Asırlarca dünyaya medeniyet dersi verip hüküm sürmüş Türk milleti zaman geçtikçe topraklarını kaybetmiş tüm dünya üzerindeki hakimiyetini yabancılara bırakmıştı. Yıllar geçtikçe gelişen Türkiye maalesef, yozlaşan Türkiye olmaya başladı, televizyon kanalları öyle kelimeleri kattı ki Türkçemize. Ne konuştuğumuzu kendimiz bile anlamıyoruz.  Çevremizde, evimizde, kahvede, iş yerimizde, okulda yani her neredeysek Türk örf adetleriyle uyuşmayan alakası olmayan kelimeler etrafını sarmış durumda güzelim Türkçemizin. 
Bırakın İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirleri Anadolu’nun ortasında bulunan yüz elli bin nüfuslu Kırşehir’de gençlerin konuşmalarına ve iş yeri tabelalarına bakarsanız yabancı tabelaların olduğunu görürsünüz.  Tabi biz bunları yıllardır yazıyor ve gündeme getiriyoruz. 
Belediye Meclisi bu konuda yaptırım gücü olan kararlar alsın. Türkçe’nin öncüleri Aşıkpaşa’nın, Ahmedi Gülşehri’nin, Yunus Emre’nin memleketi, Türk Dilinin Başkenti Kırşehir’de yabancı kelimeler, isimler olmasın diye. Biz yazdık yazmasına da hani şu suya sabuna dokunmaktan korkan, yaralı parmağa işemeyen, gününü yüzeysel işlerle geçiştiren mızmız, uyuz,  siyasilerin sayesin de bir yerlere gelen sünepeler var ya işte onlar her zaman olduğu gibi  “senin üzerine vazife mi, seni ne ilgilendirir?“ gibi sözleri söyleyip durdular. 
O mızmızlar, o sünepeler ne söylerlerse söylesinler umurumda değil ancak şunu iyi bilmeliler ki haftada bir defa yazı yazdığım “Kırşehir Çiğdem” Gazetesinde köşe yazısı yazmaya devam ettiğim sürece Kırşehir’in sorunlarını, kurumları, kurumlardaki yalakaları, mızmızları, Türkçemizdeki yozlaşmayı cesaretle gündeme taşımaya devam edeceğim. Zira biz kendimizi Kırşehir’e adamış, Kırşehir’e sevdalanmış insanlarız. Bu köşe benimse, bende köşe yazarlığı yapıyorsam insanların şerefine, namusunu dil uzatmadan, tehdit etmeden, çıkar, menfaat sağlamadan her türlü yazıyı yazar,  Vali de olsa, Belediye Başkanı olsa eleştirilmesi gerekenleri eleştirir, teşekkür edilmesi gerekenlere teşekkür ederim.  
Türk Milleti olarak son yıllarda milli, manevi, ahlaki ve dil konularında aşırı derece yozlaşma içerisine girdik. Kimin ne yaptığı, ne konuştuğu belli değil. Her şeyi kendimize benzettik. 
Zaman zaman bu köşede yazılarımda belirtmiş olduğum gibi kaderin cilvesinden midir nedir? bilemiyorum ama bana hiçbir zaman piyangodan, lotodan para çıkmadığı gibi gömüde çıkmaz, laf aramızda babamdan miras ta kalmadı. 
Ya oğlu ve gelini tarafından evden atılmış sabahın saat yedisinde yağmur altında elektrik direğinin dibinde uyuyan yaşlı teyze çıkar karşıma, ya da başka derdi olan, dertsiz insan çıkmaz karşıma. Haaa arada bir kendisini özel, ayrıcalıklı zanneden çokbilmiş, kendini beğenmiş havalı, şişkin muhteremlerde beni bulur. Bu da benim kaderim olsa gerek. 
Gelelim konumuza…
Hafta sonu alış veriş yapmak için gittiğim büyük bir market bayağı kalabalıktı, herkes evinin ihtiyacını alıyordu bu sırada kalabalığın içerisinde kendini özel ve ayrıcalıklı zanneden bir bayanın ön taraflara giderken elleriyle insanların aralarını açtığını ve “I Am Sorry Pardon“ diyerek ilerlediğine şahit oldum. 
“Tamam bu bayanı karşıma Allah çıkardı!“ diyerek hızlı bir şekilde ilerleyerek önüne geçtim ve  durdum. Özel ve ayrıcalıklı bayan kime rastlayacağından, başına neler geleceğinden habersiz bir şekilde bana da “I Am Sorry Pardon“ dedi. Dedi demesine de benim gibi Türkçü’ye, Türk Milliyetçisine,  sert kayaya çarptığının farkında değildi. 
Kenara çekilmedim, önünde durdum ve biraz bakıştık, bu bakışma sırasında kullandığı parfümün keskin kokusu burnumun direğini kırdı, sonrasında “Hanım efendi siz İngiliz misiniz?” dedim, “hayır” dedi,  “Öyleyse neden Türkçe konuşmuyorsunuz da İngilizce konuşuyorsunuz?” dedim, “Nasıl konuşacağımı sizden mi öğreneceğim, ben ODTÜ’lüyüm!” dedi, “Ne olacak ODTÜ’ lüyseniz  övünmek gibi olmasın ben de Kırşehirliyim” dedim. “Aaay! siz yanlış anladınız ben de Kırşehirliyim ODTÜ mezun olduğum üniversitenin adı” dedi. “Ne var bunda ben de Ali okulu mezunuyum, okumayı yazmayı askerde öğrendim“ deyince tuhaf bir şekilde baktı bana. 
Daha sonra kendisine “Muhterem bayan burası İngiltere değil Türkiye, burası Türk dilinin başkenti Kırşehir, Türk kaşığıyla İngiliz yemeği yemenize gerek yok. İngilizce konuşunca çağdaş, modern,  birisimi oluyorsunuz?  İngiliz hayranlığı varsa git İngiltere’de yaşa! Şu anda burada okumuşu da var okumamışı da, yaşlısı var, genci var, benim yaşlı teyzem, yaşlı amcam senin “ I AM SORRY “ PARDON “ demenizden ne anlasın” dedim.  
Bayan da “Nasıl bir kayaya çarptım!” dercesine sessiz ve suskun şekilde sert bakışlarıyla donup kaldı. Ben de bu özel ve ayrıcalıklı bayanın keskin parfüm kokusu, sert ve donuk bakışları arasında yanından uzaklaştım. Herhalde bu özel ve ayrıcalıklı bayan bir daha kalabalıklarda “I AM SORRY PARDON“ demez, demeye kalksa da aklına ben gelirim çünkü dersini iyi aldı.  
Hafta sonu yaşadığım bu olay dahi bırakın, manevi konuları, ahlaki konuları, insanlık konularını, dil konusunda dahi ne kadar yozlaştığımızı ve yabancı hayranı olduğumuzun bir örneğidir.  
Gerçi şimdi bir de Arap hayranlığı başladı o da ayrı bir dert. 
“Türk” demek dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. “Türk milletindenim” diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk Milletine mensup olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru olmaz“ diyen bizzat Atatürk’tür.  
İnşallah günün birinde piyangodan ikramiye çıkar veya bir gömü bulurum ya da güzel bir haber alırım da yazarım diye umut ediyorum. Ama boşuna umut ediyorum. Çünkü bazı olayları yaşamak herhalde benim kaderim olsa gerek tıpkı  “I AM SORRY PARDON“ olayında olduğu gibi.