümüzü gereği gibi yaşıyor muyuz?
İktidarı ayır bir havadan, muhalefeti ayrı bir havadan çalıyor. Hepsi havanda su dövüyorlar. Kim haklı kim haksız bilemez oldu bu millet kafalar karıştı insanlarda…
İnsanların geleceği konusunda güvenleri kalmadı, zedelendi! Yaşananlara bir bakın…
2017’nin son yazılarından birisini daha kaleme alırken, böyle duygular içindeyim. Hava soğuk ve yağmur çiseliyor...
Masama oturmuş pencereden dışarıyı seyrediyorum…
Kış kapıya dayandı, yine kar yağacak… Kış kışlığını yapar inşallah…
Duygulanıyorum, duygu yüklüyüm, elemler içindeyim...
İnsan sevdiğini kaybedince anlıyor, hayatın kaç bucak olduğunu...
Ben babamı kaybettikten sonra çocuk gibi oldum. Hep yalnızım…
Bir daha babamı bulamadım. Aradım durdum, onun gittiği yerlere baktım...
Babam benim için sığınılacak bir limandı. Sığınırdım babama…
Şimdi arıyorum babamı, beni böyle kaderimle baş başa bıraktı gitti...
Heyhat… Kaybedeli kaç yıl oldu, Kaç mevsim, kaç kış geldi geçti?
Hayatın böyle bir şey olduğunu anlıyorum, anlamaya çalışıyorum...
Gönül pınarımdan neler geldi geçti…
Yıllar gibi mevsimler de ne çabuk geçiyor...
Hayatımızda neler geldi, geçti…
Bir yıl daha yaşlandık, 65 yaşımı geride bıraktım.
İşte kış geldi Kırşehir’in dağlarına, yükseklerine karlar yağdı yine…
Kırşehir’in kırık dökük cadde ve sokaklarında rüzgâr artık kış türküsünü ıslıklarıyla çalıyor. Eski çarşılarımızdaki güzellikler kalmadı…
Rüzgârın önünde yapraklar savrulup gidiyor. Serçeler çatı altlarına sığınmışlar. Bir o yana bir bu yana kanat çırpıyorlar…
Hatırlayın yaz güneşinin ısıttığı yürekleri. Poyraz ve karayelin melodisini. İliklerimize işleyerek üşütüyor artık…
Kış geldi dedim ya, insan geçmişi hatırlıyor. Eskiden ne müthiş karlar yağardı. Damların boyu. Yazı yaban bereketlenirdi…
Biliriz ki güzden yağmurlar yağarsa, baharları keme bol olurdu. Son yıllarda kemeye de hasret kaldık…
Ölmekten yorulmuşların üzerini bir yorgan gibi örterek tabiatın uyku hali başladı... Ağaçlarda yaprak kalmadı artık. Yazın sıcağına dayandıkları gibi kışa da dayanırlar.
İnşallah…
Bu mevsimler bana geçmişi hatırlatır hep…
Yüreklerimizi ısıtan, geçip gitmişler, zamansız bir ürperti gibi titretiverir kalpleri…
Çocukken yüreğimizi ısıtan ne varsa gelir boğazımıza dizilir. Duygulanırız, hüzünleniriz, elem duyarız...
Kaybedilmiş, toprak garibi olmuş bir anne merhameti…
Çoktan toprağa karışmış ulu bir çınarı andıran baba gölgesi, belki de en çok bu mevsimde uzar içinize doğru… Gözleriniz dolar, ağlamaklı olursunuz…
Ya da yorgun ve yaşlı küçük yüreğinizi, vaktinde ısıtmış, yitip gitmiş ne varsa bu havada gelir oturuverir gönlünüze… Yapamazsınız, çıkarsınız dışarıya, hava alırsınız şöyle bir...
Hep bu mevsimlerdir, hep bu kış aylarıdır üşüyen yüreklerin birbirine sokulduğu, bir soba başı gibidir insan ömründe… Hepimiz neler hatırlarız neler. Unutmak mümkün mü o eski günleri…
İşte kış geldi ya, yüreklere çığlıktan bulutlar iniyor. Her bırakanlar gibi gök kubbe göçmen kuşlarının çığlıklarıyla doluyor. Serçeler üşüyor artık. Bakıyorum onlara üzülüyorum…
Sıtma tutmuş gibi titreyen yürekleri, soğuk görünümlü kalorifer petekleri ısıtırken tatlı bir homurdanmayı andıran kuzinelerden, tınal sobalardan yükselen sesler çoktan gitmişler gibi çok uzakta artık… Hepsi anılarda kaldı unutuldu gitti…
Sözde modernizmin batağında boğuşan aç ruhlarımız, sımsıcak yuvalarda soba üstlerinde kurulan tokların muhabbet meyvesi kestaneleri bile sokağa düşürmüş…
Evet, Kırşehir’in dağlarına, yükseklerine yine karlar yağdı. Ne güzel…
Ne soba var artık, ne üstünde şarkılar söyleyen göğümler… Ne de camları buğulu
evler… Ne de dostu için odun kıran naif gönüller… Düşünün hepimiz geçmişimizi, yaşadıklarımızı, özlemez miyiz?.. Unutur muyuz o eski günleri…
Çıkarı için dostunu satan, dostuna ihanet edenlerle dolu etrafımız… İnsanlık yoksunlarıyla dolu etrafınıza bir bakın. Utanırsınız bunları tanımaktan…
Odun gibi oldu ruhlar, kırıldıkça birbirini yakmakta…
Ey benim ölmüş babam, gel de uyandır beni bu ölüm uykusundan…
Kış geldi Kırşehir’imin dağlarına…