Geçen hafta Türkiye gündemine bomba gibi düşen sanatçı Gülşen olayı sadece ülkemizde değil Dünya basınında da tartışıldı. Gülşen’in ifadesi her ne kadar şaka da olsa elbette kabul edilir değildir. Ancak sonrasında yaşananların detaylarına girince konu, Gülşen’in ne dediğinden ziyade Türkiye’de yargının bağımsız olup olmadığı, ülkemizde siyasal İslamcıların hukuku ne derece kullanabildiği, aylar önce söylenmiş amacını aşmış olsa da bir şakanın nasıl siyasi bir rant olarak kullanılmaya çalışıldığı gibi farklı boyutlara taşınmaktadır. Gülşen olayı Türkiye’de siyasal İslam, yargı ve siyaset konularını tartışmak için yeterince laboratuvar malzemesi barındırıyor aslında. Başlıklar derin ve kapsamlı olduğundan bu yazıya sığmasının mümkün olmaması nedeniyle Türkiye’de yargı, imam hatip okullarının tarihsel gelişimini ve siyasal İslamcıların durumunu ileride birkaç yazıda ayrı ayrı irdelemeyi düşünüyorum.

Evet, sanatçı Gülşen, önce açılıp videoyu yayınlayan sonra kapanan şüpheli bir sosyal medya hesabından yayınlanan bir videoda, 30 Nisan'da verdiği bir konser sırasında kullandığı ifadeler nedeniyle hakkında soruşturma başlatılmasının ardından "halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" suçlamasıyla önce gözaltına alındı sonra da tutuklandı. Sanatçı videoda 30 Nisan 2022’de İstanbul’da bir konser sırasında sahnedeyken orkestrasında bulunan arkadaşına “İmam hatipte okumuş bence daha önce kendisi, sapıklığı oradan geliyor” şeklindeki sözler söylüyor.

Aylar önceki bu şaka nedense birden bire sosyal medyada hızla yayılınca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Gülşen'in sahnede İmam Hatip Liselilere atıfta bulunduğu sözlerinden dolayı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 216. maddesi kapsamında resen soruşturma başlatıyor. Daha tutuklama kararı verilmeden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, sanatçıyı kınayan bir tweet atıyor. İlk büyük hukuksuzluk burada yaşanıyor. Zira AKP referansları ile atandığı iddia edilen ve her zaman tartışılan yargı bağımsızlığının süjesi hâkim ve savcıların bu tweet sonrası etki altında kalmaması adeta imkânsız bir hal alıyor. Yasa gereği savcılık makamı bir soruşturma açacaksa, Gülşen kimliği ve adresi belirgin olan birisi olduğundan ifadeye davet edildikten sonra gelmezse yakalama kararı çıkarılabilirdi. Ona keza soruşturma başlamadan evvel Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşım zaten mahkemelerin bağımsızlığını güvence altına alan Anayasa’nın 138’inci maddesinin açıkça ihlalidir. Tamam, bir siyasi olarak o da kınayabilir ancak dava bitince yapmalı, yargıyı etki altında bırakmamalıydı.

Gözaltı sonrası sanatçı Gülşen, tutuklanma talebi ile savcılıkça Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edildi. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği ise hemen verdiği tutuklama kararında, Gülşen’in halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçunu işlediği konusunda “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin mevcut olduğu” gerekçesine dayandı.

Gülşen ise savunmasında "Bu konuşma konsere katılanlara ya da medyaya hitaben yaptığım bir konuşma değildir” deyip bir orkestra üyesiyle şakalaştığını belirtmiş. Gözaltına almanın şartları açık olup kaçma ihtimali, delilleri karartma ihtimali gibi kuvvetli suç delili olan durumlarda gözaltı kararı verilebilir. Gülşen'in vakasında böyle bir durum yok. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi'nin çok sayıda içtihadı var, hiç kimse bir sözünden dolayı özgürlüğünden mahrum bırakılamaz. Bu olayda Gülşen'e yapılan özgürlüğünden mahrum bırakma, ülkedeki egemen siyasi gücün topluma bir güç gösterisi yapmasına hizmet eden bir görünüme bürünmüştür.

Şimdi bu durumu hukuk, yargı bağımsızlığı gibi kriterler açısından irdeleyelim. Sanatçı Gülşen’e itham edilen “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik veya aşağılama” suçu, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216. maddesinde düzenleniyor ve şöyle deniliyor;

“(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Hukuka aykırı işlem ve eylemler en baştan başlıyor. Sanatçı Gülşen'in ifadesi alınacaksa davetiye ile çağrılmalı ve çağrılma nedeni davetiyede açıkça belirtilmeliydi, gelmezse zorla getirileceği de yazılmalıydı. Ortada ağır bir suç, suçüstü yokken yapılan apar topar gözaltı kanuna açıkça aykırıdır. Bu olayda yapılan tutuklama da hukuken gerekçesi olmayan, kanuni koşulları taşımayan bir hukuksuz uygulamadır. Yasada zaten adli kontrol tedbirleri de var, onlardan biri de uygulanabilirdi. Neden hukukun Gülşen’e adeta bir kin ile uygulanıyor havası verilmiştir?

Bakın, bir kere TCK’nın 216. maddesindeki suçun işlenmiş sayılması için halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen “tahrik” etmesi gerekir, buna ek olarak bu tahrikten dolayı kamu güvenliği açısından “açık ve yakın bir tehlikenin” ortaya çıkması gerekir. Aylarca önce yapılmış ve bir arkadaşına yönelik yapılan bir konuşmanın, sosyal medyada şüpheli bir şekilde servis edilmesi üzerine başlatılan bu süreçte açık ve yakın bir tehlikenin varlığından kesinlikle söz edilemez. Konserden sonra tutuklama konusu o şakadan sonra açık ve yakın bir tehlike oluşmamıştır. Belli bir kesimin de sosyal medyada tepki göstermiş olması da açık ve yakın bir tehlike olarak yorumlanamaz. Her şeyden önce kaldı ki İmam Hatipliler kanunda tanımı yapılan ‘sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesim’ olarak da tanımlanamaz. Açık ve yakın tehlike kriterinin oluşabilmesi için eylemin buna elverişli olması gerekir. Tutuklamaya konu bu sözlerden sonra, onca aylar geçmesine rağmen imam hatiplilere yönelik bir saldırı mı olmuştur, bir tehlike belirtisi mi ortaya çıkmıştır, kamu barışını bozan bir durum mu ortaya çıkmıştır? Hayır, o halde kesinlikle yakın tehlikeden bahsedilebilmesi de mümkün değildir.

Ayrıca TCK’nın 216. maddesinde düzenlenen suçun işlenmiş sayılabilmesi için “kasıt” olması gerekir. Yani TCK 216. maddede düzenlenen suç kasten işlenebilir bir suçtur, yani toplumun bir kesimini diğer kesime karşı tahrik etmek gayesiyle alenen işlenmiş olması gerekir. Gülşen’in böyle bir kastının olduğu tespit edilemediğinden suçun şartları da oluşmamış gözüküyor. TCK’daki bu 216. maddenin amacı hakim yapıya veya çoğunluğa karşı azınlık durumda olan kesimi korumaktır. Oysa olayda sanki yoksa hukuk eli ile Türkiye’de iktidarı elinde bulunduran egemen yapı ve ideoloji lehine baskı kurulmak isteniyor izlenimi oluşmaktadır ki asıl tehlikeli olan, toplumu kamplara bölen ve aralarında kin oluşturan durum bizatihi egemen anlayışın yargıya müdahale eden bu yaklaşımıdır. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bile yerine getirilmediği, haksız gözaltı ve tutuklamaların adeta sistemli şekilde bir baskı ve korkutma aracı olarak uygulandığı bir ülkede hukuk devleti ve demokrasi gibi kavramlar var olamaz.

Siyasi egemen siyasal İslamcı anlayış sanatçı Gülşen üzerinden bir mağduriyet senaryosuna sığınıp yaklaşan seçimler nedeniyle bir siyasi rant peşinde olduğu izlenimi vermektedir. Görünen o ki gelişmeler iktidarın arzusu aleyhlerine işlemekte, belli bir kesim dışında toplumda sanatçı Gülşen lehine bir hava esmektedir. Bu nedenle tam bu satırlarda ilk önce Gülşen’in kuvvetle muhtemel yakında tahliye olacağını yazmıştım ama daha yayınlanmadan tahliye olduğundan bu satırları değiştirmek zorunda kaldım. İktidar hem mağduriyet edebiyatı yapıp, hem de topluma korku salarak güç gösterisi yapmak istediyse de bunda başarılı olamamış, toplumda hukuk adına Gülşen lehine oluşan güçlü destek ortamına mani olamamıştır. Elbette haklı olarak vatandaşlar soruyor; eski görüntüler ortaya çıkar çıkmaz sanatçı Gülşen hakkında jet hızı ile harekete geçen yargımız söz gelimi Sedat Peker iddiaları ile ilgili harekete geçmekte neden bu kadar nazlı? İktidara yakın nice insanın rant, yolsuzluk, uyuşturucu ticareti, Saraya kadar uzandığı iddia edilen rüşvet ağı gibi pek çok karanlık ve tehlikeli iddialarla ilgili, onca bilgi ve belge de Sedat Peker tarafından ifşa edilmesine rağmen, neden yargımız harekete geçmiyor? Bu ikircikli durum yargımızın bağımsız olmadığı ve siyasal iktidar tarafından tahakküm altında olduğunu iddia edenlerin iddialarını tehlikeli bir biçimde güçlendirmekte, Türk yargısına gölge düşürmektedir.