Herkes kendi derdine düştü

BİZİM Kırşehir Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği Başkanı Bahamettin Öztürk konuşuyor, “İnsanlar büyük sıkıntıda. Sokakta giden vatandaşların pek çoğu bunalımda.


Doğru söylüyor hani…
Çünkü herkes kendi derdine düşmüş...
Sokakta yürüyenlerin, çarşıda pazarda dolaşanların yüzüne şöyle bir bakın... Kiminin alnı kırış kırış, kimi yay gibi gerilmiş, dokunsan, zehirli ok fırlatacak sanki mübarek!
Kısaca insanlar bunalımda. Her an birine çatacak gibi…
Herkes kendi derdinde bu aralar... Daha açığı, herkes kendi derdine düşmüş, debelenip durmakta bir başına üstelik...
Kimi, geçim derdinde, kimi çocuğunun okul taksidini düşünür...
Küçük esnaf ve sanatkâra “nasılsın, işin, gücün nasıl?” diye sorma. Çünkü sorarsan öyle bir ağlar ki, senin de iki gözün iki çeşme olur inanın ki…
Kiracı ev sahibiyle, emekli, kahveciyle kavgalı... Kahveci " Veresiye yazmam da yazmam! " diye emekli üzerine yürüyecek sanki.
Ama ülkeyi idare edenlere sorarsanız her şey tıkırında!
Kırşehir’de işimiz gereği sürekli esnaflarla iç içeyiz, görüş alışverişinde bulunuyoruz. Hiç kimse halinden memnun değil. Hepsi bizim gibi küçük esnaf olan arkadaşlarım, dertli mi dertli... Kimi ödeyemediği vergi borçlarından hayıflanır, kimi yazılmış çekinin, senedinin derdine düşmüş, kimisi de geleceğinden endişe eder duruma gelmiş, kimisi işyerinin kapısına kilit vuracağını söyler duruma gelmiş.
Diğer yandan ülkemizin Doğu ve Güneydoğusunda savaş yaşanıyormuş, her gün vatan evlatları şehit düşürmüyor, ocaklar sönüyormuş, Türkiye savaşa giriyormuş, ülke bölünüyormuş, başkanlık mı gelsinmiş, yoksa rejim böyle iyi miymiş; kimsenin umurunda bile değil. Çünkü artık insanlar bunları kanıksadı.
Hele şu şehit haberleri… Ateş düştüğü yeri yakıyor çünkü. Sanki “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir”i herkes kabul etmiş, içine sindirmiş gibi hiçbir şey olmamış gibi, vur patlasın, çal oynasın! Hayat devam ediyor!
Kırşehir’de önceki gün yanında 300-500 kişiye iş veren bir işadamı hemşehrimle görüştüm, o da işlerin iyi olmadığından, ödemede yaşadıkları sıkıntıdan dem vururken “Artık haberleri ne ben izliyorum, ne de eşim ve çocuklarıma. Şehit haberleri yıkıyor bizi. Hiçbir iyi haber yok. İzleyince iyice moralim bozuluyor. Gazete bile okumuyorum. Yeni yatırım mı kesinlikle. Ne yapacağım umudum kalmadı, güvenlik sorunum kalmadı, şevkim kalmadı” dedi.
İşte Kırşehirli hemşehrimin söyledikleri. Özetle insanlarda umut yok, güven yok, şevk yok, sevgi ve saygı hak getire…
Bunlar yetmiyormuş gibi kadın cinayetleri, öğrencilere yapılan cinsel istismarlar her şeye tuz biber ekiyor.
Yani ülkemizdeki durum herkesin içini karartmış, geleceğinden insanların umutlarını kesmesine neden oluyor.
Dedim ya herkes kendi derdine düşmüş arkadaş! Herkes kendi ekmeğinin peşinde!..
Eskiden, gazetelerde, televizyonlarda en ufak bir yolsuzluk haberi geçse, terör, cinnet, cinayet bir tek can alsa bu ülkede, herkes ayağa kalkar, içi yanan vatandaşın ateşinden ortalık, memleket yangın yerine dönerdi...
Şimdi ne gezeeeeer!...
Şimdi adamın evi yansa, altındaki toprak kaysa, gök yarılsa da yıldızlar yerlere saçılsa...
İnsanlar “Bana ne! Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" diyebiliyor!
Nasıl bu hale düştük, neden bu kadar duyarsız, vicdansız, sorumsuz bir toplum oluverdik?
İşte ülkemizin geldiği durum ne acı ki bu!
Evet herkes kendine göre haklı.
Çünkü millet, ekmek derdinde...
Vatandaş, geçim telaşında...
Herkes kendi derdine düşmüş...
Düşenin ağlayanı yok!
Tutup da elinden kaldıranı yok!
Vatandaş da haklı yani!
Eeee... Doğruya doğru şimdi...
Selam versem, selamımı alan yok. Derdim çok desem; derdimi dinleyecek yok.
N'apalım! Elbet bugünler de geçer. Neylersin ki, herkesler kendi derdine düşmüşler...
Ne demiş atalarımız “Düşenin dostu olmazmış”
Düşenin dostu olmadığı gibi, ayakta kalmanın da artık çok güç olduğu ortada…
Yeter ki bir düş, ayağa kalkamazsın, kalksan bile duramazsın. Çünkü dost yok. Çünkü her şey para olmuş, dostluklar, arkadaşlıklar, akrabalıklar bile paraya endekslenmiş.
Umut, fakirin ekmeği olduğu kadar toplumların da yaşam suyu, can damarıdır elbette.
Evet... Herkes kendi derdine düşmüştür; bu aralar bu topraklarda ama... Anadolu ve insanı, her düştüğü kör kuyudan yalnızca umuduna sarılarak, sadece yarınlarına güvenerek çıkmasını da bilmiştir, hem de binlerce kereler...
Elbette bu sıkıntılı günleri atlatırız umudu içinde yarınlara bakıyoruz. Ama gördüğümüz ve yaşadığımız tablo bize bu umudumuzu kaybettiriyor.
Bir insanın içinde azıcık bir umut varsa, her şeyi bir kenara bırakabilir. Ama umutsuz, güvensiz insanlar tıpkı kanser gibi ülkemizin üzerine karabulut gibi çökmüşse işte bu çok kötü…
Evet Türkiye'de çok garip şeyler oluyor. Bu yaşıma geldim, böylesiyle karşılaşmadım. Benden önceki nesil, anam, babam da karşılaşmadı. Ondan öncekiler, dedelerim gençliklerinde gördüler. Kurtuluş ve kuruluş dönemini yaşadılar. İç düşmanları, işgalcileri gördüler.
Ama Cumhuriyet kurulduktan sonra böylesi hiç olmadı. Cumhuriyete, kendi halkına ve bütünlüğüne; Atatürk milliyetçiliğine böylesine büyük bir saldırı hiç yaşanmadı. Kendi ulusal kimliğine ve değerlerine, hem de dış güçlerle, hainlerle işbirliği yaparak böyle bir saldırı görülmedi.
Ulusal çıkarlarımızın ve sınırlarımızın ABD, AB ve bölücü teröristler tarafından bu kadar baltalandığını hiç görmedik.
Türkiye'yi bölmek isteyen içteki ve dıştaki hainler ve bölücüler bu kadar net bir şekilde ortaya çıkmamış, gerçek yüzlerini bu kadar göstermemişlerdi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden maaş alan, sözde halkın vekili olanlar onlarca kişiyi şehit verenlerin cenazelerine katılabiliyor, hem de yüzleri kızarmadan! Bu kadar hainliği görmemiş ve yaşamamıştı bu ülke.
Ne halde bu cennet ülkemiz?
Piyasalar kan ağlıyor, millet zamlar altından inim inim inliyor. Ne oldu, 77 milyon insana afyon mu yutturuldu yoksa?
Türkiye uçuruma sürüklenirken kimse görmek, karışmak, felaketi durdurmak istemiyor. Herkes bu dehşet filmini, televizyonda izler gibi seyrediyor.
Ne oldu bize? Kafalarımız mı uyuşturuldu, gözlerimiz kör, kulaklarımız sağır mı edildi?
Ne oldu bize?
“Çılgın Türkler” yoksa gerçekten çıldırdılar mı?
Ülkemizde olup bitenlerin farkında mı değiliz yoksa?
Evet, böylesi hiç görülmedi!
77 milyonu temsil etmesi gereken çevreler iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel çıkarlar gasp edilirken tepki göstermiyorlar.
Evet, herkes kendi derdine düşmüş... Evet, evet ama... Her derdin dermanı da, çıkmamış canın ümidi de yine bu topraklarda...
O toprakların vefakar, kadirşinas, yorulmuş ama yenilmek nedir bilmeyen, şanlı tarihinde bunun binlerce örneğini veren büyük Türk Milleti var.
Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözüyle hareket edecek milyonlar var.
Tek umudumuz da o…
Başka umudumuz da kalmadı.

***
Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye

Ya kolum kırılalı 1,5 ay oldu. Daha tam olarak iyileşemedik. Sol kolumuz kırık kırık dolaşıp duruyoruz.
Pantolon giyemiyoruz, eşofman giydiğim için beni topa tutanlar kadar, işi sadaka verecek düzeye getiren dostlarım ve arkadaşlarım da oluyor tabii…
Kırşehir’de geçtiğimiz hafta arkadaşım Servet Beydoğan’ın işyerine uğradım. Sırtımdaki montumun sol kolunu takamadığım için o kol boşta, kolum bağlıydı.
Servet kardeşim birden masasından kalkıp beni kapıda karşılayarak sessiz sessiz “Ya kardeşim al şu 1 lirayı, karşı tarafta benden bir çay iç!” dedi.
Ne yaparsın ki arkadaş bizi herhalde her gün kapısını aşındıran dilenciye benzetti!
Ben de boş durmadım ve “Oğlum benden sana 10 lira, git benim yerime 20 çay iç” dedim, tabi bastım fırçayı!
Oysa bu arkadaşa ben ne iyilikler yapmıştım!
Anasının başına gelenleri mi yazmadım, kendisinin düştüğü çukurları mı yazmadım!
Neler yazdım, neler?
Demek ki iyilik yaramıyormuş insanlara…
Kolum kırık diye şimdi beni dilenciye benzetiyor, benimle kafa buluyor ne yazık ki…
Ben onun her gün “bankaya gidiyorum!” diye yalan söyleyip, işten kaçıp torununun ağzına süt ısıtıp biberon verdiğini niye yazacağım ki…
Süt danası gibi ortada dolaştığından bana ne ki?
Saç sakal karışık dolaşırken, “Tıraş ol oğlum!” diye niye uyarayım ki?
Bana ne….
Bana ne?
Ama bu arkadaşta biraz kaşıntı olduğu için, şimdi iki gün sonra beni arayacak, “şunu yaz, bunu yaz, anamın başına şu geldi, bu geldi!” diyecek.
İş işten geçti, geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye…

***
Biraz da gülelim!

Mezar soyguncusu

Köyün birinde bir mezar soyguncusu varmış. Cenaze gömüldükten bir gün sonra mezara bir gidilirmiş ki, mezar soyulmuş. Bütün ziynet eşyaları çalınmış.
Köylü bu mezar soyguncusunu bilirmiş bilmesine de bir türlü yakalayamazmış. Gel zaman git zaman bu böyle sürüp giderken mezar soyguncusu ölüm döşeğine düşmüş ve oğlunu çağırarak:
-Bak oğlum. Ben bu güne kadar sizin rızkınızı mezar soyarak çıkardım. Şimdi ölüp gidiyorum. Arkamdan tüm köylü bayram yapacak. Bir kişi bile 'Allah rahmet eylesin' demeyecek. 'ohbee öldü de kurtulduk' diyecekler, diye itirafta bulunmuş.
Bu olay oğlanın çok gücüne gitmiş.
Babasına:
-Baba sana söz veriyorum herkes arkandan rahmet okuyacak demiş. Ve derken mezarcı ölmüş. Bütün köylü bayramda. Birkaç gün sonra köyde gene bir cenaze. Ama köylünün içi rahat. Cenaze tüm ziynetiyle beraber gömülmüş. Bir gün sonra mezarlığa gidildiğinde o da ne!!! Mezar gene soyulmuş ve eskisinden farklı olarak cenazenin kıçına koca bir kazık çakılmış. Köylüler bunu görünce:
-Yahu Allah Rahmet eylesin A.. efendide mezar soyardı ama hiç olmazsa kazık çakmazdı demişler.
Siyasetçilere duyurulur!!

Sevdiğim bir söz

“Geçmiş hatalarınızı unutun. Başarısızlıklarınızı unutun. Şu anda yapacağınız dışındaki herşeyi unutun ve onu yapın.”
William Durant