Savaş, bir ve birden fazla etmenin aynı anda bir diğerine üstün gelme veya yok etme eylemlerinin toplamı... İlk varoluştan bu yana, gerek içsel gerekse çevremize olan karşı koyma eylemlerinin bütünü. Barışık yaşam genlerimiz fazla olsa da, dıştan gelen etmenlerle içimize aktarılmaya zorlanmış hareketler yumağı.
Bir diğerini yargılarken, kendini baz alamayan yaratılmışların zevk aldığı, huzurunu böyle sağladığı ve bir sülük misali kan emerek elde ettiği, sonra da kenara çekilip şahsını harika gördüğü Tanrısal ego küreseli.
Gomb savaşlarını duydunuz mu? Hani şu Tanzanya’da Gomb Ulusal Park’ında iki şempaze topluluğu arasında yaşanan, 1974’ten 1978’e kadar devam eden şiddetli çatışmalar. Evet işte o!.. Başlangıçta bir kabile olup sonrasında iki gruba ayrılan ve bir erkek şempanzenin, diğer grubun erkek üyeleri tarafından öldürülmesiyle patlak veren 4 yıllık kan davası.
İnanın savaşın ayrıntılarını merak edip irdeleyince, araştırmacı Jane Goodall’ın şahit olduğu olaylar bütün kapanmış çakralarımı açmaya zorladı. Gerçi son zamanlarda fazlasıyla zor görünüyor… O halde, çakralarımı araladı diyeyim. Şimdi, bu çarka işinde alttan üste giderken 7. Çakra Merkezi Sahasrara Çakra (Taç Çakrası) oluyormuş ve kafatasının en üst noktasına denk gelip, beyin ve sinir sistemini açıyormuş ki bu ülke ve dünya şartlarını düşünürsek!?! Bence bu çakra açma seanslarını boş verin. En etkileyici dimağınızı harekete geçirme yöntemi, hayvanlar âleminin yaşamlarını ve hayat mücadelelerini incelemek olabilir. Yalnız artık sıradan aslan avından bahsetmiyorum…
Yani anlayacağımız hayvanlar arasında bile ciddi ve sistemli bir Kâbil-Hâbil davası var. Hatta insanlar gibi şehvet nefsli mücadeleleri bile. Ölümünden hemen sonra okuduğum ve etkilendiğim, Kırgızlı dünyaca ünlü yazarımız Cengiz Aytmatov’un, ki ben ona hep tabiatı insanlaştıran yazar diyorum, “Dağlar Devrildiğinde” adlı eseridir. Belki de dönüşüm teorileri ya da reenkarnasyona inanıyordu da hayvan ve insanları kişiselleştirebiliyordu. Ya da Kur’an-ı Kerim’deki gibi “Biz onları da insanlar gibi topluluklar halinde yarattık” ayetini baz alıyordu. Neyse, yani sonuçta bir kar kaplanı olan Caabars’ın yaşlılıktan dolayı liderliğini ve dişisini genç bir parsa kaptırmasının hikayesi… Pis dişi pars. Hemen genç ve güçlü olan yeni parsa teslim olmuştu. O olayları okurken yaşlı parsın, neler hissettiğini, acısını içselleştirdiğimi düşününce gözlerim dolmuştu. Ha birde dişisi yeni eşiyle bir olup Caabars’ a saldırmıştı ki… Bak, hiç yoktan sinir geldi şimdi! Bütün tepemdeki çakralar açıldı işte.
Başa dönersek kendi aralarında dallara ayrılan iki büyük savaşımız olduğunu kabul ediyoruz. İçsel Savaşımız ve Dış Etmenlerle Savaşımız… İçsel savaş ayrı bir âlem. İçine girdiğimizde kendi kendimizin savaşı, ki kuantum fiziği gibi, içinden çıkmak ve tam anlamak mümkün değil. Aslında içimizde bir savaş olmazdı; nefs ve insan ırkımızın diğer fertleri bizi zorlamasa. Ben bazıları gibi şeytanı günah keçisi olarak görmüyorum. Hatta onu nefsimizden daha az tehlikeli buluyorum. Nefs bir kedi gibi hep okşanmak istiyor ve aksi davranışınızda hırçınlaşıyor. Onunla hep bir yol ayrımı yaşıyoruz her karar öncesi. O kesinlikle kendi mutluluğu için başka fertleri yok sayıyor. Siz ise, insani yönünüzle doğru olanı ve olması gerekeni seçiyorsunuz. Bir anlık boşluğunuza denk gelip de ona uyduğunuzda, belki sizin önemsemediğiniz fakat diğerinin veya diğerlerinin hayatını altüst edecek eylemlerde bulunuyorsunuz. Hiç farkına varmadan veya vararak…
Geriye dönüş yaşar mıyız bilmem. Yani teknolojiye kurban ettiğimiz insanlığımıza döner miyiz?..
Umut var olmakla birlikte, yabani açlığımızı doyurmak mümkün mü onu da bilemiyorum. Fakat iyi bildiğim bir şey var; teknoloji arttıkça ilkelleşiyor, ilkesizleşiyoruz. Allah sonumuzu hayreylesin.
İyi olan her konuda, gününüz bereketli geçsin.

Güner Demir