Kırşehir’de sonbahar artık kendini iyiden iyiye göstermeye başladı. Gündüzleri Kırşehir’de sıcak, ama akşamları serin geçiyor.

Kırşehir’de sonbahar artık kendini iyiden iyiye göstermeye başladı. Gündüzleri Kırşehir’de sıcak, ama akşamları serin geçiyor. Öyle dışarıya masa sandalye atıp oturamıyor inanlar.
Kırşehir’de bir yaz mevsimini daha geride bıraktık, artık bağ evinden kışlık evimize dönüş hazırlıklarına başladık hanımla birlikte…
E ne yaparsın insan her mevsime göre kendini ayarlayacak, ona göre yaşamını sürdürecek.
Elbette her mevsimin kendine göre ayrı bir güzelliği ve anlamı vardır. Hele de aylardan Eylül ve Ekimse, mevsim Sonbaharsa...
Ayrı bir rengi, ayrı bir tadı, ayrı bir mutluluğu ve ayrı bir tedirginliği vardır.
Sonbahar bir yanda soğuk günleri hatırlatan, ömrün son demlerini yansıtan, diğer yanda tarafsızlığın, huzurun ve tadına doyum olmayan güzellikleri sere serpe önümüze buyur eden mevsim.
Seninle olmak ne güzel. Seninle güzellikleri paylaşmak, yakmayan güneşi hissetmek, üşütmeyen esintilerle kucaklaşmak, yağmurla arkadaş olmak; şemsiye altında ya da yavaş yavaş ıslanarak.
Nedense Sonbahar bana hep ayrılıkları anımsatır. Hayatın yavaş yavaş bir bitimi olarak görünse de; aslında Sonbahar biten bir yılın yeni bir yıla ve yeni bir hayata merhaba demesi gibidir.
Sonbahar gelince yüreğim ellerimden kayıyor ve alıp başını gidiyor.
Kırşehir’deki çocukluk yıllarımı hatırlıyorum. Gurbette geçen uzun yıllara dalıyorum. Kayıp gitmiş o uzun yıllar.
Sonbaharın yüreğime doldurduğu tek tutku geçmişi özlemek oluyor. Yüreğim, geçmişte kalmış bir tutam dostluk, bir avuç dürüstlük, bir demet içtenlikle birlikte bir yudum sevginin özlemini çekiyor ve onlara doğru yola çıkıyor.
Sonbahar gelince yüreğim ellerimden kayıyor ve alıp başını gidiyor. “Nerede o eski günler?” diye kendi kendime hayıflanıyorum.
Bense bir kuş gibi kendimi yalnızlığımda kıvranıyor, keder ve hüzünle sürünüyor, her sabah ilk iş olarak takvim yapraklarına bakıyor, takvim yapraklarıyla birlikte duygularımı da çakılıp kaldıkları yerden çekip almak, hayata doğru savurmak, kendimi sonbahar rüzgarlarına bırakmak istiyorum Mevsim güze dönünce de harekete geçiyor, güz boyunca geçmişin hüzünlü gölgesine sığınıyorum,
Evet Sonbahar...
Hüzün kadar tatlı hüzün kadar buruk güzel mevsim…
Kırşehir’de ağaçlar yavaş yavaş yapraklarını döküyor, tıpkı insanoğlunun günden güne yaşlandığı gibi…
Yaşam ve hayat anlamsız bir süreçtir. Ağlayarak açılan gözler, zamanı gelip miadı dolunca sessizce kapanır gider.
Bin bir zahmet ve uğraşılarla edindiğin servet ve varlık bir saniyede olsa yardımcı olmaz ve olamaz.
Yaşam süresi içerisinde günah ve sevabın hesabını yaparken, günahlarının affı için sığınacak bir liman arar ve Tanrı’ya yalvarmakta bulursun sığınacak koyu.
Gözünü ilk açtığın dünyada hiç bir şey bilmezken, gözünü ebedi yumarken de hiç bir şey bilemezsin.
Belli bir yaşa kadar güzel ve çekici bulduğun her şey zamanla değerini kaybeder. Bilinmeyen ve kimine göre karanlık, kimine göre de daha şatafatlı ve görkemli bir dünyaya göç başladığında arkanda yükselen haykırışları belki duymazsın, duysan dahi duyduğuna cevap veremezsin.
Geride sadece hoş anıların ve sevilenlerin tarafında hatıraların ve iyi huyların anlatılır.
Ölüye saygıdan dolayı hataların ve kötü yanların anılmaz. Sana yakılan ağıtlar ve methiyeler, makam ve mevkiin yoksa belli bir zaman sonra unutulur gider.
Senin için de yapılan görkemli mezar taşlarının altında ezilirsin. Belki nasıl ve ne şekilde elde ettiğin kazançla yapılan mezarın belki bir gün gelir türbe ve ziyaret yeri olur.
Ölen için hayat yaşamaya değmez, acaba bunu düşünecek zaman oldu mu, bunun muhasebesini de yapamazsın.
Hırs ve azimle kendine göre inşa ettiğin makam ve mevkii, senden sonra gelenler için yok sayılır. Her şey sil baştan yeniden inşa edilir, bu süreç devam eder gider.
Hırs ve ihtiraslara kapılmadan sana verilen hayat süresini doya doya yaşamak, herkes için kavranan anlam sözcüğü değildir.
Spinoza, aç gözlülük ve ihtiraz bir akıl hastalığı çeşididir der. İnsanlar âdem olarak doğar eğitilir adam olurlar. Öğrenme ve merak duygusu, insanlık tarihi boyunca hep araştırma ve kendini geliştirmeyle geçmiştir.
Milyonlarca lira harcama yaparak, yıldızlarda kendinden daha akıllı varlık arama, kendisini daha güçlü gösterme çabalarıdır. Belki de her şeye kendisinin sahip olma duygusudur.
Olmaksa olmak, yani beklersin hayatı hayatın boyunca, başka deyimle: Yaşarsın anlamsızca bütün bir ömrü.
Olmamaksa, beklemezsin; anında harekete geçersin ve noktalarsın anlamsızlığı. Sonlandırırsın kendini. Varlıkın tek anlamı var, o da yok olmasıdır. Varlık yok olmak için vardır. Olmak olmamakta sonuçlanır.
İnsanoğlu var olduğu ilk günden beri hayata bir anlam yükledi ve sürdükleri yaşam onlardan bana intikal etti. İçimde ve etrafımda olan her şey, cismani olan ya da olmayan her şey, onların hayat bilgisinin birer meyvesi.
Benim tam da hayatı değerlendirmede ve mahkum etmede kullandığım düşünce araçlarının hepsi de benim tarafımdan değil, onlar tarafından kat edildi. Ben kendim bu dünyaya onların sayesinde geldim. Onların sayesinde öğrendim ve yetiştim.
“Hayat,” dedim kendime, “Anlamsız bir kötülükten ibaret, bu kesin. Ancak bugüne kadar yaşadım ve hala da yaşıyorum, bütün insanlık da bundan önce yaşadı ve bugün de yaşamaya devam ediyor.
Bu nasıl oluyor? İnsanlık niçin var oldu, var olmamak mümkünken. Hayatın
anlamsız ve kötü olduğunu anlayacak kadar akıllı bir tek ben mi var?
Yaşamın anlamsızlığını ortaya koyacak şekilde akıl yürütmek hiç de zor değil. Bu en sıradan insanın bile aşina olduğu bir şey. Gene de bu sıradan insanlar bu zamana kadar yaşamlarını sürdürdüler ve hala da sürdürmekteler. Nasıl oluyor da bunların hepsi var oluşun akla yatkın bir şey olup olmadığına hiç kafa yormadan yaşayabiliyorlar?
Kendime benzer insanlardan oluşan dar çevreme baktığımda sadece sorunu kavrayamayan insanlar, ya da kavrayıp da sorunu hayatın sarhoşluğu içerisinde boğanlar, ya da sorunu kavrayıp da yaşamına son verenler, ya da sorunu kavradıkları halde zayıflıklarından ötürü ümitsiz yaşamlarını sürdürenleri görüyordum, Başka hiç kimseyi görmüyordum. Sanıyordum ki ait olduğum zengin, eğitimli ve bolca boş vakti olan insanlardan oluşan o dar çevre insanlığın tamamıydı ve de diğer, o güne kadar yaşamış ve hala da yaşamakta olan milyarlarca insan gerçekten insan değil bir çeşit sığırdılar.
Hayat hakkında akıl yürütürken beni dört bir yandan kuşatan insanlığın tamamının var oluşunu gözden kaçırmış olmam şimdi bana tuhaf ve inanılmaz derecede akıl almaz geliyor.
Sonsuz ıstırap ya da sonsuz mutluluk.