Öğretmenler Günü Anısına…

KIRŞEHİR’DE CUMHURİYETÇİ BİR AYDIN ÖĞRETMEN

"Kendisine 'ALLAH'IN GÖLGESİ' süsünü veren 'SARAY HEYHULASI', düşmanlarımızla birlikte büyük milletimizin büyük Kemallerini yetiştiren şu nazlı vatanı temelinden yıkmak Türk milletini ilelebet esir bırakmak hülyasını kurarken...."
ATA’NIN HUZURUNDA, ATA’YA KIRŞEHİRDE OKUNAN BİR NUTUK:
Atatürk’ün bazı yakın çalışma arkadaşları ve Latife hanımla birlikte Kırşehir’e geldiklerinde şimdiki Kız Meslek Lisesi’nin bulunduğu yerde olan Hükümet Konağı önünde Kırşehirliler adına Karacaören’li öğretmen Habip Arıöz’ün Atatürk’e hitaben yaptığı konuşmanın aslıdır:
“NECİP TÜRK MİLLETİNİN GÖZ BEBEĞİ GAZİ PAŞAMIZ!
“Asırlardan beri Türk’ün kanıyla idamei hayat ederek kendisine Allah’ın gölgesi süsünü veren saray heyulası, düşmanlarımızla birlikte büyük milletimizin büyük Kemallerini yetiştiren şu nazlı vatanı temelinden yıkmak Türk milletini ilelebet esir bırakmak hülyasını kurarken onu esaretten, ölümden kurtarmak azm-ü celâdediyle meydanı şehamete atılarak üç sene evvel şehrimizden geçmiş ve o vakit mahzun kalplerimizde bir şule-i ümit ve halâs yaratmıştınız.
“Çok geçmedi; azim, celâdet ve kudret-i dahiyanenizle altı asırdan beri tarih-i cihan’ın kaydetmediği daire-i şümûl ve ihtivası ummanlar kadar engin şanlı bir zaferi istihsal ile milletimizin ve bütün alem-i islamın payansız şükranına mazhar oldunuz.
“Senelerden beri kalpleri tehasür ve iştiyakla çarpan Kırşehir halkı; Türk milletini layık olduğu yüksek mevkiye isal eden, tecettüt ve itilâ yollarında bizlere nurlu hedefleri işaret buyuran gazi reislerini selamlamak şerefine malikietlerinden dolayı kendilerini mesut ve bahtiyar bilirler.
“Burada büyük milletimizin temayülatına tercüman olarak diyeceğim ki; biz Kırşehir ahalisi muhterem Reisi Cumhur Paşamızın rehâkâr kılıcıyla kurtardığı ve mucizeli kalemiyle çizdiği umdeler etrafında toplandık. Mukaddes gayemizin tahakkukunu görmek ve son hedefimize vasıl olmak için açtığımız hakikat yollarında, genç ve zinde cumhuriyetimizin feyizli ve nurlu ışıklarında sizinle birlikte yürüyeceğiz. Bizi bu şehrahi hakikatten çevirecek hiçbir kuvvet yoktur. Önümüze çıkan her maniayı bilâpervâ atlıyacağız milletimizin şu demirden yumruğu; zulüm, esaret, taassup ve cehalet zincirlerini parçaladığı gibi, her cehennem ateşini söndürmeye kafidir.
“Biz Türkler, yeni ve feyyaz cumhuriyetin hakiki muhafız ve nigehbânıyız. Milli ve kutsî mefküremiz budur. Cumhuriyet fidanını icab ederse kanımızla sulamaktan çekinmeyeceğiz. Yaşasın Türk Cumhuriyeti, yaşasın Türk Milleti, yaşasın büyük Gazi Paşamız.”
***
Basın Yayın Müdürlüğüm döneminde Cumhuriyet tarihine ciddi bir kaynak olan 1956 basım tarihli bu kitapçığı Belediye Başkanımız Halim Çakır döneminde Kırşehir Belediyesi Kültür-Tarih serisinden 5000 adet tıpki basım olarak bastırıp yayınlattım.
Büğün bu eseri Belediye kaynaklarından elde etmek mümkün değil.Çünkü Belediye de kurduğumuz YUNUS EMRE Halk kütüphanesi kapatılıp kitapları başka yerlere gönderildi..
***
Cumhuriyet Aydınlanması ve Kurtuluş savaşını yöneten Önder kadrolar şimdilerde önü açılan salya sümük tarikat ve cemaatlerin iftiralarının şekliyle din düşmanlığı yapmadılar. Dinden beslenen ve dini kullanan, çok daha önemlisi Anadolu da işgale başkaldıranlara karşı Osmanlı sarayının yol verdiği İngiliz planlarıyla "hilafet ordusu" adıyla manda altına girmeyi öğütleyen din simsarlarıyla da uğraştılar
***
Karacaören Kasabası’nda doğan Habip Arıöz vaktiyle Cevat Hakkı Tarım’a yazdığı bir mektup ta kendisiyle ilgili olarak şu bilgileri sunar:
“Eski 311 tarihinde İstanbul’a vardım. Ayasofya İlkokulu’nu ve Rüştiyesini bitirdim. Mahmutpaşa medresesinde Arabî tahsiline başladım. Tam bu tarihlerde Mizan gazetesi sahibi Murat Bey ve Damat Mahmut Paşa’nın oğulları Prens Sabahattin ve Lütfullah beylerin Avrupa’ya firarları İstanbul muhitinde derin heyecanlar uyandırdı. Vatan ve millet duyguları benim de içimde kabardı. İttihat ve Terakki Cemiyetine girdim. Kayserili Yunus Bekir isminde bir rehberim vardı. Altı aydır Avrupa’da çıkan cemiyetin gazetelerine Ayasofya, Sultan Ahmet, Bayezit ve Fatih camilerinde sabah namazında imam ve cemaat secdeye vardığı sıralarda bir kapıdan girerek döktüm, öbür kapıdan çıkarak kaçtım. Nihayet ben camii şerifte yakalandım ve benden evvel rehberim Yunus Bekir de yakayı ele vermiş. Zaptiye nezaretinde ihtilâttan menedilerek üç ay hapiste kaldım. İstanbul’da yaşayamayacağımı anladım. Edirne’ye gittim. Kalkansöğüt isminde bir köye hoca oldum. Edirne sahrasından bir mektup yazarak İngiltere’nin Filkston şehrinde çıkan Osmanlı gazetesine gönderdim. Habib Mehmed imzasiyle kanlı âcidar ve kızıl Sultan’dan bahseden bu yazım gazetede neşolununca beni ikinci bir sıkıntıya koydu.
Derhal Bulgar hududundan geçerek Filibe’ye vardım. Orada ahrardan Ali Fehmi Bey’in çıkardığı Muvazene gazetesinde Mürettip olarak çalıştım. Bunun üzerine bütün Bulgaristan’ı gezdim. Nihayet bir sene Şumnu’da kaldım. Bilahara Tuna nehriyle Yugoslavya, Macaristan’ın Peşte şehrine vardım. 22 gün burada kaldım. Cemiyetin o sırada biraz zayıflaması üzerine geri Bulgaristan’a döndüm. Dobruca’da evlendim. Ailemi de getirdim. Bu hatıralarıma ait müsbit vesika ve fotoğrafları yedimde bir hâtıra olarak saklıyorum. Muhterem pederiniz gördü, okudu ve o suretle tanıştım. Muhterem babanızdan çok yardımlar gördüm. Bir sene sonra köyümde yaptırdığım ve bilahara yanan mektep dolayısıyla Mutasarrıf Abdullah Sabri Bey’le ortaokulda müdür sonraları Sivas Mebusu olan Rahmi Bey’in kıymetli yardımlarını gördüm.”( Yılların Ötesinden: Atatürk Kırşehir’de İnkılapçı Bir Öğretmen Habip Arıöz, Yazan Cevat Hakkı Tarım Memleket Matbaası 1956 Ank. s.34-35)
Halen Kırşehir’de bulunan ve öğretmenlik yapan Habip Arıöz’ün torunlarından Mesut Arıöz, Habip Arıöz’e ilişkin olarak şunları söyler:
“Koca bir vatan, şereflerle dolu bir tarih çökerken Habip Arıöz bütün ümitlerini Mustafa Kemal’e bağlamıştır. Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca o da eğitimin bir askeri olarak durmadan çalışmış, köyünden kendi emeğiyle bitirmekte olduğu okul binasını köylülerinin yakmasına rağmen, hakkında akla hayale gelmeyecek iftiralarda bulunmalarıa rağmen, yeni yöntemlerle köy çocuklarını okutmak istemesini bütün engellemelerine rağmen o engin sabrı, kırılmaz ve sarsılmaz azmi ile bütün düşlerini gerçeğe dönüştürmüştür. Bu mutluluğu doya doya yaşamıştır. O dönemde Kırşehir Mutasarrafı olan Abdullah Sabri Bey’in maddî ve mânevî katkılarını asla unutmamıştır... Sonunda okulun yapımı tamamlanmış ve sıra açılış törenine gelmiştir. Bu törene kimleri çağırmamıştır ki... Hükümet yetkililerinin, eğitimcilerin hepsi Karacaören’deydi. Yaylı arabalar konukları okulun kapısına kadar getirip bırakmışlardı. Yollara sıra sıra genç ve ihtiyar köylülür dizilmişti. Habip hoca davetlilerini sevinç ve heyecanla karşılarken alev alev yanan gözlerinin ışıltısından, dudaklarının kımıl kımıl titreyişinden çektiği bütn acıları unutmuş gibiydi. Hele yedisinden yetmişine kadar köylülerinin çevresinde pervaneler gibi çırpınıp dönüşlerin Türk köylüsünün zıtlıklarla dolu benliğinin içine girilemez, nüfuz edilemez cevherini açığa vuruyordu. Okul Türk Bayrakları, yeşil dallar, kır çiçekleri, nakışlı kilimler ve cicimlerle süslenmiş, geniş ve aydınlık sınıflar yepyeni sıralarla donatılmış, öğretmen kürsüsü, karatahta, yeşil çuha kumaşla örtülmüş bir masa üzerideki küre, duvarları süsleyen haritalar, resimler, renk renk kâğıtlardan işlenmiş el işleri levhalar, aralarında saçları yıkanıp taranarak belik belik örülmüş kızlar da bulunan öğrencilerin tertemiz kılık ve kıyafetleri, sorulan sorulara mantıklı yanıt vermeleri, güzel pozlar ve mimikliklerle şiir okuyuşları izleyenleri hayrete düşürmüş, görevinin bilincinde bir öğretmenin neler yapabileceğini anlamışlardır. Bunda kuşkusuz Habip Arıöz’ün görgülü ve bilgili eşinin büyük bir payı olduğunu herkes kabulleniyordu. Genç yaşta yitirdiği bu hayat arkadaşını Habip Arıöz ne zaman ansa gözleri dolu dolu olurdu. Öğretmen Habip Arıöz Atatürk’ün kurmak istediği dünya düzenini çok iyi özümseyen sayılı insanlardan birisidir. O insanlara hizmet ederken hep bu düşüncelerle çalışmış, ülkesinin ve köyünün ilerleyebilmesini, kalkınabilmesini tüm yaşamında bir amaç olarak görmüş, idealist bir öğretmen olarak hep bunun özlemiyle yanıp tutuşmuş bir vatan kahramanıdır. Bugün yaptıkları ortadadır: Karacaören Kasabası’ndan 98 öğretmen, 34 mühendis, 22 doktor, 18 subay ve astsubay, 7 savcı, yargıç ve hukukçu, 4 eczacı, 14 ebe hemşire, 2 pilot, 75 memur ve tüm bunların dışında yüksek öğrenimini bitirenler ve orta öğrenimde okuyan yüzlerce öğrenci Habib Arıöz’ün attığı tohumların yeşerttiği filizlerdir. Ne yazık ki değeri bilinememiş, insanların vefasızlığı onu yüreğinden yaralamıştır. İhtiyarlık yıllarında vatanı için yaptıklarını dostlarına anlatırken gözlerinde biriken yaşlara engel olamaz, bu damlaların her bir tanesinde yaşamı bir film şeridi gibi akıp giderdi. Köyünde bir geleneği başlatmış, köye gelen her konuk onun evinde kalmış, köyüne atanan her öğretmen bir düzen kurana kadar onun evinde ağırlanmıştır. Köylüleri ve yakın akrabaları bu değerli öğretmeni anlayamamış, duygulu, zeki ve çalışkan insanın binbir güçlükle kurduğu kütüphaneyi ölümünden hemen sonra talan etmiş, soba tutuşturmuş, pencere camı yerine kullanmış, ya da kitap tüccarlarına kaptırmıştır ki bu kütüphanede çok değerli el yazması kitapları ve kendi yazdığı eserler vardır.”
(Mesut Arıöz’ün bu yazısı 26.12.1995 tarihli “Kırşehir Çiğdem” gazetesinde yayınlanmıştır).
((KAYNAK: YILMAZ Adnan-Küçük Asya’nın Kır-Şehri-Kırşehir Belediyesi Yayınları-Kültür- Tarih Serisi No:1)

Adnan Yılmaz