YAŞASIN CUMHURİYET

“CUMHURİYETTE SON SÖZ; MİLLET TARAFINDAN SEÇİLMİŞ MECLİSTEDİR.”

            Dünyada eşine az rastlanır bir şekilde Hem kurtuluş savaşımızı yönetmiş hem de Türkiye cumhuriyetini kurmuş, milli irade ve millet egemenliğinin cisimleştiği   “Gazi Türkiye Büyük Millet Meclisi’mizin, etkinliğinin kuşa çevrilerek, “parlamenter sistem” den vazgeçilen süreclerin vahimi yetini görmek için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’mizin tarihsel deneyimlerine bakmak yeterlidir

Türkiye’nin parlamentosu; TBMM’si dünyadaki eşi görülmemiş çok ender meclislerin en başında gelir. Başka bir ülkede örneği görülmeyecek şekilde; Kurtuluş Savaşı‘mız bizzat Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde “Meclis”le birlikte yönetilmiştir. Türkiye‘nin bir “Cumhuriyet” olarak kuruluşu, yine “Yüce Meclis” in bir eseri olarak ortaya çıkmıştır. Bundandır ki; yüce mecliste ifadesini bulan “millet egemenliği” inden her sapma ve meclisin işlevlerini daraltma “otokratik” bir yönetim anlayışına ve pratiğine doğru evrilir.

Bu yüzden Cumhuriyet’in kazanımlarını koruyamazsak; din cilalı Fettullah Gülen Cemaati hain yapılanmasında görülebileceği gibi bin bir hokkabazlıklarla ve olmadık algı yönetimi gündemleriyle   “aldanma” ya da “duyarsız” lığın bedellerini çok daha ağır öderiz.

MECLİSİN AÇILIŞI; CUMHURİYETE TEMEL OLAN “ULUSAL EGEMENLİĞE” VE “HALK İRADESİNE” SAHNE 0LDU

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile yeni bir Türk devleti kurulmuş, TBMM ‘inde cisimleşen “Millet egemenliğine” dayalı ve demokratik bir yapıya sahip olması nedeniyle, bu devletin isminin “Cumhuriyet” olması da zorunlu hale gelmişti. Artık “Milli Mücadele’yi, aynı anda “saltanat rejimi”nden büyük bir kopuşu da temsil eden Büyük Millet Meclisi yönetecekti.

 Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan kurtuluş savaşımız, sadece işgalcileri kovmakla kalmamış, Ulusu, padişahlıkta ifadesini bulan saltanatın boyunduruğundan da kurtarmış, giderek “Cumhuriyet Rejimi”nde ifadesi bulan “millet egemenliği” ve “halk iradesi” inin tecellisini de gerçekleştirmiştir. Osmanlı dönemi boyunca 1876 yılına kadar padişahlığın halk üzerindeki mutlak egemenliğinin sürdüğü “monarşi rejimi” içinde, bu tarihten sonra aydınlar arasında ilk defa ve tazminatla her ne kadar cumhuriyet telaffuz edilir olduysa da 1876-1878 ve de 1908-1918 dönemlerini kapsayan süreçler, “meşruti monarşi” den ileriye geçemez.

Milli egemenliğin ifadesi olarak ortaya çıkan meclis; İstanbul’un işgal edilip “Mebusan Meclisi ”‘nin dağıtılmasıyla “Büyük Millet Meclisi” adıyla 23 Nisan 1920‘de 390 kişiyle olağanüstü yetkilerle Ankara‘da toplandığında, bu Meclisin başkanı cumhuriyet yönetiminin ilanına kadar, aynı zamanda “hükûmet ve devlet başkanı” gibi hüviyet taşıyacaktı.

28 Ekim’i,29 Ekim’e bağlayan gece Mustafa Kemal Paşa, yakın arkadaşlarıyla görüşerek, “Yarın Cumhuriyeti ilân edeceğiz” diyordu. Aynı gece, İsmet Paşa ile birlikte 1921 Anayasası‘na bazı maddeler ekleyen ve bazılarım değiştiren kanun tasarısı üzerindeki hazırlıkların ardından,29 Ekim günü parti grubunda görüşe sunulan görüşülüp kabul edilen tasarı, aynı gün 29 Ekim 1923 saat 20.30’da Büyük Millet Meclisi tarafından da aynen benimsenip, “Yeni Türk Devleti”nin bir “Cumhuriyet” olduğu ilân ediliyor Gazi Mustafa Kemal Paşa, seçime katılan 158 milletvekilinin oy birliğiyle, Büyük Millet Meclisi’nce Cumhurbaşkanı seçiliyordu. Cumhuriyet’le birlikte;   “saltanat” da tarihin dehlizlerine atılıyordu.

SARAY HÜKÜMETİNİN; LOZAN KONFERANSINA DAVET EDİLMESİ TUZAĞI PARÇALANIYOR!

Saltanatın kaldırılması Lozan Konferansı için de bu anlamda hayati bir değer ifade ediyordu. Emperyalist güçler Konferansta Türk tarafı içinde görüş ayrılıklarından yararlanarak Sevr’le ilgili kazançlar elde etmek noktasında hayli hazırlık yapmışlardı. Bunun ilk işareti Lozan Konferansına Osmanlı yönetimini de davet ederek verilmişti.

Saltanat kaldırılmalı böylece Lozan’da, Kurtuluş Savaşında hiçbir katkısı bulunmayan Osmanlı yönetimi devre dışı bırakılmalı, emperyalistlerin “böl-yönet” oyunu boşa çıkartılmalıydı. Saltanatın kaldırılmasını acilen zorunlu hale getiren en büyük olay; Türk Kurtuluş Savaşı’nın başarı ile sonuçlanmasından sonra, toplanması öngörülen “Lozan Barış Konferansı”na Ankara ve İstanbul hükûmetlerinin birlikte davet edilmelereydi. Nitekim Kırşehir mebusu Hoca Müfit Efendi’nin ve birçoklarının karşı çıktığı bu olayın altında yatan ve Mustafa Kemal’i açık bir restleşmeye gösteren neden ciddiydi.

Saltanatın ortadan kaldırılması ve cumhuriyete evirilen sürecin tarihi koşullarında; kurtuluş savaşımıza düşmanca tutum takınan “Osmanlı Saray Hükümeti’nin, millet adına “Ankara Hükümeti” ile birlikte “Lozan’a çağrılması tuzağıydı. Sonuçta İngilizlerin oyunları boşa çıkartılmış, Osmanoğulları’nın saltanatına son verilmiş, başlangıçta Veliaht Abdülmecid şartlar ve koşullar gereği Halife seçilmiş, ama daha sonrasında Halifelikte ortadan kaldırılmış, Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca sürekli ihanet içinde bulunan Osmanlı Sarayı’nın “Kurtuluş Savaşı’ndan “kendisine pay çıkarma” çabaları da engellenmiştir.

Mustafa Kemal; Tevfik Paşa; “İstanbul Hükümeti” tabiri bile kullanmadan “İstanbul’daki kurulun barış konferansına katılmaya hakkı yok” demekle de yetinmemiş, “İtilaf Devletleri” ne gönderdiği bir yazıda “Konferansta Osmanlı Hükümeti temsil edilirse kendilerinin katılmayacağını” açıkça bildirmiştir.

 “OSMANLI SALTANATININ ÇÖKME VE ORTADAN KALKMA TÖRENİNİN SON EVRESİ…”

Atatürk’ün kendi deyimiyle “Osmanlı egemenliğinin çökme ve ortadan kalkma töreninin son evresi” inde de Müfit Hoca üç komisyonun başkanıdır (Anayasa, Diyanet, Adalet) ve halifeliğin padişahlıktan ayrılamayacağını savunmaktadır. Birçok “Hoca” tayfası gibi Müfit Hoca da İkinci Mecliste saf dışı edilmiştir. (Müfit Hoca bu yüzden Atatürk’e kırgındır. Atatürk’ün Kırşehir’e ziyaretinde Kırşehir’de bulunduğu halde karşılamaya gelmemiş, eşini göndermekle yetinmiştir.)

Atatürk Nutkun ’da mecliste şiddetli tartışmaların yaşandığı ,”Osmanlı saltanatının çökme ve ortadan kalkma töreninin son evresi” dediği gelişmeleri detaylarıyla anlatır.

            “Saltanatın Kaldırılması”; Meclis’in 1 Kasım 1922′de kabul ettiği 308 numaralı “Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Hukuku Hâkimiyet ve Hükümranının Mü­messili Hakikisi Olduğuna Dair” kararname ile gerçekleşmiş, Saltanatın kaldırılmasıyla beraber Osmanlı İmparatorluğu resmen sona ermiştir. Bu Kararnamenin ilanından hemen sonra, Osmanlı hükûmeti; 4 Kasım’da sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında ki son toplantısından sonra, istifasını padişaha sunmuştur.

 “TÜRKİYE DEVLETİ’NDE VE TÜRKİYE DEVLETİ’Nİ KURAN TÜRKİYE HALKINDA TÂCİDAR YOKTUR!”

Mustafa Kemal Paşa; Cumhuriyetin resmen ilanından önce Almanca olarak 2 Ekim 1923’te Viyana’da yayınlanan Neue Freie Press gazetesine yaptığı açıklama da;“Yeni Türkiye Devleti’nin ruhu bünyanı hâkimiyet-i milliyedir. Milletin bilakayd-ü şart hâkimiyetidir… Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında tâcidar yoktur! Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiç bir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hâkimiyet-i milliyedir…”der.

 Mustafa Kemal’de Cumhuriyetin ana teması; “ Milli Egemenlik” kavramıdır. Millî Mücadelenin de özünü ve ruhunu oluşturan ” Tam Bağımsızlık” ve “kayıtsız şartsız Millî hâkimiyet” ilkeleridir.

TÜRK DEVRİMİNİN EN BÜYÜK ADIMI SALTANATIN KALDIRILMASIDIR.

Saltanat Hükûmeti’nin kendini halâ Türk ulusunun temsilcisi saymasına karşı bir tepki olarak meclis, 1 Kasım 1922′de aldığı kararla saltanatı kaldırmıştı ki; burada ilk karşımıza çıkan daha temelden bir “rejim” değişimidir.

Devlet yönetiminde tek söz sahibi saltanatın lağvedilmesi karşılığında yerine Cumhuriyet’in konuşlanmasıdır ki, bir anlamda bu cumhuriyet; “tekçi sulta, saltanat Yönetimi’nden “Büyük Millet Meclisi”nde ifadesini bulacak olan, “millet egemenliği’ ne evirilmenin ve egemenliği “tekçi saltanat” tan alınmasının en temel kavşak noktasıdır.

1 Kasım 1922… bu anlamda “Türk Devrim Tarihi’nin en önemli safhalarından biridir. Saltanatın kaldırılması ve padişahlığın tarihe gömülmesi, “Cumhuriyet”e giden yolda en büyük engelin aşılmasıdır.

 “CUMHURİYETTE SON SÖZ; MİLLET TARAFINDAN SEÇİLMİŞ MECLİSTEDİR.”

Mustafa Kemal bu düşüncesini bir başka platformda şöyle dillendirir:

“…Demokrasi prensibinin, en asri ve mantıki tatbikini temin eden hükümet şekli Cumhuriyettir… Cumhuriyette son söz, millet tarafından müntehap(seçilmiş) meclistedir. Millet namına her türlü kanunlar o yapar”

1924 Anayasasında “Devletin şekli cumhuriyettir” ifadesiyle “Cumhuriyet devlet şekli olarak” kesin hüküm haline getirilir. Bu hüküm sonraki tüm anayasalarda aynen korunmasının yanında, bu hükmün herhangi bir “Anayasa değişikliği ile değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin dahi teklif edilemeyeceği” hükme bağlanır.

“BENİM İÇİN BİR YANDAŞLIK VARDIR. CUMHURİYET YANDAŞLIĞI.”

            “Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir. Diyen Atatürk ;“Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum.” Der…

 29 EKİM 1923; 3 MART 1924’SÜZ DÜŞÜNÜLEMEZ!

            Eğer 3 Mart 1924‘te gerçek devrim niteliğindeki yasalar kabul edilmeseydi, 29 Ekim 1923‘te kurulan Cumhuriyet sadece “biçim” den öteye gidemezdi. Bu “Cumhuriyet“, bir “İslam Cumhuriyeti” de olabilirdi. Adı “Cumhuriyet” olup da niteliği “gerici” olan bir “model” de olabilirdi. Aynı bugünkü Bangladeş İslam Cumhuriyeti ya da İran İslam Cumhuriyeti gibi… “Halife” ligi kaldıran yasa,    “Şeriye ve Evkaf Bakanlığı”nı kaldıran yasa, Eğitim ve öğretimi birleştiren “Tevhid-i Tedrisat” Yasası; Türk toplumunun “din devleti” düzeninden “Laik Cumhuriyet” düzenine geçişini perçinlemiştir.

Atatürk, 1 Mart 1924‘te Meclis’i açış konuşmasında bu durumu şöyle açıklar:

“İslam dinini, asırlardan beri alışılageldiği şekilde, bir politika aracı konumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gereğini görüyoruz. Kutsal ve dini inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü çıkar ve ihtiraslara giriş sahnesi olan politikalar ve politikanın bütün kısımlarından bir an önce kesin biçimde kurtarmak, milletin dünyevi (dünya ile ilgili) ve uhrevi (ahiret ile ilgili) mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak bu suretle İslam dininin yüksekliği belirir.” (TBMM Tutanak, Devre II, Cilt VII, S. 3-6)

 Şeriye ve Evkaf Vekâleti‘nin (Bakanlığı) kaldırılması ile “laiklik” ilkesinin son derece önemli bir temeli oluşturuldu. Toplum yaşamına yön veren kurallar saltanatın kendine göre uydurup yorumladığı “şeriata dayalı din kuralları” olduğu için dini hükümleri içeren yargılar, yani “fetva“lar bu bakanlıkça hazırlanıyordu. Bu yasayla, devlette; “topluma ait işlerle, din işleri birbirinden ayrıldı. Günlük yaşama ait tüm işlemlerin kendilerine göre evirip yorumladıkları şeriatın süzgecinden geçirilmesine de son verildi.

ADNAN YILMAZ