Gürül gürül akıyor dünya. Gürül gürül sarsılarak derinliğinden gökyüzünün.

Gürül gürül akıyor dünya. Gürül gürül sarsılarak derinliğinden gökyüzünün.
Kargaşaların ve karmaşaların yoğunluğunda insan kalabalıkları. Kalabalıklar bir telaşın sancıları içinde dağılıyor. Akıllarda, yüreklerde, insan yörüngelerinde acılar, ızdıraplar, kederler eşliğinde.
Kırşehir'in o küçük ama çokça mozaik insan kümelerinin oluştuğu mekan ve sokaklarda, oturup kalabalıkların hareketini gözlemlediğinizde bu provaları görebilmeniz mümkün. İlişki ve iletişimlerin yaşama dair değil, güne dair bir prova olduğunu görmeniz mümkün.
İnsansın.. Etinle, kemiğinle, iskeletinle, ruhunla; yaşamın bütün manevralarını alacak kabiliyetle donatılmış bir canlı. Güzel için savaşabilir, sıcacık bir yaşam için direnebilir. Eğer isterse insan, görkemli bir yaşamın şövalyesi, zalimlerin korkulu dünyası olabilir.
Sevgiler kürtajlanıyor.
Sevgiler yalancı ilişkilerin, rezil kişiliklerin meridyeninde acımadan harcanıyor. '' Seviyorum Ulan '' diye, sokak ortasında avazı çıktığı kadar bağıran bir psikopatın çaresizliği, esasında dehşetin koridorlarına uzanıyor. Sevginin o büyük ölçüsü konulmadan kantarına insanlığın, tüm çirkin kişiliklerde öksüz bir çocuk gibi harcanıyor.
Yalnızlaşıyoruz.
Yalnızlığın uyuşukluğu ile yaşamın yeni yöntemlerini arıyoruz. Karanlıkları kazıyarak aydınlığı bulmak yerine, giderek bataklaşan kişiliğimizi tatmin etmenin hiçliğine eğiliyoruz. Mültecilerin yamyamlaştığı, barut kokularının çoğaldığı, mezheplerin kıyıma dönüştüğü, bencilliğin sivrildiği, yoksulluğun normalmiş haline getirildiği bir dünya yerine, oturduğumuz kafeteryalarda, avucumuzda filtreleri kahve kupasını okşayarak; kıçımızın büyüklüğünü, göğüslerimizin dikliğini, saçlarımızın rengini, seviştiğimiz kadını, aldattığımız karımızı, erkekliğinizi, soyduğumuz para kasalarını, iç çamaşırlarımızın rengini, dün gece içtiğimiz viskilerin sayısını, arabalarımızın modelini, kredi kartlarını, konuşuyoruz. Sevgi ve erdemini yitirmiş bir hikayenin sapığı oluyor, bununla övünüyoruz. Her güne, sarhoş, yeni fanteziler, yalanlar, geceden kalma serseriliğin dağınıklığı ile uyanıyoruz.
Evlerimizde bizleri bekleyen mis gibi bir sevginin varlığından habersiz, bebekleri alınmış bir kör gibi ihanetin yeni yollarını arıyoruz. Herkesle koklaşmak istiyor, herkesle sevişmek istiyoruz. Nasıl bir can ki bu, her şeyi istiyor, her şeyi arzuluyoruz. Geleceğin maddi ve manevi tüm yatırımlarını, o fahişe hayatlara harcıyoruz.
Utanmıyoruz.
Utanmıyoruz, yaşamın gerçeğinden kaçmaktan. Yasak ilişkilere girmekten, ihanet etmekten utanmıyoruz. Masada bir gülün, bir kaç mum ışıklarının bulunduğu şık bir restoranda kadınımızla, çocuklarımızla yemek yerine, onurunu kaybetmiş bir kaç serseriyle ihaneti keskinleştirmekten utanmıyoruz. Azgınlar gibi onurumuzu pazarlamaktan utanmıyoruz.
Kendi ellerimizle boğuyoruz hayatı. Kendi ellerimizle seyrini değiştirerek ilişkilerin. Güzeli yaratmanın mücadelesini edemeyecek kadar yılgın, savaşamayacak kadar korkağız maalesef. Oysa bir yaşamı, mücadele ve savaş güzelleştirebilir. Aksine beş para etmez rol modeller, beş para etmez insan sülietlerinin hem yaratıcısı, hem de paylaşım adına ortağı oluyoruz.
Sevgi emeğin öteki yüzü. Sevgiyi açığa çıkarmak, bunun mücadelesini vermek tüm sosyal travmaları onarır. Kendimizden, kendi kişiliğimizden başlayarak, ruhumuzu sinmiş karanlığın ve yoksunluğun savaşını yenebiliriz. Hiç değil kendimiz için, hiç değil güneşe yürüyecek hayatımız için bunu yapabiliriz.
İhanetler üzer, ihanetler kanatır. İhanetler tertemiz bir yaşamı neşter gibi parçalar.
Yaşamın neresinde olursanız olun, gelecek ellerimizde, gelecek daha onurlu bir yaşam için, yalansız ve tek düze. Hiç bir değerin, hiç bir kimsenin, hiç bir sevginin gerçeğine zarar vermeden. Onurlu, sevgi dolu, yaşamın hepimiz için gerekli olduğunu bilerek.
Sevginin sanatını yapın, sevginin kalesini inşa edin. Kuşatılamazsınız.