Kırşehir ilimize bağlı Dalakçılı köyünde Garip Osman âşıktı. Şarap içer, burnundan sümük gelinceye kadar ağlar, sümüğünü kolunun yenine sildikten sonra intihar edeceğini söyler, her seferinde bizlere birer vesikalık fotoğrafını dağıtır, bizleri bir daha göremeyeceğini söyleyerek boynumuza sarılıp gider, fakat bir türlü intihar etmezdi.
Halil (Köksal) hep öksürür, seksen yaşındaki adamlar gibi boğazı hırıldar, buna rağmen kaçak tütün içerdi. Hep ayaklarını sürükleyerek öne doğru düşecekmiş gibi yürür, inekten, danadan sohbet ederdi.
Koca Omar lise sona gelmiş olduğu halde I ile İ harfini bir türlü ayıramaz, hangisini nerede kullanacağını bilemezdi. Ceketinin altına daima bir atkı takar, atkı uzun olduğundan iki tarafi da tâ diz kapağına kadar inerdi. Kendini Kuzey Vargın'a benzetir, hıçkırır gibi gülerdi.
Ramazan Nar'ın kızıyla lise sonda nişanlanmıştı. Çamaşırı, gömleği yıkanır, pantolonu ütülenirdi. Kaynanasının pikabında gece-gündüz daima "Oy Gülhan Gülhan" parçası çalar, Nar'ın şirretinden, çocuklar yüzünden Yağmurlulular'la döğüşülüp hemen hemen günaşırı karakola gidilirdi.
Büngüldek'te Yağmurlulu Deli Faik'in evinde otururduk. Deli Faik devamlı söverek konuşur, celeplik yapardı. Önceki karısıyla Döndü'den epeyce çocukları vardı. Karne tatiline kadar Kılıçözü köprüsünün yanındaki hanın bitişiğinde alçak bir yapıda oturur, karne tatilinden sonra Büngüldek'te Kel Terzi'nin bağ evine taşınırdık.
Kılıçözü köprüsünün yanındaki evin önü yola kadar boşluktu. Bu boşlukta odun satılır, bekâr öğrenciler kışın fırsat buldukça yakmak için bu odunlardan çalarlardı. Ancak oduncu ağır gelsin diye odunları fazla ıslattığından bir türlü gerekli ısı sağlanamazdı.
Sami Süngü öğretmenimiz arada sırada evlere baskın yapar gibi yapsa da aslında ihtiyacı olanları tespit edip her türlü maddî-manevî yardımda bulunurdu.
***
Bugün canım hiçbir şey istemiyor. Okul da yok. Hanım işe, oğlan da okula gitti. Burada "otonom tatil günleri" diye bir uygulama var; her okul dönemi bu iki günlük tatil diğer tatil günlerine eklenir, böylece tatil de uzamış olur.
Bu iki günün hangi tatil gününe ekleneceği o okulun öğretmenlerinin oylamasıyla karara bağlanır. Örneğin geçen hafta benim küçük sıpanın hafta boyu okulu yoktu, ben üç gün çalışmıştım. Dün, bugün ben yatıyorum, o okula gidiyor. Gitsin hergele, biz onun yaşındayken üstte yok, başta yok, o kışlarda, o ayazlarda giderdik.
Amanııın, Kırşehir'in ayazı da bir başka olurdu hani! Top sahasının önündeki Kılıçözü köprüsünden geçip Kale'nin kuzeyinden dolanmak da her babayiğidin harcı değildi ya...
O soğukta, o ayazda Sarılar'ın un değirmeni önünde yola yakın yerde yaşlı bir teyzeyi her gün altında bir kartonla dilenirken görür, önünden geçerdim. Orada nasıl oturabildiğinin hayretiyle zaten kısıtlı olan harçlığımdan her seferinde önündeki kutuya para atardım. O iç huzuruyla olacak, okula nasıl vardığımın farkında bile olmazdım. Zamanla bu alışkanlığın bana yapılması gereken öncelikli bir görev hissi verdiğini şimdi daha iyi hatırlıyorum.
Nihayet bahar gelir, sırtımız ısınır, kanımız kaynardı. Artık o dilenci teyze de, ben de karada ölüm yok düşüncesindeydik. O üstüne oturduğu kartonu biraz daha inceltirken bize de üniformamızı tamamlayan kravat fazla gelir, boynumuzdan çıkarıp cebimize alırdık.
Okul çıkışı eve dönüş yolumuz Kale'nin güneyi, Uzun Çarşı tarafıydı. Burada rahmetli Canım'ın lokantasında karnımızı doyurur, borcumuzu veresiye defterine yazdırırdık.
Canım çok kibardı. Bizleri tâ lokantanın kapısında karşılar, büyük bir içtenlikle "Buyrun canııım, canlarııım" derdi. Orta boylu, hafif kiloluydu. Saçlarını daima üç numara traş ettirir, sakal traşını ise hiç aksatmazdı. Açık gri aşçı pantolonu üstüne çapraz düğmeli aşçı gömleği giyer, üstü açık aşçı terliğiyle üniformasını tamamlardı.
Hep güleç, hep içten, sanki Zeki Müren'in Kırşehir şubesi gibiydi rahmetli. Liseyi bitirip üniversite için Ankara'ya gittiğimiz yıl borcumuzu ödemeyerek yeni yetmeliğin arsızlığıyla böyle bir insanı bile dolandırmıştık! Allah affetsin!

Baharla birlikte başta onsekiz-yirmili yaşların kavak yelleri, Kırşehir sokaklarında kavak pamukçukları ve tozları, dedemiz Karacaoğlan gibi her gördüğümüz kıza âşık olur, şiirler yazardık.

Hey gidi gençlik hey...