Kırşehir’in yetiştirdiği, büyük insan, büyük hukukçu, şair, yazar Celâl Tekiner, 1911 yılında Kırşehir’de dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu Kırşehir’de okudu.

Kırşehir’in yetiştirdiği, büyük insan, büyük hukukçu, şair, yazar Celâl Tekiner, 1911 yılında Kırşehir’de dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu Kırşehir’de okudu. Kale Ortaokulu’nda Osman Bölükbaşı gibi arkadaşları vardı. Liseyi Kayseri’de bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Celâl Tekiner Kırşehir’in tanınmış yerli ailelerinden eski Belediye Başkanlarından Şevki Şakirağaoğlu’nun oğludur.
Şevki Şakirağaoğlu Belediye Başkanı iken bazı günler akşamları
yemeğinin yanında iki duble rakısını içerken, eşi de ayrı bir koltukta el işleriyle ilgileniyormuş.
“Hanım şuraya yanıma otur, senin fikirlerine ihtiyacım var, hem sohbet edelim” dermiş.
O da kabul etmezmiş. “Ben yemeğini hazırlayayım, sohbetine burada katılırım. Sen ye iç, ben sana hizmet edeyim” dermiş.
Buna sinirlenip üzülen Şevki Şakirağaoğlu eşinin üzerine evlenmiş. Bu duruma çok içerleyen Celâl Tekiner, Kayseri Lisesi’ni okurken ayrıldığı Kırşehir’e bir daha dönmemiş. Sebebi de babasının, annesinin üzerine ikinci bir eş getirmesini kabullenememesi ve üzülüp küsmesidir. Öyle ki Celâl Tekiner “Şakirağaoğlu” soyadını değiştirecek kadar etkilenmişti.
Yıllar geçiyor aradan. Kayseri Lisesi’nden sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni de bitiriyor ve Kayseri’nin Develi ilçesine Cumhuriyet Savcısı olarak atanıyor. Buradaki görevinden sonra ikinci görev yeri olarak ta Adana’nın Saimbeyli Cumhuriyet Savcılığına atanıyor.
Aradan yine yıllar geçiyor… Kırşehir’e hasret, Kırşehir burnunda tütüyor. Kırşehir’i özlüyor. Anasını özlüyor, babasına kızıyor. Anasının üzerine evlendiği için…
Kırşehir’i gözünde “ Kutsal Kent” ilân ediyor. Kırşehir’i “Kâbe” gibi görüyor. Onu hastalık derecesinde seviyor ve bağlanıyor. Kafayı neredeyse bozuyor. “Kırşehir’in bir köpeğini görseydim Adana’da, onun boynuna sarılıp öpecektim” diyor Celâl Tekiner.
Kırşehir eski Belediye Başkanı, büyük adam, bir dürüstlük timsali ağabeyimiz, benim değerli dostum, rahmetli Hakkı Göçen, Celâl Tekiner ile ilgili baba annesinin anlattığı bir anısını şöyle nakletti:
“Benim baba annem Kırşehir’de Şakirağaoğullarındandı. Baba annem şöyle derdi bize: ‘Celâl Tekiner Adana’da avukat olarak yaşarken uzun yıllar Kırşehir’e hasret kaldığı yıllarda her ay gece saat 12.00’de Kırşehir’e gelir, Aşıkpaşa Türbesi’nin yanında güneş ışığıncaya kadar Kırşehir’i içine çekerek hasretini, özlemini giderirdi. Sabah ta tekrar Adana’ya dönerdi.’ Bu anıyı da okurlarımla paylaşmak benim için tarihi bir görev olsa gerek.
Celâl Tekiner Kırşehir’de kimseyle doğru dürüst konuşmazdı. Az konuşur, öz konuşurdu. Beyaz uzun saçlarıyla, sürekli yürüyüş yapar, dolaşırdı. Ben onu bir gün ikna ettim. Elini, yanaklarını öptüm.
Gazetemizde saatlerce konuştum, beraber yemek yedik. Amacım onu konuşturmaktı.
Konuşturmuştum, başarmıştım. Ama yine de ona ait çok özelleri ben de kalsın…
1950’li yıllarda Celâl Tekiner’in Kale Ortaokulu’nda arkadaşı, hemşehrisi olan Osman Bölükbaşı’nın parti kurup, siyasi mücadeleye başlamasıyla birlikte, Tekiner de Saimbeyli Cumhuriyet Savcılığı’ndan istifa edip, Adana’da serbest avukatlığa başlar.
17 yıl Adana Baro Başkanlığı yapar. “Dosyasız avukat” derlermiş Tekiner’e… Çünkü girdiği her hukuk davasını kazanırmış. Kaybettiği hiç dava olmamıştır. Kızdığı tek şey “Hakimler dosyaları gereği gibi okumuyorlar” derdi.
Namuslu, şerefli, dürüst, Atatürkçü, vatansever bir hukukçu olarak o da Demokrat Parti iktidarının ülkeye yaptığı haksızlıkları ve en önemlisi Kırşehirli Osman Bölükbaşı’ ya ve Kırşehir’e yaptığı baskı ve zulümler karşısında susmamış, yiğit bir eski savcı ve avukat olarak o da bayrak açmış, en ağır eleştirileri yapıyordu. Kitaplığımdaki “Haksızlığa İsyan” kitabı bunun örneğidir.
İktidarı yerden yere vuran, kitapçıklar yayınlamış Adana’da. Ve o kitapçıkları Kırşehir’e, Bölükbaşı’nın kadim dostu Mustafa Karagüllü’ye postalamış “Kırşehir’de dağıttırsın” diye. Bu yıllarda, yani 1950 ‐60 yılları arasında babası Şevki Şakirağaoğlu ve annesini kaybeden Celâl Tekiner, Kırşehir’e dönmemiş.
Üzülmüş, kahrolmuş ama çok sevdiği anasının üzerine evlenen babasını da bir türlü affetmemiş, küsmüş de küsmüş…
40 yıla yakın Kırşehir’ e gelmemiş. Kırşehir onun gözünde bir kutsal kent, Kâbe gibidir. Özlemiş, özlemiş, bitmez tükenmez bir sevgi, bir aşkla Kırşehir’in toprağını dağını, taşını, suyunu, kurdunu, kuşunu her şeyini özlemiş…
Bir inat uğruna Adana’da kitaplar yazıp, iktidara demediğini bırakmamış ve bir gün hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanmış. Ruh sağlığını kaybetmiş, kendisini İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırmışlar. Bir hücreye kapatmışlar. Ama bir yolunu kaçmış, yakalayıp getirmişler, ama tekrar kaçmış, sonra yeniden getirmişler bu defa ayağına pranga vurmuşlar, kaçmasın diye bu müthiş Kırşehirliye…
Haksızlıklara isyan eden büyük adam Celâl Tekiner: “Ey atım, bil ki ayağıma vurulan bu prangalardan sana nal dövdüreceğim. Seni bir gün şahlandıracağım. Kırşehir’imin bahtına güneş doğacak, ülkeme demokrasi gelecek. Atatürk’ün Türkiye’si aydınlık olacak” demiş.
27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra 40 yıldır görmediği Kırşehir’e dönmüş. “Adana’yla işim bitti” diyerek yeniden doğduğu toprağı öperek Kırşehir’le kucaklaştı.
Şimdi Belediye Ek Hizmet Binası olan Eski Müstean Günver İş Hanı olan binanın 3. katında büro kiralayıp avukatlık yapmaya başladı.
Kırşehir’de avukatlık yaparken Dursun Yastıman’ın yayınladığı “Yeni Kırşehir” Gazetesi’nde “Toprağımdan”, sütununda çok güzel yazılar kaleme aldı. Tekiner ayrıca her yıl 5 Mayıs’ta Dünya Türkçülük Günü’nde İş Bankası’nın yanındaki Atatürk Büstü’ne sırtında avukatlık cübbesiyle, saygı duruşunda bulunup, Kale’ye çıkarak, Obruk Mağarası’na dönüp, Obruk’a iki kolunu açarak kendine has söylemlerini biliyorum.
Kırşehir’de 1980 sonrası 20 yıla yakın gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”de “Kırşehir Yazıları” başlığı altında yazılar yazdı. Çok titiz ve prensipli bir adamdı. Halen ben de Celâl Tekiner’in yayınlanmamış, yüzlerce yazısı arşivimizdedir.
Kırşehir sevdalısı Celâl Tekiner, giyimiyle, kuşamıyla örnek bir Atatürkçü, gerçek bir Türkçü olarak tanınır. Kırşehir tarihine böyle geçti.
Haksızlıklar karşısında susmadı, laik Türkiye Cumhuriyeti doğrultusunda, demokrasi uğruna yanlış gördüğü pek çok usulsüzlükleri protesto etti. Ülkeyi idare eden Cumhurbaşkanlarına, Başbakanlara, bakanlara ve diğer yetkililere telgraflar çekerek günlerini geçirdi.
Çok marjinal görüşlü ve çok bilgi yüklü bir adamdı.
Kırşehir’e Osman Bölükbaşı ve onun arkadaşı hukukçu Celâl Tekiner’den sonra böyle adam gibi adam, vatansever, dürüst, gözünü budaktan esirgemeyen yürekli adamlar gelmedi diyebilirim. Bu ikilinin yeri bundan sonra dolar mı bilmiyorum.
Kırşehir’de uzun yıllar Kervansaray Oteli’nde kaldı. Kaç kere eşimle beraber kendisine onun sevdiği ev yemekleri götürmüştük.
Yine kaç kere evime, bahçeme davet etmeme rağmen kabul etmedi. Nedeni sordum “hayır hiçbir yere gitmiyorum, zira çocukluğumda hatırladığım kendi evimiz ve Dinekbağı’ndaki bahçemiz gözümün önüne geliyor yapamıyorum” derdi.
Ama pikniğe, onun tabiriyle, “kır’a, kıraca gidelim” derdi. Biz de zaman zaman öyle yapardık.
Kırşehir’de onun kadim dostlarından birisi, gazeteci Dursun Yastıman, diğer birisi de avukat Adil Gülvahaboğlu’ydu. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin bir anahtarını da Celâl Tekiner’e verdi. Tekiner buraya gelir, burada okur, yazar, düşünür, günlerinin büyük çoğunluğunu burada da geçirirdi. Tekiner’in en çok sevdiği Çuğun Gölü kıyısında oturmaktı.
Ve koca çınar, bu büyük adam 26 Şubat 2002 tarihinde bir Kurban Bayram’ının 1. günü yalnız yaşadığı Kervansaray Oteli’nde bu dünyaya gözlerini yumdu. Ertesi günü 27 Şubat’ta Cacabey Camii’nde kılınan öğle namazının ardından kaldığı otelin karşısındaki Aşıkpaşa Mezarlığı’nda toprağa verdik. Cenazesini bizzat ben organize ettim ve mezarına ilk toprağı ben attım. Aramızdan ayrılışının 15. Yılında kendisini bir kere daha rahmet ve şükranla anıyorum.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun o büyük adamın…

Bir mezar taşı

Aşıkpaşa Mezarlığı’nda başı söbe, altı toprağa gömük öyle bir mezar taşı ki, yassılığı dev bir süs yaprağı gibi işlenip süslenmiş doğaca, renk renk, çizgi çizgi, iki yanlı, iki yanlı!..
Mezarı ortadan silindiğine göre bu daşın altında yatan ölüyle onu gömen yakınları çok önce sırasını savmış olacak…
Kimdi onlar?
Neciydi?
Hangi işin başındaydı?
Sokakları nereydi?
Bağlı-bahçeli evleri nic’olmuştu?
Adları ne, sonları neydi?
Kim biliyorsa söylesin!
Kimse bilemez…

-Buna hiçliğin hiçliği denmez mi?
Denir; hepliğin hepliğinden sonra!
Hepimiz şimdi, hepiz, hep;
Hiç oluruz ölünce.
Veren kalkar ortadan,
Hayat gelmez ödünce.

Bu dünyaya kim kazık
Kalktı ki biz kakalım;
Daha canı sağ iken
Keyfimize bakalım.

Kentin kızı, oğlanı;
Ere meri, kadını
Çıkaralım geçici
Şu hayatın tadını.

-Beni kamçıladın
Seğirt te göreyim!
-O taşı bana göster
Olur.
Kırşehir, 30 Haziran 1998