GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE’M

GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE’M

Bazen işlerimiz istediğimiz gibi gitmediğinde “Evdeki hesap çarşıya uymadı“ cümlelerini kullanırız.

Bu hafta benim içinde böyle oldu. Köşemde başka bir yazı yazacaktım ama benim hesabım da çarşıya uymadı. 

“Niyet halis ise gerçek akıbettedir” diyerek bu haftaki yazımda ülkemizin on ilinde yıkımlara, ölümlere, yaralanmalara sebep olan ve tüm Türkiye’de hissedilen, son yüz yılın ikinci en büyük depremine değinmek istedim.

Maalesef ülkemizin yılardır iç ve dış düşmanlarla mücadele ettiği yetmiyormuş gibi, içerisinde bulunduğumuz ekonomik durum, hayat pahalılığı, işsizlik ve buna benzer sorunlar yetmiyormuş gibi bir de sık sık yaşadığımız afetlerle acı çekiyor, yıkılıyor ve üzülüyoruz.

Türkiye deprem ülkesi olup, depremle yaşamamız kaçınılmazdır. Nedense meydana gelen onca depremden sonra sürekli konuşur, toplantılar yapar, devlet olarak yaraların en kısa zamanda sarılacağını söyler, ölenlere rahmet, yaralılara şifa dileyerek gereken tedbirlerin alınacağı açıklanır ve hiç kimse insanları depremlerin değil, binaların öldürdüğünü aklına getirmez. 

Bu durum yıllardır böyle gelmiş, böyle gidiyor. Önceden alınması gereken tedbirler alınmaz, Kuran-ı Kerim’in ilk emrinin “Oku“ olmasına, ilim öğrenilmesinin kadın-erkek tüm müslümanlara farz olduğunu emretmesine rağmen ülke olarak çözümü başka yollarda arayıp, ilim ve bilim insanlarının görüşleri ciddiye alınmaz ve bunun kader olduğu söylenir.  

Tedbirin kulundan, taktirin kendisinden olduğunu emretmiş Yüce Allah. Biz tedbirlerimizi almayalım, gerekenleri yapmayalım sonra da bunun kader olduğunu söyleyelim. Böylesine saçmalık dinimizde yoktur. Siz intihar edin, birisini öldürün çıkıp bunun kader olduğunu söyleyin.

Pazartesi sabaha karşı ülkemizin tamamında hissedilen on ilimizin yıkılmasına, insanlarımızın ölmesine, yaralanmasına sebep olan depremin olacağını yer bilimcisi, bilim insanı Prof. Dr. Naci Görür hocamız üç sene önce söylemiş ama bizim kaderci yöneticilerimiz yine de gereken tedbirlerini almamış ve okumaya, ilime, bilime karşı olan kaderci birileri yer bilimcisi Prof. Dr. Naci Görür için “Allah mı, nereden biliyor?” demişlerdi.

Deprem bölgesi olmamıza rağmen rant, para ve çıkar uğruna çok katlı yüksek binaların yapılmasına izin verildi. Birilerinin servet sahibi olması için koca ülkenin kaderiyle oynandı, insanlarımızın, ölmelerine, yaralanmalarına göz yumuldu.

Yıllar önce tarım alanı olarak kullanılan alanlar, bağ ve bahçe olarak ekilen sulu araziler zemin durumuna bakılmadan imara açıldı.

Yine her depremde olduğu gibi bu depremde de aynı sözleri söyleyip, birkaç gün sonra unutup, kafamıza göre hareket etmeye devam edeceğiz.

Yani akıllanmaya niyetimiz yok.

*  *  *

Seksen beş yıl önce 19 Nisan 1938 yılında yerel saatle 00.59’da Kırşehir’de meydana gelen 6.6 şiddetinde ki depremde; Akpınar-Köşker arasında yer alan yaklaşık yüz köy yerle bir olmuş ve 224 insanımız ölmüştür.

Seksen beş yıl önce meydana gelen bu deprem nedeniyle Kırşehir deprem bölgesi ilan edilmiş, yakın zamana kadar deprem bölgesi olarak kalmış ve yapılacak olan binaların zemin etütleri yapılarak kat yükseklikleri ona göre verilmeye çalışılmıştır.

Ancak yıllardır deprem bölgesi ilan edilen Kırşehir çok kısa süre önce deprem bölgesinden çıkarılmıştır. Halen bu kararı anlamış değilim. Kırşehir’de ne değişti, ne oldu, hangi akla veya kimlere hizmet edildi, zemini mi sağlamlaştı, birileri meydana çıkıp, bundan sonra Kırşehir’de deprem olmayacağının garantisini mi verdi bilemiyorum.

Maalesef Kırşehir’de temelinden su çıkan alanlara binalar yapıldı. Çocukluğumuzda İkizarası olarak adlandırdığımız şu an Kent Park’ın olduğu zemini balçık ve yumuşak, yeşil ve ağaçlık alan imara açılarak yüksek katlı binalar yapılarak yüksek paralara satıldı.

Allah korusun ileride meydana gelecek olan bir depremde buraları düşünemiyorum.

Kırşehir’de sadece yeşil alanlarının, tarım alanlarının altı su olan bağ ve bahçelerin imara açılmasıyla kalmamış “Birileri servetine servet katsın, para kazansın!” diyerek olmayacak şekilde on beş, on altı katlı binaların yapılmasına izin verilmiştir. Daireleri çok yüksek paralara satılan bu binalar şehrin girişinde ve merkezinde kule gibi çirkin çirkin durmaktadır. Bu binalar Kırşehir’in yapısına ve dokusuna terstir.

İster ülkemizin diğer illerinde, ister Kırşehir’de birileri “para kazansın!” diye insanlarımızın, şehirlerimizin ve ülkemizin kaderiyle oynama hakkı yoktur. 

Burada bir başka konu inşaat yapan müteahhitlerdir. 

Bu muhteremler insanlara çok yüksek paralara daire satarken, yaptıkları binalarda olabildiğince adi, ucuz malzeme kullanmaktadırlar. Daireleri alanlar bir müddet sonra aldığına pişman olmaktadır. Çünkü kapılar adi, lavabolar adi, musluklar, adi, mutfak dolabı ve tezgâhı adi, fayanslar ve laminantlar adi. Sadece bununla kalmadıkları gibi öylesine adi kiremit kullanıyorlar ki beş senede çürüyor, ufalanıyor, yağmurdan akıyor, müteahhit denilen zatı muhteremler suçlarını kabul etmiyorlar ve binalarda oturanlar tekrar para vererek kiremitleri değiştiriyorlar, kendi oturduğu dairenin adi ve dökülen malzemeleri için para harcıyorlar. 

Bu vebaldir, günahtır, haramdır, kul hakkıdır.

Eğer aldığınız bir telefonun iki yıl, buzdolabı, çamaşır makinası ve televizyonun yedi veya on yıl garantisi oluyor, müteahhitlerin adi ve ucuz malzemelerle yaptıkları yüksek fiyatla sattıkları dairelerin garantisi olmuyorsa bundan büyük bir tezatlık vardır.

Kısaca bir daha deprem yaşamamak için bilim insanlarının görüşlerine başvurulmalı, gerekenler yapılmalı, tedbirler alınmalı, yasalara ve yönetmeliğe uygun bina yapmayan, adi, ucuz malzeme kullanan müteahhitler hakkında hukuki işlemler yapılmalı ve yapılan binaların uzun süreli garantisi olmalıdır.

Şehirlerde imar planı çıkarılırken birilerinin rantı için değil o şehirde yaşayan insanların hayatı ve sağlığı için yapılmalıdır. 

Ülkemizin hangi şehrinde olursa olsun mevcutta bulunan ve yapılmakta olan binalar tekrar incelenmeli usulsüzlük tespit edilen binayı yapan müteahhitler ve onlara göz yuman kişiler teşhir edilerek hakkında suç duyurusunda bulunulmalıdır.

Benden söylemesi.

Ülkemizde meydana gelen deprem nedeniyle ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara şifalar diliyor, yazımı Ahmet Arif’in “Nerede bir canlı ölse, oralı olur yüreğim, olmalı zaten, olmazsa “İnsan” olmaz yüreğim“ sözleriyle bitirmek istiyorum.

Geçmiş olsun Türkiye’m.