Tarihler eskidikçe, geçmişimi özlüyorum, burnum sızlıyor, içim burkuluyor, gözlerim buğulanıyor çocukluğumun saflığını, dertsizliğini özlüyorum. Benden büyüklere bakarak, “Acaba ben de o kadar büyür müyüm,  yaşar mıyım?”  dediğim günleri özlüyorum…

Kırşehir’de şöyle çok eski değil, 30-40 yıl geriye gidiyor, yaşadıklarımın gözlerimin önüne bir film şeridi gibi geliyor… Saf masum mahalle dostluklarını, aşağı mahalle, yukarı mahalle, çekişmelerini  bütün komşuların birlikte yaptıkları işleri o bacası tüten içerisi cıvıl cıvıl çocuk seslerinin olduğu evleri, yetişkin erkeklerin kendi aralarındaki konuşmalarını hatıratlarını anlatırken birbirilerine yaptıkları şakaları…

Mahallede  yanan sokak lambasının altına toplanan onlarca çocuğun koşuşturmasını, oyun oynamasını,  okula giden çocukların birbirini çağırmasını, bir anda onlarca çocuğun okul yoluna düşmesini…

Bir gün önce kavga ederken okul yolunda, dün yaşananları unutan gülen kendilerince mutlu olan çocukluğumu…

Mahallede vefat eden olursa mahallenin nasıl yas tuttuğunu, cenazenin bir evden değil koskoca bir mahalleden çıkmış gibi tutulan yası, yardımlaşmayı mahalle düğünlerini, gelin almaları, kayın gitmenin ağırlığını kimlerin o gidecek kayınlara eşlik edeceğini, söz sahibi olacağını, hatta büyüklerimizin bu insanlara nasihat ederken Kındam Mahallesinden Dinekbağa giden kayınlara namaz kıldırdıklarını anlatırken, “Aman ha düğüne leke gelmesin. Kındamlılara bizi döndermeyin” dediklerini,  kendi aralarındaki o gülüşmeleri kahkahaları…

Ya şimdi bakın o güzel mahallelerden köylerden şimdi bir eser var mı?

İnsanlar kardeşler birbirinin izine kurşun sıkıyorlar kardeşler arasında miras yolu ile paylaşılan arsalar arasında teller çekilmiş, kalın duvarlar örülmüş, konuşmayan sanki kan davalı aileler gibiler…

Komşuluk bitti, eş-dost, arkadaşlık bitti, en önemlisi akrabalıklar bitti. Herkes kendi derdine düşmüş durumda.

Neden, niye bu hale geldik diye kafa yoran var mıdır acaba?

Teknoloji hepimizi esir aldı maalesef. Aynı evde yabancı olduk, konuşmuyoruz, sohbet etmiyoruz, sorunlarımızı, sıkıntılarımızı paylaşmıyoruz. Ne gelen var, ne giden!

Bir yavan ekmeği, bir bardak çayı birbirimizden esirger hale gelmiş. Kimse kimsenin kapısını açmıyor. Bazen endişe ediyor insan, acaba ölünce gibi biraraya geleceğiz diye…

Yok böyle bir şey. Bizim gelenek ve göreneklerimiz böyle olmayı gerektirmiyor. Biz böyle olamayız, olmamalıyız diyorum, ama nafile…

İnsanlar kendi derdine düşmüş, benden sonrakilerin ne hali varsa onu görsün diyenler, paylaşımlar, yardım ve destekler bitti. Bencillik diz boyu!

Şu kış günü Kırşehir’de insanların büyük bir çıkmaz içinde görüyor ve yaşıyoruz. Isınma büyük dert. Kimisinin yakacak odunu, kömürü yok, kimisinin ısındığı doğalgaz ve elektrik faturasını ödeyecek parası yok!

Kimse kimsenin kapısını açmadığı, derdini görmediği bir ortamda bu insanlara kim el uzatacak diye kafa yoruyorum. Ama bir dostun sözleri aklıma geliyor, “ciddi konuları kafana takma, sen de vurdumduymaz ol” telkinine rağmen yine de elimde olmadan takıyorum işte…

Bizler Hadisleri, Ayetleri  incelediğimizde bırakın kardeşi, komşu hakkının hesabını veremeyiz.

Hatırlayın ağaların, paşaların evlerini konaklarını özledim dedim. Söze başladım nerelere geldik. Şimdi özlediğim çocukluğumun insani ilişkilerini bulmak imkansız desem yalan mı söylerim. Her insan aile bireyi kendini kurtarmak ve yaşamak için çalışmak zorunda. Hem de nasıl çalışma. Sosyal etkinliklerin olmadığı, “komşuya, arkadaşa, akrabaya gidersem o da bana gelir, masraf olur, zaten ay sonunu getiremiyorum, bir de böyle bir masrafı kaldıramam” diyen düşünen insan sayısının çoğaldığı günlerden geçiyoruz ne yazık ki…

Her geçen günün insani ilişkiler için kötüye giden bir yaşam ile geçimin zor, iş bulmanın  zor olduğu kötü günleri yaşıyoruz.

Dört yıllık üniversite  okumuş  mesleği ile ilgili işe giremeyen çocuklarımızın devletin çeşitli adlar altında açmış olduğu kadrolarda mesleğinden uzak, geçinmek çoluğunun çocuğunun geleceği adına mecburen yapmak zorunda olduğu  kadrolar.

Liyakatten uzak sadece “bizim adamımız” fikri ile yapılan kadrolaşmalar… Devletin kurumlarına atama yapılması için belediye makamlarını doldur boşalt şekli ile kullanılması…

Bunlar yaşadığımız gerçekler kimse inkar edemez. Bizler ülke olarak hep haklı olduğumuz konularda bile torpil arayan,  referans isteyen bir millet olduk. Neden? Bunun sorumlusu kim? Bizi idare eden, torpille makam sahibi olan bürokratlar değil mi?

Bir işiniz için devlet kurumunda bekliyorsunuz, sizinle sıra bekleyen onlarca insan var. Bir bakıyorsunuz ki  sizin işinizi yapacak memura görevliye bir telefon onlarca sıra bekleyen insana rağmen, o kurumun amirinin yanında oturan şerefsiz kılıklı birisinin ismi verilerek işinin yapılması istenmesi, onlarca insana saygısızlık ve sırıtan bir surat!

Bunlar ve yazmadığım onlarca sorun, haksızlık, hukuksuzluk bu ülkenin ve Kırşehirimizin yaşadığı gerçekler  ne yazık ki…

Ulusal basından ve sosyal medyadan takip ediyoruz. Ülkemin ileri gelen özel kuruluşları mal varlıklarını satarak, ülkem vatandaşlığından çıkıp başka ülkelere göç eder haberlerini öğreniyoruz. Aynı bizim ilimizde yaşadığımız gerçekler gibi… Kırşehir’i, köylerimizi, evlerimizi, mahallelerimizi boşaltıp viran olan topraklar haline gelmesi gibi.

Üretmeyen karlı kurumlarını özelleştirerek yabancılara kaptıran ülkeler ve ekonomileri  batmaya yok olmaya doğru  giderler.

ALLAH BU VATANI, ŞEHİDİN, ŞUHEDANIN HATIRINA KORUSUN VE YÜCELTSİN. “Ben ağayım, ben paşayım” diyenler kapıları kapatmışlar, “yuvaları viran olmuş, gel hele, gel hele” diyen ozan sözü gibi olmasın yurdum ve Kırşehirim…