Hacıyatmazı herkes bilir… Ne kadar sert vurulursa o kadar seri ve hızlı şekilde ayağa kalkar. Ben güzel ülkemizi her daim öyle görmüşümdür. Her zorluktan sonra dibe vursa veya vurduğu sanılsa bile o güçlenip dimdik ayakta duruyor çok şükür. Tarihimiz bir tekerrürden ibaret, bu şekilde sürüp gidiyor, coğrafik kaderimiz olarak.
Fakat son zamanlarda inanç sistemimizle ve aile yapımızla, sosyal medya üzerinden, içimizi dışımıza çıkaran çirkin kelimesinin az kaldığı ve var olan yönetimle de desteklendiği için bu sefer biraz zorlanacağız. Çünkü parsel parsel eylenip resmi bir şekilde satılan topraklarımızla baş başa kalmış bulunuyoruz. Böyle giderse de, yani mültecilerin hiç durmayan doğumları ve arsız çocukları sayesinde, korkarım Osmanlı dönemindeki gibi “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya…” olarak kalacağız…
Nerden çıktı ve neden bu konu derseniz, anlatayım kısaca.
Kırşehir’de bir-iki gece önceydi, saat çocukların dışarıda olma vaktini çoktan geçmiş ve hava serindi. Bir hengame, küçük kaoslu bir gürültü dışarıdan geliyor… Endişeyle hemen balkona çıktım ve gördüm ki, 11-12 yaşlarında Arapça konuşan, bisikletli çete gibi gezen çocuklar… 
Çocuk bu elbet, şimdi biraz daha sevecenler. Fakat yarın öyle olmayacak… Bizim öz evlatlarımız bile iş bulamıyorken, onlar da iş bulamayacak ve kendi zaten yatkın olan ruh halleriyle mafyalaşacaklar ki çok öncelerden kafa tutmaya başlamışlardı gelene geçene. 
Bazı yerlerde “Yok bunlar gidecekler, gideceğine inanmayan haindir …vs” gibi afaki fikirlerle rüyalar ülkesinde yaşadığımıza inandırmaya çalışsa da, bu ülkenin vatandaşı olarak doğmuş olanı nasıl göndereceksin. Bir de ülkesinden daha çok ülkesi olmuş. MaşAllah bir çoğu senden benden daha çok vatandaşlık haklarına sahip ve öncelikli!
Bizi çeşitli uyuşturucudan daha etkili ve tehlikeli televizyon programıyla etkisiz, tepkisiz hale getiren üstler (Bir taraftan karşıymış gibi olmakla beraber) bu durumu kendi geleceklerini garantiye almak için kullanarak nemalanıyor ve kökten çözümcülük yerine, göz boyamalı kısa vadeli çözümler arıyor-muş gibi davranıyor. Yani daha doğrusu göz göre göre kandırıyor, eğriyi doğruyu bulamayacak ve düşünemeyecek hale getirdikleri ahaliyi.
Ne yapabilirim bu ev kadını hallerimle desem de sesim kendi evimin duvarlarına çarpmaktan öteye gidemiyor. Bu konularda size bir kitap alıntısı, bir geçmiş olay hikâyesi veremeyecek kadar çaresiz ve örneksiz kalıyorum. Atalarımızın verdiği mücadelelere azizliğine sığınıp lâl olmak çok ağır. Sizin için de öyle oluyordur muhakkak. Olmalı gibi geliyor nedense.
Geçen oğlum, boş gezmemek için ikinci üniversiteye kaydını yaptıran ve İnşAllah en kısa sürede atanacak olan kardeşten öte 3. Oğlum, televizyonda “Master Şef izliyoruz.” diye yüreğimi ağzıma getiren ve “Durum bu, bize bunu siz yaptırıyorsunuz.” der gibi cümlelerle telefonu kapattı.
Hadi şimdi bir anne ve vatanını gerçekten seven biri olarak ne yapacaksınız?.. İşini yürüten yürütüyor. Seçilmiş yoldaşlarıyla ağzında vatan, millet, Sakarya üçlemesiyle rahatını ve huzurunu inşa ediyor.
Yine de ümit var olarak bir söz veya şiir düşünüyorum bu yazı için… Hıı, yok olmadı… Sadece Neyzen Tevfik geliyor aklıma, her taraftan hücum edercesine… Öyleyse sadece;
        Göründü memleketin iç yüzü, çöktüyse temel.
       Şimdilik harice karşı yüzümüz olsa dahi
       Yüzümüz yok bakacak kabrine ecdadımızın.
       Tükürür zannederim çehremize, vatanın tarihi.
İyi olan her konuda, bereketli günler dilerim.
 

Güner Demir