KIRŞEHİR’DE varlıklı bir ailenin şımarık yetişmiş çocuğu idi. Bulunduğu toplulukta hır çıkarmadığı gün olmazdı.

KIRŞEHİR’DE varlıklı bir ailenin şımarık yetişmiş çocuğu idi. Bulunduğu toplulukta hır çıkarmadığı gün olmazdı. Yoktan gürültü, patırtı çıkarır bazı olaylara sebep olurdu. Hiçbir şey yapmasa bulunduğu topluluğun içerisine fitne sokar, vatandaşlar arasında şüphe ve kuşku yaratırdı.
Bir takım yollarla iştah duygusunu dindirmek için komşularının mallarına zarar verir, sürekli bıçkınlık yapardı.
Bunun yaptığı işlerde kimse yanında aşık atamazdı. Nasıl eder bilinmez, işine mani olacak kişileri bir yolunu bularak bulunduğu mevkiden uzaklaştırır, ayağını kaydırırdı. Bu şerir insanın karşısında başarı kazanamayacağını anlayan insanlarla baş edememenin üzüntüsü ile bulunduğu yeri terk ederek giderlerdi. Daha henüz bıyığı terlememiş olasına rağmen, çok iyi beslenmiş, boyun etleri ceketinin gerisine doğru dökülüyordu. Sorumluluk duygusundan uzak, zevk ve eğlence peşinde koşar, kimsenin dediğini dinlemez, başında kavak yelleri eserdi.
Hayatta çok günler görmüş, acı, tatlı olaylar yaşamış, büyük tecrübe sahibi olan ve feleğin çemberinden geçen babasının sözlerini asla dinlemiyor, bu insanın sözlerini kale almıyor, öğütlerini hiçbir zaman değerli bulmuyordu.
Komşularına verdiği zarar kendisine anlatıldığında, tutarlı ve inandırıcı sözler yerine yalan söyleyip, maval okuyordu. Yalnız yemeye alıştığı için sonradan zor duruma düşeceğini düşünmez, hiçbir zaman kemer sıkmayı bilmezdi.
Şerrinden bıkan komşuları babasına durumunu anlattığında, oğlunun durumuna sinirlenen babasının artık bıçağı kemiğe dayanmıştı. Çektirdiği sıkıntılara katlanamaz oldu. Oğlunun durumu babasının içini kemiriyordu. Üzüntü ve düşünceden dolayı hastalığa yakalanmıştı.
Komşularının söylediğini teyit etmek maksadıyla hareketlerini takibe aldı. Oğlu komşularına yine zarar veriyor, onlara çeşitli sıkıntılar yaşatıyordu. Hiç beklemediği, habersiz olduğu bir sırada babası gafil avlamıştı. Oğlunun yaptığı hareketleri görmüş, yüzüne karşı yalanı, dolanı, hilesi ve kötü niyetliliğini, kusurlarını söyleyerek, foyasını meydana çıkardı.
Babası fincancı katırlarını mı ürkütmüştü? Komşularına zarar veren oğlunu suçüstü yakalamış, herkesin söylediğinin doğruluğunu anlamıştı. Babasını karşısında gören oğlu utanarak kızarıp bozardı.
Sevdiği insanlara mahcup olan adam, hiç acımadan ve merhamet etmeden, gözünün yaşına bakmayıp, oğlunu bulunduğu yerden uzaklaştırmaya karar verdi. Evlerinde babasının kazancını tıka basa yiyor, komşularına ve diğer insanlara zarar veriyordu. Oğlunun bu hareketinden dolayı utandırmak, yetki sınırını bildirmek, yola getirmek için haddini bildirmek gerekiyordu.
Evindeki imkanların kıymetini bilmeyen oğlunu bulunduğu yerin en iyi iş vereni olan birisinin yanına çalışmaya gönderdi. İş veren oldukça nüfuzlu, çevresinde hatırı sayılan ve kolay kolay pabuç bırakmayan birisi idi. Genellikle yapı malzemeleri ile uğraşır, demir, çimento, tuğla kireç vs. gibi işlerin toptancılığını yapardı.
Getirilen genç o yörede çok sevdiği bir ahbabının çocuğu idi. Daha önceden yapılan tembihe göre çocuğu ıslah olabileceği bir işe vermeliydi. Yanında bulunan usta başlara ve kalifiye işçilere talimat vererek, bu gencin dinlenmesine fırsat vermeyecek, iş sahasında rahat olamayacak bir işin bulunduğu yerde çalıştırılıp, nefes almamasını istedi.
Verilen talimat doğrultusunda kalfa işçiler bu genci işin hiç aksamadan yürüdüğü tuğla bandına verdiler. Adamlar işlerini sağlam kazığa bağlamışlardı. Bantta çalışacak bu insanın nefes alıp kaytarması imkânsızdı. Bantta sürekli peş peşe iş geliyor, gözünü açmasına fırsat bulamıyordu. Bandın bulunduğu yere başka bir işçi vermedikleri için tek başına çaresiz bir şekilde sipsivri kaldı. Bu işi tek başına yapmak zorunda idi. Geri dönmesi, ailesinin yanına gitmesi imkânsızdı. Babası çok iyi insan olmasına rağmen bazı huysuzlukları da vardı. Gönderdiği işlerde geri dönen insana asla merhamet etmez, en acımasız cezaya çarptırırdı.
Eski günlerini mumla arıyordu genç. O boynundaki etler yavaş yavaş azalmaya, gözlerinin üzerindeki etler çekilmeye başladı. Yüzündeki buruşuklukların da fazlalaştığı görülüyordu. Kendi evlerinde giydiği güzel elbiseler yok, yiyecekler damak tadına göre değildi. Çalışmaktan dolayı üstü başı perişan, saçı sakalı birbirine karışmış, kendisine her hangi bir düzün veremez hale gelmişti. İşin yoğunluğundan dolayı banyo yapacak fırsatı dahi bulamıyordu. Yaptığının cezasını çekiyordu. Güç bir duruma düşmüş, her işi çıkmaza girmiş, şapa oturduğunu anlamıştı. İşe mola verildiği zamanlarda anlamsız şekilde çirkin, yersiz bir şekilde gülüyor, pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Acaba daha önceki yaptıklarından pişmanlık mı duyuyordu?
Babasının evinde iken neler hayalliyordu. Gönlü neler istiyordu. Annesinin ve babasının yardımı ile her şeyi elde edebiliyordu. Ancak yaptığı hatalar yüzünden çok istediği, imrendiği ve kavuşmayı dilediği şeyleri başkasının kapısından bir türlü elde edemiyor, hevesi kursağında kalıyordu. Daha önce babasından arakladığı paraları amaçsız yerlerde kullanmış sıfırı tüketmişti. Gözü her ne kadar arkada kaldı ise de babası kararlı olduğu için dönüp bakması imkânsızdı.
Baba evinde iken, sorumluluk duygusundan uzak, başında kavak yelleri esen, eğlencelerden eğlencelere koşan bu insandan hiç eser kalmamış, duçar kalmıştı.
İş verenin yanında birkaç kişi kontrole geliyor, çalıştığı yerde buna aman vermiyordu. Yemek saatlerini şaşırdı. Bantta gelen malzemeleri yerleştirmekte zorlanıyor, postu kurtarmak için çareler düşünüyordu. İş yerinden ayrılmak veya kaçmak ne mümkün? Babasının gazabından ödü patlıyordu. Etrafında bulunan kişilerde bunu göz hapsine almışlar, bir türlü yakasını bırakmıyorlardı.
Aşırı derecede çalışması sebebiyle duyumları işlemez hale geldi. Kendinden geçti. Yiyeceklerini zamanında yiyemiyor, işten gözünü açamıyordu. Sürekli bocalıyordu.
İş verenin yanında bulunan, bunu fazlaca da sevmeyen insanlar devamlı buna tırpan atmak istiyorlardı. Biliyorlardı ki bu işi iyi öğrendiği zaman belki usta başı olacak, yaptıklarının karşılığını o zaman çok kötü bir şekilde göreceklerdi.
Gün geçtikçe zayıflıyor, gelen işleri kaldırmakta zorluk çekiyordu. İş veren ise bunun çalıştığı yere yakın bir yerde insanları görür bir şekilde yer yaptırmıştı. Burada çalışanları yakından takip edecek, kaytaranların bohçasını eline verecekti. Yemek saatlerinde bile bulunduğu yerden ayrılmıyor, en güzel yemekleri yiyor, ara sıra da nargile içiyordu. Nargilenin fokurtusunu ve adamın yaptığı keyif bizim vatandaşı çileden çıkardı.
Baba evinden kovulmak, en ağır işlerde çalışmak, aç kalmak, iş esnasında mola vermemek bu kadar zoruna gitmemişti. Adamın nargile içişi bunu deliye döndürüyordu. Yanında bulunan birkaç baldırı çıplağın yalakalık yaparak ücret alması son çilesi idi. Bu insanlarla baş edemeyeceğini anladı. Derin bir düşünce içerisinde idi. Ne yapabileceğinin hesaplarını yapıyordu. Daldığı bir zaman içerisinde banda o kadar iş yığılmıştı.
Kendisini tepesinden seyreden azman ve kocaman sesli adam, “Ne bekliyorsun ulan? Yığılan malzemeleri ben mi alacağım” diye acı acı seslendi.
Hanya'yı Konya'yı o zaman anladı. Ancak kaçan at Üsküdar'a varmıştı. Dizlerinin üzerine çöktü, gözleri perdelendi. Bir anda işlerin bulunduğu yere yığıldı kaldı.
Babası ve zarar verdiği kişiler birer birer gözlerinin önünden geçti ve yaptığının çok hatalı olduğunu, elindeki işine sahip olmadığını anladı. Ama şu anda sırtını beton yerden kaldıracak bir yardımcı gerekiyordu. Yaptığı gövde gösterilerini, gövdesini yere getirerek anlatıyordu elin oğlu…