Neşet Ertaş'ı kaybettik, dört koca yıl geçti. “Bir ulusun türkülerini yapanların, yasalarını yapanlardan daha güçlü” olduğunun onurlu simgesi yok aramızda.

Neşet Ertaş'ı kaybettik, dört koca yıl geçti.
“Bir ulusun türkülerini yapanların, yasalarını yapanlardan daha güçlü” olduğunun onurlu simgesi yok aramızda.
“Kendi kendisinden utanmayan, yeryüzünde hiç kimseden utanmaz”, “Nerede bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur, çünkü kötü insanların türküleri yoktur” diyen, milletin "birleştirici mayası", "Bozkırın Tezenesi" ışıklar içinde uyu... Türkülerin, ürettiklerin iyi insanlara ilham olmaya devam ediyor!
Piyer Loti ne kadar “Türk dostu” ise bir o kadar Türk düşmanı olan Ernest Renan "Türklerin kurduğu devletler uzun yaşamaz. Çünkü 'millî ve romantik" bir edebiyatı yoktur" diyordu 1911 yılında verdiği konferanslarda. Renan'ın yanıldığı nokta o tarihte saraya sıkışmış sınırlı bir elitin anladığı nazım ve nesirler dışında belirgin bir "yazılı" edebiyatımız olmasa da "çoşkulu bir sözlü edebiyat geleneğimiz olması" idi... Nitekim İngiltere'nin başını çektiği galip emperyalist güçler ve onların maşaları, tek dişi kalmış canavar Türk varlığının gırtlağına çöktüğünde direncin temelinde “sazını ve sözünü” ustaca kullanan ozanların yarattığı “milli ve romantik bir edebiyat” vardı...
Abdal geleneği milli olduğu kadar tutucu, gerici, yobaz kafalara inat, olabildiğince "romantik" ötesidir... "Çözüver düğmelerin, sarayım sinelerin, gel yanıma gel, gel, gel" diyebilmek, sevdiğine sevdiğini en içten kelimelerle anlatabilmek “fukara” diye hor görülen o “abdal” delikanlıların cesur yüreklerinin eseridir...
Birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olan bu dönemde “milli ve romantik” bir edebiyatın yokluğunu dolduracak en güçlü kaynak yine “sazlı ve sözlü” edebiyatımız... Kıvancımızda, sevincimizde, üzüntümüzde en birleştirici unsur yine türkülerimiz, bozlaklarımız, uzun ve ağır havalarımız...
Neşet Ertaş'ı kaybettik, dört koca yıl geçti ama aileden birisini kaybetmişiz gibi bir duygu içindeyiz. Türkülerinde, eşim Yasemin göz yaşlarını tutamıyor. Ben de eşlik etmekten kurtaramıyorum kendimi. Bozkırın tezenesi nerede ve ne zaman olursa olsun içimizi titretmiştir. İçimizdeki burukluk güzün hüznüne karışıyor.
Abdal geleneğinin ünlü ustası yıllarca, bağlamasının her tınısında, hançeresinden yükselen her çığlığında, yüreğinden fışkıran her dizesinde bizleri de Kırşehir'in tozuna toprağına götürdü bizleri... Gün geçtikçe cılızlaştığını hissettiğimiz kültür hayatımızın güçlü çınarı olarak gölgesinde soğuttu yürek yangınlarımızı.
Görev yıllarımızda karşılaştığımız Anadolu insanıyla “ortak paydamız” olarak yaşadı hep. Edirne'den Kars'a, Amerika'dan Güney Kore'ye hiç beklemediğimiz yerlerde, yeni tanıştığımız insanlar ile “ortak tanıdık” olarak beliriverdi yanımızda.
Neşet Ertaş'ı kaybettik, onunla birlikte “abdal” geleneğinin sesini, soluğunu, rengini kaybettik. Abdallar bugün kentleşmenin acımasız dişlileri arasında can çekişiyor.
Günlük yaşantımızda "abdallar"ın yerini düşündüğümüzde bizlerin yaşamında hep var idiler, hep var olacaklar. Anılarımızda "doğumdan ölüme" her karede onları görmek olası.
Sünnetten düğüne her yerde varlar.
Davuldan zurnaya, kemandan bağlamaya kadar... "Köçek" olgusu ile en temel "Şaman inancı" kalıntısını yaşatan onlar. Sazından sözüne, hayata bakışlarından yaşamlarına kadar tarihin karanlık koridorlarından dört nala koşturarak geliyor gibiler anılarımızda.
Avşar ellerinin Çukurova yollarındaki perişanlığını anlatan onlar. Ezilmişlerin ezenlere isyanı onların çığlıklarında, güçlü mısralarında... Anadolu insanının saflığı, temizliği, üretkenliği, yürekliliği, sevgisi, sevdası, Hakk'a ve halka inancı sonsuzluğa karışıp giden nağmelerde yaşıyor.
İnsan sevgisini Hakk'a inancın temeli sayan Anadolu bilgeliğin bizlere hatırlatan da onlar.
Ama illaki Neşet Ertaş...
Gençlik heyecanlarımızın lirik ve yürekten çığlığı...
Utangaç ve mütevazi olduğu kadar, pervasız dizelerin haykırışı...
Asla söyleyemeyeceklerimizi, mısralarının ardına sığınarak ulu orta, bağıra çağıra söylediğimiz ozan kişi...
Acı ile neşenin anlamlı bileşeni...
Yüzlerce yitik türkünün yaşama tutunmasının baş rol oyuncusu...
“Açılım süreci” ile ilgili anlatılanları dinleyip, yorumunu isteyene söylediği “valla heç bişey anlamadım” sözüyle “çarıklı erkanı harp” olgunluğunu bir kez daha gösteren “halk ozanı”.
Ürettikleriyle, tanıttıklarıyla onlarca yüzsüze şöhret yollarını açan, ama hiçbir türküsünden telif hakkı alamayan Garip.
Toprağa verildiği gün, dirisine sahiplenmemişlerin, ölüsüne düzdükleri methiyeler garip.
Mahlası Garip, hayatı garip, ölümü garip..
Kırşehir'de düğünlerde gürültü yapıyorlar diye "abdallar"ın ekmeğini elinden almaya çalışanları, onları, mensubu olmakla övündüğü abdalları “çalıp çığırma bizim inancımızda yok, bir de içki içiyorlar çoluk çocuğun önünde” diyenleri, bugün içine düşüreceği "komik" durum daha da garip.
Garip, son yolculuğunda bile bir çok insanın son yıllarda yapamadığını yaptı...
Abdal geleneğini aşağılayanları önünde selam durdurdu, durdurmaya devam edecek...
Çook garip!

ALİ AKDOĞAN
26 Eylül 2016
Güzelbahçe, İzmir