“Hiç kimse vazgeçilmez değildir ve hiç kimse kendini vazgeçilmez sanan biri kadar aptal değildir” diyerek ne kadar anlamlı söz söylemiş Victor Hugo.
Bu söz kendini vazgeçilmez zannedenlere çok şeyler anlatabilir. Yaşamın her alanında her birimiz bu tür kendini vazgeçilmez sanan insanlarla karşılaşırız.
Kendilerince bu insanlar dünyayı yaratırlar, uzayı keşfederler, bilim adamıdırlar, evliyadırlar, her şeyden anlarlar, her şeyi bilirler, en güzel onlar giyinirler. Konuşurken mangalda kül bırakmazlar, övünmeyi ve kendilerini olduklarından büyük göstermeyi çok severler. İçleri fesattır, kimsenin iyi olduklarını istemezler, kendi çıkarları uğruna atmadık iftira söylemedik yalan bırakmazlar. Bunların çalıştıkları kurumlarda bunlar olmazsa o kurum çöker, yanar, yıkılır, kül olur. Gerçekte ise bu insanların hepsi yaralı parmağa merhem olamayacak kadar boş tenekelerdir.
Bu insanların ortak özellikleri bulundukları mevkiye kendi çabalarıyla, hak ederek değil, siyasilerin sayesinde hak etmeden gelmeleridir. Bunun örneklerini geçmişten itibaren Kırşehir’de faaliyet gösteren ve siyasilerin el attığı başta Kırşehir Belediyesi olmak üzere diğer kurumlarda görürsünüz. İki kere ikinin kaç yaptığını, bir dilekçe yazmasını bilmeyen, çay ocağında garsonluk yapacak kapasite olmayan adamlar bakmışsınız ki siyasetin sayesiyle bir yerlere gelmişlerdir.
Hiç şaşırmayın burası Türkiye olmayacak şey değil. Zaten Türkiye siyasetçilerin yüzünden liyakatin, bilginin, kültürün, tecrübenin hiçe sayıldığı bir ülke konumundadır. Dayın var mı gerisi tufan, her yere, her makama gelebilirsiniz. Başka bir deyişle ne köy, ne kasaba olamayacak insanlar il oluyor. Bakın Milletvekilliği dahi ayağa düştü.
Ancak zaman geçtikçe bu zatı muhteremler geldikleri yere hak ederek alım teriyle geldiklerini anlatırlar ve kendileri de oluşturulan bu yapay güç algısına başkalarını inandırmaya çalıştıkları gibi kendileri de inanırlar.
Kendilerini bulunmaz Hint kumaşı zanneden bu zatların bu kadar şişmelerine, övünmelerine, şişmelerine gerek yok çünkü oturdukları ev, bindikleri araba, ya banka kredisiyle, ya da baba parasıyla alınmıştır. Birde denize tatile gitmişlerse değmeyin keyiflerine.
Anlayacağınız her şey yapay. Yapay yaşadığımız içinde insanlık öldü. Aslında sıkça karşılaştığımız kötülüklerin, şiddetin, anlamsız kavga ve sömürünün kaynağında bu yapay güç gösterisi yatar. Gösteri diyorum, çünkü gerçek bir güç değildir ve en küçük bir sarsıntı da yerle bir olmaya mahkûmdur. Her zaman çok mühim şeyler düşünüyormuş gibi poz keser. Gören de hayatının her dakikasından varoluşunu sorguluyor zanneder. Herkesten üstün olduğuna fazlasıyla kendini inandırmıştır. Ve bu dünya için vazgeçilmez olduğunu düşünecek kadar aldanmış olduğunu kolayca görebilirsiniz.
Bu konuyla ilgili çok anlamlı bir hikâye ile yazıma devam etmek istiyorum.
Bir gün bir doktora, gerginlik ve tedirginlikten şikâyetçi olan bir hasta gelir. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu, fakat kendisinin rahatsız, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söyler. Doktor sorar, “Bu işleri başka biri yapamaz mı, yahut bir başkası yardımcı olmaz mı?” der.
Adam, “Onları yalnız ben yapabilirim, bütün işler bana bakıyor!” diye cevap verir. Doktor, “Sana bir reçete vereceğim. Bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor!” diyerek reçeteyi yazıp eline verir.
Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalır. Reçete de, “Her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin!” diye yazıyordu.
Bunun üzerine hasta adam; “Yürüyüşü anladık ama neden mezarlık?” diye sorar.
Doktor, “Gidip, mezarlıklara bakmanı istiyorum. Orası senin gibi kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur, sende onlar gibi mezarlığa gömülünce kendinden başkasının yapmasına imkân olmadığını zannettiğin işlerin başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin” der.
Bu hikâyede dünyayı ben yarattım edasıyla yaşayan kendini beğenmiş, kibirli, uyuz, mızmız, kendini bulunmaz. Hint kumaşı zanneden insanlara kapak olsun.