Hayat öyle acımasız bir hale geldi ki artık hayal bile kuramaz olduk. Pek çok şey gibi hayallerimiz de uçup gitti elimizden.

Hayat öyle acımasız bir hale geldi ki artık hayal bile kuramaz olduk.
Pek çok şey gibi hayallerimiz de uçup gitti elimizden.
Gençler umutsuz, çaresiz…
Sevmekten dahi korkar olmuş gençler. Severim de evlenirim korkusuyla uzak durur olmuş yârinden yareninden…
Neden? Çünkü insanlar gerek yaşamdan, gerekse geleceğinden umudunu gün be gün keser hale gelmiş.
KPSS’de yüksek puan alanlar eskiden istedikleri yere hiçbir torpil aramadan rahatlıkla girebiliyordu. Şimdi buna bir de mülakat ekleyerek, hiç inanmak istemiyorum ama torpili yasal hale getirdiler! Çok çalışıp yüksek puan alanlar, alın teriyle atanma bekleyenlerin yerine, düşük puan alan ve adamı olanlar atanıyorsa bu gençlerin kamuda iş hayalleri kalır mı?
Zaten ekonomik sıkıntı içinde olan özel sektör adam almıyor, aldığı adamları da krizi gerekçe göstererek işine son veriyorsa, bu gençler ne yapacak? Nasıl hayal kuracak? Nasıl evlenecek, nasıl düğün yapacak, nasıl ev kuracak, çocuk büyütecek?
Herkes de bir ekonomik sıkıntı. İşverenler işçi çıkarıyor, işçiler maaş alamıyor.
Sıkıntı büyük, çok büyük.
Eskilerimizin bir lafı var “Allah iş gailesi versin” diye.
Evet, sağlık olsun, huzur olsun da her türlü iş yapılır diye düşünmüşler. Ne kadar da doğru ne kadar da yerinde bir tespit.
Şimdi öyle mi?
Sağlığı yerinde, taşı sıksa suyunu çıkaracak güçte delikanlılar, üniversite okumuş yüksek lisans yapmış gencecik kızlar işsiz güçsüz geziyorlar maalesef.
Daha geçenler de biriyle tanıştım Kırşehir’de. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinin Eczacılık Fakültesi’ni derece ile bitirmiş. Bu genç bayan hemşerimiz atanamadığı için, eczane açacak durumu olmadığı için bir esnafın yanında işe başlamış satış elemanlığı yapıyor.
Tabi ki her işe saygımız sonsuz, yeter ki helalinden olsun ama o kızcağız tam beş sene çok zor ve kutsal bir meslek için kafa yormuş, ne zorluklarla okumuş okulunu bitirmiş hem de derece ile.
Şimdi söyleyin bana o üniversite sınavına girenler nasıl çalışacaklar da istedikleri, hayallerinde ki mesleği kazanıp okuyacak, hadi kazandı okudu, nasıl işe başlayacak?
Geçtiğimiz yıllarda İzmir’de daha 23 yaşında öğretmenlik mezunu bir genç kardeşimiz sosyal medya hesabından şu elim notu paylaşıp yaşamına son vermişti:
“Öncelikle hepinizden ailemden arkadaşlarımdan yakın dostlarımdan, böyle bir üzücü durumu yaşattığım için özür diliyorum. Üzgünüm. Uzun zamandır mutsuzum. Mutlu nasıl olunur onu bile bilmiyorum aslında. Hayatımın geri kalanını devam ettirmek için umudumu, ışığımı kaybettim. Bu paradoksu kıramadım. Başka bir sebep aramanıza gerek yok. Kendi irademle, kararımla aranızdan ayrılıyorum. Bu not yayınladıktan hemen sonra hayatımı sonlandırıyorum. Vasiyet: Tüm organlarımı ve dokularımı bağışlıyorum. Ailemin rızası alınarak. En önemlisi Erzincan'a defnedilmek istiyorum.”
Bu elim olaya insan nasıl üzülmez, nasıl kahrolmaz ki!..
“Umudumu, ışığımı kaybettim”… Şu cümlenin ağırlığını siz de iliklerinize kadar hissettiniz değil mi?
Allah rahmet eylesin.
Evet, hayat acımasız, evet zalim, evet hain.
Ama direnmektir yaşamak, başımıza ne gelirse gelsin savaşmak, umudumuzu baki tutmak…
Hatta daha inatla gitmeli üzerine, en büyük hayalleri kurmalı, en imkânsızı istemeli.
En karanlık gecenin bir sabahı, en çaresiz dertlerin bile çözümü var. Çünkü Allah var.
Yeter ki biz vazgeçmeyelim hayallerimizden, umutlarımızdan, hayattan.
Şairinde dediği gibi “İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar.”
Kimsenin bizi bundan mahrum etmesine izin vermeyelim en çokta kendimize…
Ve sonsuz güvenelim bizi yoktan var edene…