HAVADAN SUDAN

Havadan sudan konuşmak iyidir. Etliye sütlüye dokunmadan saatlerce konuşur, kimseyi üzmez, sıkmazsınız. Kimseye zararı dokunmayacak konularda konuşmaktan, yazmaktan güzel bir şey olmasa gerek. Garip ama günümüzde havadan konular da sudan konular da can yakacak durumda. Geçenlerde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu HaberTürk’te katıldığı bir TV programında havadan can yakacak bir soruna dikkat çekti ve “Şu anda hava savunma sistemimiz çok zayıf, bütün dünya bunu biliyor, bu bölgede hava savunma sistemi en zayıf olan ülke şu anda Türkiye” iddiasında bulundu.

Konu farklı haber kaynaklarında farklı değerlendirmelere konu yapıldı ve yapılmakta… Medyatik üniformalılardan sivillere birçok kişi, bu konuda fikir beyan etmekte. Kimine göre “hava savunmamız zayıf”, kimine göre “sorun yok” … Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da yürüyen tartışma “körlerin fili tarifi” fıkrasını hatırlatıyor bana. Herkes gerçeğin bir bölümünü, bir doğrusunu ifade ediyor ama bütünü gören, gösteren yok gibi.

Konu, millete umut olmaya başlayan bir siyasetçi tarafından dile getirilince üzerine birkaç söz söylemek gerekliydi ama yanıtları, tartışılanları okumadan bir şey yazmak istemedim. "Kafa karışıklığı" bu konuda düşündüğümden çok, ne yazık ki... Körün fili tarifi işgüzarlığına kalkışanlara ben de katılayım, bu konuda kendimce birkaç kelam edeyim…

Millî Savunma Planlama Faaliyetleri diye isimlendirilen bir dizi çalışmanın sonrasında Millî Güvenlik Siyaseti belirlenir. Bu çerçevede milli güç unsurlarının, doğaldır ki askerî güç unsurunun bu siyaseti desteklemesi için sahip olması gereken yetenekler ve Kuvvet Yapısının ne olması gerektiği ortaya konulur. Konunun Millî Güvenlik Kurulu’nda değerlendirilmesi sonrasında devlet kurumlarının takip edeceği “millî siyaset” ve bunu gerçekleştirmek için sahip olması gereken yetenekler belirlenmiş olur. Bu çerçevede ülkemizin hava savunması ile ilgili ihtiyaçları, diğer savunma ihtiyaçları gibi bir dizi güvenlik analizinin sonucunda ortaya konulmaktadır. En azından son yıllara kadar öyleydi.

Hava savunma ihtiyaçlarının karşılanmasının bir yolu; sağlanmış bütçe ve fon olanaklarıyla bu savunma sistemlerine sahip olmak ise, diğer bir yolu ise; içinde bulunduğumuz ittifak (NATO) olanaklarından yararlanmaktır. Bir yöntem Silahlı Kuvvetlere bedelini ödeyerek yetenek kazandırmak ise, diğer bir yöntem de "silahsız kuvvetler"(diplomasi) ile tehdidi etkisizleştirmektir. Bu çerçevede TSK Kuvvet Planlamasında tüm savunma ihtiyaçlarının karşılanması değişik nedenlerle madden olanaksızdır.

İktidarlar ülkeyi yönetirken kullandıkları kaynakları sadece savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını değil, bu ihtiyaçların da alt yapısına destek olan kalkınma, adalet, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarına da önem vermek, kaynak ayırmak zorundadır. Sınırlı kaynakların sınırsız ihtiyaçlara tahsisi, ülke ve dünya gerçekleri göz önünde tutularak maliyet-etkinlik ilkeleri çerçevesinde siyasi önceliklerle yapılır. Bütçe çalışmaları bu yüzden en önemli ve kapsamlı siyasi görevdir.

Öngörülü çalışmalarla doğru belirlenmiş ihtiyaçlara doğru önceliklerle kaynak tahsis edilmesi iktidarların siyasi hedeflerini gerçekleştirmesinin, milletin huzur ve refahının, devletin ve ülkenin güvenliğinin ve bekasının sağlanmasının en kestirme yoludur. Kaynakların bu tür öngörülü çalışmalarla belirlenmiş ihtiyaçlara harcanması yerine “çarçur edilmesi” ülkeyi, halkı ve iktidarı ekonomik darboğazlara, güvenlik çıkmazlarına, beka sorunlarına mahkûm eder. Bugünlerde yaşadığımız sorunların temeli, “hasılası uzun zamanda alınacak işlerle uğraşarak uygar dünyayı yakalamak” için gerçek ihtiyaçlar yerine, belirli siyasi ihtirasların doğurduğu “çılgın” olarak sıfatlandırılan önceliği ve gerekliliği tartışmalı alanlara önemli gayretlerin ve kaynakların aktarılmasıdır, kanımca…

Bu kapsamda, öngörülü çalışmalarla doğru belirlenmiş savunma ihtiyaçlarımızı karşılamak için tüm kaynaklarımızı sarf etme niyetimiz olsa bile bu ihtiyaçların tamamının "yerli ve millî" olanaklarla karşılanması mümkün olmayabilir. Çünkü Türkiye araştıran, geliştiren, teknoloji üreten, sanayileşmiş bir ülke değildir, özellikle savunma sistemleri, araç ve gereçleri tedarikinde önemli ölçüde dışa bağımlıdır. Bir başka ülkeden tedarik edilecek "savunma sistemleri, araç ve gereçleri", bunların tabi olduğu (silahlanma) rejimleriyle ve bunları üreten ülkelerin siyasi tercihleriyle sınırlıdır.

Bir örnek olmak üzere, ATAK Taarruz ve Keşif Helikopterini TAI’de üretim yeteneklerine sahibiz ancak “motor”larını dışarıdan tedarik etmek zorundayız. Bu üretimi yapabilmemiz için motor tedarik ettiğimiz ülke ile tedarikleri aksatmayacak şekilde ilişkiler yürütmek zorunluluğuyla karşı karşıya kalmaktayız. Benzer şekilde Modern Tank üretimimiz de “motor” üreten ülkeyle diplomatik sorunlarımız nedeniyle gecikmektedir. Burada bir noktaya da işaret etmekte yarar var. Türkiye’nin tüm sektörleri etkileyen endüstrileşme sorunları vardır. Örneğin: “Motor Üretimi” … “Otomobil üreteceğiz” diye çırpınanların aklına nedense ülkede “motor üretim” yeteneği kazandıracak kamu veya özel bir girişimi örgütlemek ve desteklemek gelmemektedir.

Silahlanma rejimlerindeki sınırlılıklara bir diğer örneği İran’dan vermek mümkündür. İran nükleer silah üretebilir mi? Üretecek kaynağı var, bir şekilde nükleer silah üretim teknolojisini kazandığı iddia edilmektedir. Ama nükleer silah üretmeye kalkışmasını bırakın, nükleer silah üretme yeteneğinin olması olasılığı bile (nükleer silahlanma rejimleri nedeniyle) ciddi sonuçlara yol açmıştır. Yıllardır küresel güçlerin ambargo tehdit ve uygulamalarıyla karşı karşıyadır.

Bu çerçevede Türkiye, uzun yıllar savunma ve güvenlik alanlarındaki yetenek açıklarını mensubu olduğu NATO İttifakının "İttifak Dayanışması" içinde karşılamaya çalışmıştır. Örneğin Körfez Harekâtı sırasında Havadan Erken İhbar ve İkaz (HİK) uçağı ihtiyacımızı NATO ülkelerinden gelen “Awacs”lar, balistik füzelere karşı hava savunma ihtiyacımızı NATO ülkelerinden gelen “Patriot”lar ile karşılamıştık. Bölgemizdeki NBC tehditlerine karşı büyük ölçüde NATO’nın nükleer savunma yeteneklerine dayanmaktayız.

Bu konuda, bu vesileyle bir anımı aktarmak isterim. HİK Uçağı Tedarik Projesi Sözleşmesi yürürlüğe gireceği günlerde, iktidar değişmiş, yeni bir hükumet kurulmuştu. Sözleşmenin yürürlüğe girmesine yeni MSB Bakanı “para bulsak çiftçi borçlarını öderiz” diye karşı çıkmıştı. Halbuki kendisi tarımdan sorumlu bakan değildi, TSK ihtiyaçlarını karşılamaktan sorumlu bakanlığın başına atanmıştı. Bu sözleşmenin kaynağı TSK Bütçesinden ve Savunma Sanayii Destekleme Fonundan planlanmış ve ayrılmıştı. Taze Bakanımıza “TSK yetenek açıkları”nı ve NATO’dan gelen Awacsları anlatmak durumunda kalmıştım. Gelen NATO Awacslarının ülkemiz üzerinden uçtuğu, uçtuğu sahada su kaynaklarından üretilen ürünlere, maden sahalarından kritik alt yapılara, egemenlik haklarımız ile ilgili birçok konuda bilgi toplama, araştırma ve inceleme olanakları bulduklarını, askerî anlamda verdikleri bilginin ise “Türkiye’ye yönelik düşmanca bir hareket” bulunup bulunmadığıyla sınırlı kaldığını, HİK uçakları edinmemizdeki gereklilikleri uzun uzun açıklamıştım. Sonuçta siyasi tereddütlerle, emanetçi başbakanın değişmesinden sonra birkaç aylık gecikmeyle HİK Uçağı Sözleşmesi yürürlüğe girmişti. Havadan erken ihbar ve ikaz yeteneği kazanmış olmamıza karşın hava savunma yetenek açıklarımız tartışılmaya devam ediyor.

Hava savunmasının İttifak Yetenekleriyle karşılanmasına tipik örneklerden birisi Alman Federal Cumhuriyeti (AFC) olabilir. Uzun yıllar AFC Silahlı Kuvvetleri için "alçak hava savunma sistemleri"ne öncelik vermiş, orta, uzun ve füze savunması dahil hava savunma ihtiyaçlarını NATO ve ABD yetenekleriyle karşılamıştır. Bu konular tartışılırken AFC Parlamentosunda "ABD'ye ülkemizde dört büyük üs sağlamışız, onların hava savunma, füze savunma ve nükleer savunma şemsiyesi içindeyiz" görüşü ağır basmış, bu konularda yetenek kazanmak için harcanacak kaynaklar başka yetenekleri güçlendirmek için kullanılmıştır.

İttifak dışı millî ihtiyaçlar için TSK, örneğin Kıbrıs Barış Harekâtı veya komşu ülkeler ile yaşanan gerginliklerde, milli çözümler üreterek günümüze kadar birçok gerilimde hava savunması dahil ihtiyaçlarını karşılayabilmiştir. Bugünkü sıkıntılarımızın ana kaynağı "silahsız kuvvetler"in, diplomasinin "tul emeller" peşinde olduğu görüntüsünün "ittifak dayanışması"yla karşılayabileceğimiz yeteneklerden mahrum edişidir! F35 Projesinden dışlanmamız, hava savunma sistemleri tedariki konusunda yaşanan güçlükler veya S400’lerin tedariki sonrasında karşılaştığımız ambargo yeterince diplomatik davranıl(a)mamasının bir sonucudur.

Sonuçta Sayın Kemal Kılıçdaroğlu bir siyasetçi, belki de bu konularda yeterli danışman desteği olmayan bir parti lideri olarak "el yordamıyla sorunu tarif etme"ye çalışmıştır. Türkiye'nin silahlanma ve savunma ihtiyaçları, savunma politikaları, sistematik bir "Millî Savunma Planlama Faaliyeti", "millî güvenlik analizi"nden geçirilmeden gazete haberleri, medyatik tartışmalar ve şahsiyetler aracılığıyla anlaşılamaz.

Farklı uzmanlık alanlarından, görüşlerden, eğitimlerden insanların bilgisine başvurulması mutlaka gerekli olan bir alandaki herhangi bir konuyu bütününden kopararak "politika" üretmek, siyasetimiz ve siyasetçilerimiz için ciddi bir "yetenek açığı", ülkemiz ve milletimiz için gerçekten hava savunma ihtiyaçlarından daha büyük bir beka sorunudur!