İzmir’in kurtuluşunun 100. yıl kutlamalarının yapıldığı 9 Eylül tarihinde şehrin Belediye Başkanı Tunç Soyer’in yaptığı bir konuşma sonrası Türkiye siyasi ve sosyal kamuoyunda ecdat, hainlik, Vahdettin merkezli ciddi bir tartışma platformu oluştu.

Ben bu yazıda o konuşmayı ve sonrasında yaşananları, söylenenleri tekrar etmeyeceğim elbette. Burada asıl tartışılması gerekenlere, asıl düşünülmesi gerekenlere eğilip gözden kaçan daha önemli hususlara dikkat çekmeye çalışacağım.

Ülkemizdeki bir kesimin son sultan Vahdettin’i sevdiğini, onu aklamak için pek çok kitaplar yazdıklarını, hayali senaryolar oluşturduklarını, hatta bazen İstanbul’un işgali sonrası Anadolu’ya geçen Atatürk’ün ülkeyi kurtarmasının dahi aslında sultan Vahdettin’in gizli bir planı olduğunu iddia edecek kadar fütursuzlaştıklarını biliyoruz. Ancak AKP hükümeti sözcülerinin ve bir kısım AKP’li siyasilerin bir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti idarecileri olarak sultan Vahdettin’i savunmalarını, ‘o ecdattır laf ettirmeyiz’ gibi söylemlere başvurmalarını kabul etmek mümkün değildir. Zira unutmamalıdırlar ki onlar her şeyden önce Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik bir hukuk devletinin temsilcileri olarak ülkenin hangi şartlarda kurulduğunu, kimlerin mücadele ederken kimlerin İngilizlerle iş birliği yaptığını çok iyi bilmelidirler. Çok fazla tarih okuyamıyor veya okuduklarını anlamak istemiyorlarsa da her şeyden önce Ulu Önder Atatürk’ün beyan ve görüşlerini onun bu ülkenin kurucu dehası olması nedeniyle çok iyi bilmelidirler.

Uzun uzun tarihi bilgileri bu köşe yazısına almak elbette imkânsızdır. Ancak Vahdettin’i ‘o bizim ecdadımızdır’ diye savunanlara kısaca hatırlatmak gerekirse; 1. Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti’nin parçalandığını, payitaht olan İstanbul’un dahi işgal edildiğini, Osmanlı sultanı Vahdettin’in İngilizlerin oyuncağı olarak onlar ne isterlerse ona göre davranmak zorunda kaldığını, ordunun tamamen terhis edildiğini, silahların teslim edildiğini, Anadolu’nun perişan olduğunu, bu nedenle Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal’in silahlı bir milli mücadele başlattığını, bu mücadele nedeniyle Vahdettin’in Mustafa Kemal’e karşı silahlı çete kurmaktan tutun da suikastçı göndermeye kadar pek çok yola başvurduğunu (güya Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Vahdettin gönderdi diyenler bilhassa bu süreçteki olayları araştırmalıdırlar),

Mustafa Kemal Türk Milletini zafere ulaştırınca son sultan Vahdettin’in İngiliz zırhlısı ile ülkeden kaçtığını unutmamak gerekir. Sultan Vahdettin adına Osmanlı Devletinin hükümet görevlerini mütareke ve mücadele yıllarında Damat Ferit Paşa yürütmekteydi. Damat Ferit’in ne kadar İngiliz yanlısı olduğunu, ne kadar hainlikler yaptığını araştırdığımız zaman sultan Vahdettin’in bu paşaya hükümet görevi vermesi elbette bizatihi sultanın kendisini de bittabi şaibeli duruma düşürmektedir.

Şu da unutulmamalıdır ki sultan Vahdettin adına Osmanlı hükümetinin başı olan Damat Ferit Paşa İngiliz Muhipleri Cemiyetinin en önde gelen üyelerinden olup İngiliz mandasını hararetli bir şekilde savunmuş birisidir. Vahdettin kesinlikle bir kahraman değildi, bilakis sönük bir sultandı, esir bir sultandı, nihayetinde de Kurtuluş Savaşı kazanmış milletinden İngilizlerle kaçan bir sultan oldu. Kusura bakmasınlar ama Türk Milletinin onurlu evlatları her ne kadar meşhur Osmanlı Padişahları olan Fatih’le, Selim’le Süleyman’la övünseler de asla Vahdettin ile övünmeyeceklerdir.

Türk Milletinin Osman Gazilere, Fatihlere, Selimlere olan hayranlık, aşk ve muhabbeti son sultan Vahdettin’in ihanetine sessiz kalmayı gerektirmemiş, artık işlevini tamamen yitirmiş olan Osmanlı Devletini lağvedip Mustafa Kemal’in sancağı altında direniş ve yeniden diriliş azim ve kararlılığını engelleyememiştir. Tarihin bu kaydından ibrettir ki mevzu Osmanlı bile olsa Türk Milletinin hürriyet aşkına, davasına ve töresine sadık kalamayanlar asla vazgeçilmez değildirler.

Sultan Vahdettin ile alakalı yaşanan bu tartışmalarında asıl hatırlanması gereken ise bunca zamandır hükümetin gözleri önünde, hatta kimi zaman hükümet üyelerinin dahi sebep oldukları onca Atatürk’e hakaret olaylarıdır. ‘Vahdettin ecdattır’ diye haykıranlar Atatürk’e hakaret edildiğinde ‘neredeydiler?’ diye sormak gerekir. İngiliz gemisi ile sıvışıp kaçan Vahdettin sizin ecdat iken ülkenin namusunu kanla, canla kurtaran Atatürk belki de sizin ecdadınız olamayabilir, ancak bu sizin milyonlarca haysiyetli Türk’ün namusu olan Atatürk’e hayâsızca saldırmanızı gerektirmez. Ayasofya müzesi camiye dönüştürülürken ülkenin AKP genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan huzurunda bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanı Atatürk’e dil uzatmaya cüret ederken bunca ecdat seviciler o zaman nerelerdeydiler? Neden vatansever ve milliyetçi kesimler öfkelenirken siyasal İslamcı ve AKP cenahından Vahdettin’i savundukları kadar ses çıkmamıştır?

Bunlara, ‘İngiliz gemisi ile kaçan Vahdettin sizin ecdatta, ülkeyi emperyalizme karşı canla başla kanla savunan Atatürk neden sizin ecdadınız olamıyor?’ diye sorduğumuzda bu sorunun derin manalarının onları hangi dipsiz ve pis çukurlara iteceğinin farkında mıdırlar acaba? Bizler vatanseverler, milliyetçiler, ulusalcılar ya da adına her ne derseniz deyin, namuslu ve onurlu Türk Milleti olarak Atatürk’e hakaret edenlerle, Atatürk’e hakaret edilirken hayâsızca sessiz kalanlarla, ya da İngiliz gemisi ile kaçan son sultan Vahdettin’i ecdat olarak ateşlice savunanlarla aynı fikirde değiliz, olamayız da.

Tarihi gerçeklerle ve yaşananlarla aşikârdır ki, kimin hain, kimin kahraman olduğu malumu cihandır. Vahdettin’in de nasıl yaşadığı, neler yaptığı tarihe mal olmuş, Mustafa Kemal Atatürk’ün de milleti ile birlikte omuz omuza neler yaptığı, neler yaşadığı da tarihe mal olmuştur. Atatürk’ü yok sayarak ‘Vahdettin ecdattır’ diye haykıranları aziz milletimiz gayet açık görmekte, değerlendirmekte ve bir kenara not almaktadır.

Osmanlının son yıllarını yakından bilen, ülkeyi ateşten bir gömlekten kurtaran ATATÜRK’ün büyük bir tecrübe ve birikimle yazdığı her satırı dikkatle ve idrakle okunması gereken gençliğe hitabesindeki bilhassa şu sözleri hem Osmanlının çöküş ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarını aydınlatmakta, hem de bir ECDAT uyarısı olarak bu günlere ve yarınlara derin manalar barındıran bir ışık olmaktadır;

“…Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler...”