Rahmetli babam çocuklarına dedelerden kalma masallar anlatırdı. Üç Ahmetler de bunlardan biriydi…

Masal kahramanları olan üç kardeş, birbirlerine bağlı, kokuları, renkleri birbirine karışmış, hal ve hareketleri uyumlu kişiler olarak büyümüşler. Farklı zevklere, görüşlere sahip olmalarına rağmen büyüklerine ve hocalara karşı saygıda kusur etmezlermiş.

Masalda üç kardeşi okurlara anlatırken, babamın da anlattığı biçimde ÜÇ AHMETLER olarak andım. Saygı ve sevgilerimle… 

HACI DERVİŞ HOCA

Yüz yıllar önce Anadolu ve Ortadoğu’da ünlü Hacı Derviş adında bir hoca varmış. Hazreti Nuh’un sülalesindenmiş. Dünyadaki hemen hemen tüm bitkilerin, yaban ve evcil hayvanların da bulunduğu Ararat Dağının yamacında büyük bir çiftliğin sahibi olan Molla Musa’nın tek oğluymuş. 12 de kız kardeşi varmış. Çiftlik sahibinin biricik oğlu olan Hacı Derviş ergenlik çağına kadar bilim adamları tarafından eğitilmiş. Daha sonra gurbete çıkarak yıllarca bilginlerin ve hekimlerin ocaklarında kulluk yaparak onlardan feyz almış. Sonra Ortadoğu ve Anadolu illerinde dolaşarak insanları eğitmiş, şifa vermiş.

İnsanlar onun için: Hoca geleceği önceden sezinleyerek afetlerden ve başka tehlikelerden canlıları kurtarır derlermiş. Canlıların hatta cansızların dilinden dahi anlarmış. Geçmişten, gelecekten söz eder insanları uyarır doğru yolu gösterirmiş. Rivayete göre öte dünyada ölmüşlerle de konuşurmuş. Ünü her yere yayılmış…

Ama Hoca bu tür söylentilerin doğru olmadığını söyler, toplum düzenini sağlayan ahlaki ve ilmi bilgilerle insanları aydınlatmaya çalışırmış. Bu nedenle de senede bir kez çiftliğe uğrar olmuş. 

Çiftliğe; karlar eridikten ve toprak yeşermeye başladıktan sonra bir sabah gün doğmadan rengârenk kuş kümeleri ile birlikte gelirmiş.

Babasının vefatını duyunca çiftliğe dönmüş, onun vasiyeti üzerine de evlenmiş.

Çitlikte bir gün kaldıktan sonra ertesi gün tekrar yola koyulurmuş. Her çiftliğe gelişinde eşiyle bir gece geçirirmiş. Eşi geceliğini giyer, kokular sürer, loş bir ışıkta yatağında Hocayı beklermiş. Hoca yatak odasına ve yatağa loş ışıkta yolunu bularak ve el yordamıyla girer, eşinin sıcak nefesi ve çıplak vücuduna sarılırmış. 

Ertesi gün çiftlik idaresini eşi ve kız kardeşlerine bırakarak, fakir, kimsesiz ve hasta olanlara yardım etmek, şifa vermek üzere tekrar yollara çıkarmış. İnsanların derdine derman yaralarına merhem olmaya çalışan, hastalara şifa veren Hoca diyar diyar dolaşırmış. 

Eşiyle birlikte olduğu ilk geceden sonra, uzak illerdeyken bir oğlu olduğunun müjdesini almış. Ulaklarla haber göndermiş ve oğlunun adını Ahmet koymuş. Çiftliğe ikinci gelişinden sonra bir yıl boyunca yaban ellerde iken bir oğlunun daha olduğunu öğrenmiş ve yine ulaklarla haber salarak, onun da adını Ahmet koymuş.

Daha sonra çiftliğe üçüncü gelişinde yine önceleri gibi, kendisini yatak odasında çıplak olarak bekleyen eşinin yanına loş ışıkta el yordamıyla girdiğinde eşi ona: “Hoca hayırdır, niye ikinci defa geldin” diye sorunca kendisinden önce bir erkeğin eşiyle birlikte olduğunu anlamış. Eşine durumu çaktırmamak için köstekli saatini unuttuğunu onu almaya geldiğini ifade ederek odadan çıkmış.

Uzak illerdeyken üçüncü oğlunun da dünyaya geldiğini öğrenmiş. Onun adını da Ahmet koymuş.

Yıllar sonra yaşlanan Hacı Derviş, artık çiftlikten ayrılamaz olmuş. Yine de çiftliğine gelen insanlarla ilgilenmeyi ihmal etmemiş. Bu arada çocuklarının eğitimine de önem vererek, uzak illerden hocalar getirtiyormuş.

Hacı Derviş hastalanıp yatağa düşünce çocuklarını yanına çağırarak vasiyetini açıklamış. “Oğullarım ben ölünce mirasım iki Ahmet arasında pay edilecektir. Birine mirastan pay yok” demiş. Ama onun hangisi olduğunu açıklamamış. Ölümünden sonra üç Ahmet aralarında miras ile ilgili babalarının vasiyetini çözmek için günler ve aylarca düşünmüş, araştırmış ama bir sonuca ulaşamamışlar.

Babalarının vasiyetini yerine getirmek üzere, civardaki ve uzak illerdeki hocalara haber salmışlar. Sonunda Bağdat ilinde büyük bir sarayda ikamet eden, Ömer Hoca’nın bunu çözebileceğini öğrenerek Bağdat’a gitmek üzere yola koyulmuşlar.

ÖMER HOCA VE KIZI FATMA

Daha yollardayken Bağdat’taki Ömer Hoca, Üç Ahmetlerin ününü ve bir sorunlarının halli için kendisine doğru geldiklerini öğrenmiş ve karşılamak üzere hazırlıklara başlamış.

Üç kardeş Bağdat yakınlarında yol kenarında dinlenmek için mola vermişler. Bir ağacın gölgesinde sofralarını kurmuşlar. Yanı başlarında daha önce bir devenin çimler üzerinde çöktüğünü, izlerden anlamışlar. Bağdat girişinde bir deve tüccarı kardeşlerin yollarını keserek, kaybettiği devesini görüp görmediklerini sormuş. Kardeşler deve ile ilgili bazı yorumlarda bulunarak adama: devenin heybesinin bir gözünde katran, diğer gözünde pekmez, sağ gözünün kör ve kuyruğunun kesik olup olmadığını sormuşlar. Adam onaylayarak devesinin nerede olduğunu sormuş, Üç Ahmetler deveyi görmediklerini söyleyince de adam onlara bu tariflerinden sonra inanmayarak, “nereden gelip nereye gidiyorsunuz” demiş. Onlarda baştan sona hikâyelerini anlatınca, deve sahibi “ben de sizinle Ömer Hocaya geliyorum” demiş ve birlikte Hoca Efendinin huzuruna çıkmışlar.

Ömer Hoca; Hacı Derviş’in çocuklarıyla birlikte Bağdatlı deve tüccarını da misafir odasına alarak ağırlamış. İlk sözü deve tüccarı olan adama vermiş. Adam, “Hoca Efendi bir devem kayboldu. Devemi ararken, bu üç gence rastladım. Devemin sağ gözü kör, heybesinin bir gözünde pekmez, bir gözünde katran var. Ayrıca kuyruğu da kesik olduğunu bildikleri halde devemin nerede olduğunu tüm ısrarlarıma rağmen söylememektedirler” demiş. 

Hoca üç kardeşe dönmüş ve sormuş “devesini görmediğiniz halde deve ile ilgili bu özellikleri nerden biliyorsunuz” demiş. Ahmetler bir ağacın gölgesinde mola verdikleri yerde devenin çimlerin üstünde çökmüş halde izine rastladıklarını belirterek; Ahmetlerin büyüğü: devenin yattığı yerde sağ tarafında sineklerin üşüştüğünü, sol tarafında da hiç sinek olmadığını gördüm. Ayrıca elimi çimlerde gezdirip kokladım. Sağında pekmez,  solunda da katran olduğunu anladım.  Ortanca Ahmet: devenin yattığı yerde önündeki çimlerden sağ tarafındakilere hiç dokunmadığını ancak solundakilerden otlandığını fark ederek sağ gözünün kör olabileceğini düşündüm. Küçük olan Ahmet’te devenin yattığı yerde dışkıladığını ancak pisliğini kuyruğuyla dağıtamadığını fark ettim, bu nedenle kuyruğunun kesik olabileceğini düşündüm. Demişler. Hoca, deve tüccarına Üç Ahmetlerin devesinin sadece yattığı yerdeki izine rastladıklarını ifade ederek, adamı uğurlamış.

Sonra üç kardeşin sorunlarını dinlemiş. Üç Ahmetler babalarının vasiyetini açıklayarak, miras hakkı olmayan kardeşin hangisi olduğunu öğrenmek için geldiklerini belirtmişler. Hoca bunu çözmek için kardeşlere bir süreliğine misafir olmalarını teklif etmiş.  

Onları ağırladığı odada ve bahçesinde gezinirlerken gözetlemeyi ve incelemeyi de ihmal etmemiş. Hizmetkârlarına talimat vererek kardeşlere bir ziyafet vermiş. Ahmetlerin sofrasına onlardan başka kimseyi oturtmayarak bu sorunu çözmek için kapı arkasından gözetleyip ne yaptıklarını anlamaya çalışmış.

Yemekte kardeşlerin büyüğü: pilavla birlikte gelen süt kuzusu ete bakın, bu kuzu köpek sütü ile beslenmiş. Ortancası; yufkayı açan kadın hamileymiş. Küçüğü ise; Hoca babasının oğlu değil demişler.

Kapı arkasında Ahmetleri dinleyen Ömer Hoca saraydaki çalışanlardan aldığı bilgiler sonucu; kuzunun annesinin ölmesi nedeniyle kapılarındaki dişi köpeğin kuzuyu emzirdiğini, yufkanın da hamile bir kadın tarafından açıldığını öğrenmiş.

Annesine giderek, biyolojik babasının kim olduğunu ısrarla sorunca Annesi başından geçeni anlatmış. Annesi bir yaz sıcağında tarlada çalışan eşine sefer tasında yemek götürdüğünü, bir eşkıyanın yolunu kestiğini ve tecavüze uğradığını söylemiş. Babasının da o olduğunun itirafında bulunmuş.

Hoca tüm bu olaylara şaşırarak ne yapacağını bilememiş. Üzüntüden ve Hacı Derviş Hoca’nın vasiyeti ile ilgili sorunu çözemeyeceği kaygısından günlerce yememiş içmemiş düşüncelere dalmış. Biricik kızı Fatma bunu fark ederek babasına neden bu kadar düşünceli olduğunu sormuş. Hocanın tek çocuğu ve göz nuru Fatma da eğitim görmüş zeki yetişkin biriymiş. Fatma sorunun çözümüne katkıda bulunmak için babasından izin istemiş.  Öncelikle kardeşleri daha yakın tanımak amacıyla onlarla arkadaş olmuş. Sarayı ve bahçeyi gezdirmiş. Sohbetleri sırasında yufkayı açan kadın hamile olduğundan yufkaların ortasının kalın kaldığını,  kuzunun köpek sütü emdiği için etinin tadı ve renginden anlaşıldığını, Ömer Hoca’nın kapı arkasından onları dinlemesinden de babasının oğlu olmadığı kanaatine vardıklarını öğrenmiş. Küçük kardeşin gerek devenin terki ile ilgili, gerekse de kapı dinlemeyle ilgili yorumlarının kardeşlerinden farklı olduğu Fatma’nın dikkatini çekse de üç kardeşe anlatmayı düşündüğü bir hikâye ile vardığı yargıyı netleştirmek istemiş. Durumu babasına anlatmış. Üç kardeşi sarayın şeref odasında bir köşeye almış. Karşı tarafa da bir perde germiş. Perde arkasına geçerek hikâyesini anlatmaya başlamış.

KARA KIZ’IN HİKÂYESİ

Araf Dağının yamacında şirin mi şirin bir küçük köy varmış. Adı Leyla olan kara mı kara bir kız ihtiyar anne ve babasıyla yaşarmış. Köy halkı da ona Kara Kız dermiş. Çocukluk yıllarında köylerinin altında gürül gürül akan derede, kızlı erkekli çimer, saklambaç, seksek ve başka çocuk oyunları oynarlarmış. Arkadaşı Mehmet ile aralarında duygusal bir bağ varmış. Yıllar sonra komşu köyün birinden, çocuklara ve delikanlı çağındakilere dini ve ilmi ders vermek üzere Ali isminde bir genç hoca gelmiş. Ne olmuşsa da ondan sonra olmuş. Kara Kız, Ali’nin verdiği derslere mi? Yoksa yakışıklılığına mı? Bilinmez, âşık olmuş. Ali köylülerin kendisi için tahsis ettiği evde kalıyor, onların imece usulü yardımı ile yaşamını sürdürüyormuş. Kara Kız da annesinin verdiği ekmekleri, katıkları ve yakacakları götürürmüş. Bu arada Ali’ye olan ilgisini hissettirmiş. Ali de zamanla Kara Kıza ilgi duymaya başlamış. Çocukluk aşkı olan Mehmet, Kara Kız’ın Ali’ye karşı ilgisinin farkına varmış ve çok üzülmüş. Ali’nin köyü düzlükte kurulu, Kara Kızın köyüne yakın yerde ve daha büyükmüş. Kara Kız annesiyle zaman zaman bu köye yamaçtan aşağı iner Pazar alışverişi yaparmış. Hayvansal ürünler, yaban meyveleri satar, karşılığında giysi ve köylerinde yetişmeyen bazı gıda ürünlerinden alırlarmış. Kara Kızın dedeleri Ali’nin köyünden gelmişler, dağ eteğindeki köye sonradan yerleşmişler. Eski bir husumetlerinden dolayı birbirlerine kız alıp vermiyorlarmış. Ali ailesi aracılığıyla Leyla’yı istetse de olumsuz yanıt almış. Leyla’nın aşkından köyde kalamayacağını anlayınca görevini bırakarak köyüne dönmüş.

Yıllar sonra Leyla eski aşkı Mehmet ile evlenmiş. Düğün gecesi Mehmet Leyla’nın ağladığını fark edince “neden ağlıyorsun” diye sormuş. Leyla ilk gecesini Ali ile geçireceğine dair kendi kendine söz verdiğini itiraf etmiş. “Bu nedenle ağlıyorum” demiş. Mehmet Leyla’ya olan aşkından “istiyorsan bu geceyi Ali ile geçirebilirsin” demiş. Leyla tereddüt etmeden gelinliği ve üzerindeki birkaç mücevherle düzlükteki köyün yolunu tutmuş. Ay ışığında dikenli otların eteklerine yapışmasını umursamadan koşarak yamaçtan aşağıya inmeye başlamış. O sırada bir atlı yolunu kesmiş. Köyde bahsi geçen ve geceleri yol kesen harami olduğunu düşünmüş. Atlı gecenin bu vaktinde gelinliği ile yollarda ne işi olduğunu sorunca Leyla ağlayarak durumu anlatmış. Süvari kızı atın terkisine atıp, Ali’nin evine kadar götürmüş. Ali nal sesleriyle dışarı çıkmış. Kapı ağzında gelinliği ile Leyla’yı karşısında görünce şaşırmış. Leyla Mehmet ile evlendiğini, ilk gecesini onunla geçirmek için Mehmet’ten izin aldığını anlatmış. Ali bunun doğru olmadığını belirterek Leylanın isteğini geri çevirmiş ve köyüne geri dönmesini istemiş. Süvari Leylayı atın terkine attığı gibi gerisin geri köyüne götürmüş.

Fatma hikâyeyi sonlandırdıktan sonra perde arkasında sessizce kardeşlerin yorumunu dinlemiş. Büyüğü; Mehmet’in merhametli biri olduğunu sevdiğinin arzusu için büyük fedakârlık yaptığını, ortanca; Ali’nin de âşık olduğu kıza dokunmayarak isteğini geri çevirmesini dikkate değer bulduğunu, küçüğü de süvarinin kıza ve mücevherlere dokunmamasını şüphe ile karşıladığı yorumunda bulunmuşlar. Fatma küçük kardeşin diğerlerinden farklı olarak hikâyedeki süvariye şüpheli yaklaşmasını, gerekçe göstererek mirastan hakkının olmadığı kanaatine varmış. Babasına ve Üç Ahmetlere sonucu bildirmiş.

Üç Ahmetlerin babaları gibi insanlara hem adalet, hem de lokman olduklarını öğrenen Fatma mirastan yoksun kalacak olan küçük kardeşe karşı farklı bir ruh haline girerek, saraylarında alıkoymak için babasına teklifte bulunmuş.

Üç Ahmetlerin ikisi yurtlarına gerisin geri dönerken, küçük kardeş Bağdatlı Ömer Hocanın sarayında kızı Fatma ile de evlenerek mutlu bir yaşam sürdürmüş.

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…