İPÇİ ERDOĞAN ÇALIŞKAN ÖYKÜLERİ ERDOĞAN ÇALIŞKAN’DAN ETEM FAL ÖYKÜLERİ KIZIM PEK HAŞERİYMİŞSİN! -Araçlar arıza yapınca sanayide ustalara, hayvanlar hastalanınca baytara, insanlar hastalanınca da doktora müracaat edilip tamir ve tedavisine bakılır. -Doktorlar hastayı muayene ettiklerinde tedaviye lüzum görürlerse hastaneye yatırmaya gerek duyarlar.

İPÇİ ERDOĞAN ÇALIŞKAN ÖYKÜLERİ

ERDOĞAN ÇALIŞKAN’DAN
ETEM FAL ÖYKÜLERİ
KIZIM PEK HAŞERİYMİŞSİN!

-Araçlar arıza yapınca sanayide ustalara, hayvanlar hastalanınca baytara, insanlar hastalanınca da doktora müracaat edilip tamir ve tedavisine bakılır.
-Doktorlar hastayı muayene ettiklerinde tedaviye lüzum görürlerse hastaneye yatırmaya gerek duyarlar. Hastaneler sadece doktorlardan ibaret değildir. Şöforundan hasta bakıcısına, aşçısından temizlikçisine kadar adını sayamayacağımız kayıtçı, kancı, rotgenci, koruma, ebe gibi görevliler bu kurumda hizmet verirler.
-Bir de bunların yanında doktorlardan sonra ikinci sırayı teşkil eden hemşireler vardır ki onları anlatmaya kağıt kalem yetmez. Beyaz kep ve önlüklerinin içindeki “gözleri ışıl ışıl”, etrafa gülücükler saçan bu güzeller belki de kendi dertlerini rafa kaldırarak hastanın tedavi haricinde başka sorunlarına da melhem olmaya çalışırlar.
-Onları birer sağlık meleğidir. Hastaların yemesine, içmesine, tansiyon ölçümünden tut ki “akla gelmedik her türlü tedavisine” doktor nezareti ve tavsiyesiyle ilgilenirken aldıkları maaşın fazlası kadar da “manevi duygularına” hitap ederler.
-Hemşirelerle ilgili aynı kelime (HAŞERİ) yüzünden şakacı Etem’in başından iki ilginç olay geçer.
-Torunu Ramazan (Sarı) köyünde top oynarken terler, üstüne de testiden buz gibi suyu tepesine dikince soluğu hastanede alır. Zature olmuştur. Aynı zamanda da ciğerleri ve boğazı iltihap kapmış çocuk “körük gibi hışır hışır” ötmektedir.
-Doktorlar Sarıyı hastaneye yatırıp tedaviye öyle devam etmeye karar alırlar. Dedesi Etem de mecburen torununun başında refakatçi kalır. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ramazan (Sarı) aniden bir öksürük krizine tutulur ki çocuk nefes alıp veremez duruma gelmiş, gövdesinden “buz gibi terler” akmaktadır. Sarı can havliyle “dede dede; kurtar beni ölüyom Dede” diye ağıt, tufan, çığlık atmaktadır.
-Bir an için ne yapacağını şaşıran Etem hışımla kendisini odadan koridora atmış hastasına yardım edecek birini aramaktadır. Tam o esnada topal bir hemşirenin hızla yürüdüğünü fark etmesiyle “topal hemşire, topal hemşire” diye çağırsa belki bayana ayıp olacak oda can havliyle “HAŞERİ HAŞERİ kızım HAŞERİİ (azgın)” diye o gür sesiyle çağırarak koridorun tam köşesinden sağa dönecek olan hemşireye sesini duyurur.
-Etem’in sesini duyan hemşire “belki de ne göreve gittiğini” de unutarak hışımla geri dönüp “amca amca ben senin kızın yaşındayım, utan utan insan bir bayana böyle çağırır mı?”
-Etem hemşirenin bağırıp hışımla kendisine kızmasına pek önem vermeyerek gayet sakin bir şekilde “kusura kalma kızım, seni yolundan ettim amma!..” Lafı ağzında kalmıştı. Kadın sert bir şekilde sözünü keserek “Aması-maması yok amca, bir daha lafını bilde öyle konuş” deyip yürüyordu ki “kızım kızım; durum senin bildiğin gibi değil, bizim oralarda hemşirenin güzel ve topalına ‘HAŞERİ’ derler de!...”
Kadının birden biraz önceki sertliği gitmiş yerini gülümsemeye terk etmişti.
-Ya öylemi amcı, çok özür dilerim, sahi sen beni niye çağırmıştın….
-Etem’in oğulları Ankara’dan köye onu ziyarete geldiklerinde kendi kendine yalancıktan hastalıklar icat ederek “vay şuram, vay buram ağrıyor” diye naz yapar ki oğulları dönüşte onu götürsünler de Ankara’yı şöyle rahat rahat gezsin.
-Yaptığı bu nazlanmalarının birin de oğlu Hamdi onu tuttuğu gibi “Babam dünyaya bir daha mı gelecek, şunu iyi bir elden geçirteyim” diye Ankara Numune Hastanesinin yolunu tutar. Onu tanıyan birkaç doktorda “hazır baban buraya gelmişken birkaç gün yatıralım da hem dinlensin, hem de sağını solunu muayene edelim” derler.
-Ankara’yı gezme hayaliyle planlar kuran Etem’in morali bozulmuştur. Evdeki plan gerçeğe uymamış ne hayal kurarken ne ile karşılaşmıştı. Her şey “insanın istediği şekilde” olmuyordu. İster istemez onlara uyum sağlayacaktı.
-Usanıp canı sıkılırsa arada koridora çıkıyor, geziyor, bazen da hastalara yasaklanan bölgelere girdiğinde çalışanlarca azarlanıyordu.
-Aradan geçen günler zarfında yanındaki hastalarla diyalog kurup samimi olmuş, onlara şaka üstüne şaka yapıyor, hiç olmazsa bozuk olan morallerini düzeltiyordu. Bu durum bazen uzadıkça uzuyor, geceleri hastaların “yat saati” geçtiği halde onların şakaları koridorlara ve yan hasta odalarında çınlıyor, haliyle de bu durum şikayet konusu oluyor nöbetçi hemşirede gelip onları yatmaları için ikaz ediyordu.
-Bunlardan birisinde nöbetçi hemşirenin onca ikazına rağmen kimse onu gaile almamış lafladıkça laflıyorlardı. Buna kızan hemşire “Hastalar; yaptığınız çok ayıp, sizden başka kimse de çıt yok…”
Morali bozuk olan Etem; “yavrum şurada iki çift laf edip vakit geçiriyoruz, bunu bize çok görme…”
Aslında o gün için hemşirenin de başka bir şeyden dolayı morali bozuk olacak ki kendisine yakışmayacak bir ifadeyle “yat zıbar amca; ortalığı zaten hep sen karıştırıyorsun, sabah seni başhekime şikayet edeceğim…
-Torunu yaşındaki birisinin kendisini azarlaması Etem’in ağrına gitmişti. Yarı kızgınlıkla “KIZIM PEK HAŞERİYMİŞSİN!..” dedi.
-Kadın duyduğu bu kelimeyle birden çığırdan çıkmış “Amca amca; ben hayvanmıyım, atmıyım, terbiyeni takın, ‘haşeri’ neye denir?.. Haşeri’ sensin...”
Kızım kızım; gecenin bu vaktinde benim günahımı alma, bizim köyde senin gibi güzel, efendi, hatır-gönül bilir, elinden bal yenen, kızlara HAŞERİ” denir, bunda ne var kızacak kızım!..
-Aaa; çok ama çok özür dilerim amca, sana kötü davrandım, demek öyle haa… Bir de durduk yerde senin günahını alacaktım. Tövbe tövbe…