Bir aile düşünün 2 çocuklu, ikisi de erkek bu çocukların…
Aslında 18'li, 20'li yaşlarda insan çokta bilmez siyasi düşünceyi sağcılığı solculuğu…
Ama Ülkemizin üzerinde bulunan kirli eller maalesef çok çabuk öğretiyor sağcılığı, solculuğu.
Hilal bıyıklılar ülkücü yani sağcı, pos bıyıklılar solcu…
Aynı aileden iki kardeşin biri sağcı, diğeri solcu…
Her Eylül ayı geldiğinde içimi hep bir hüzün kaplar.
50 yaş altında olanlar bu durumu çok fazla bilmezler aslında. Büyüklerinin anlattığı kadardır bildikleri.
Sağın sola, kardeşin kardeşe kırdırıldığı acı bir aydır bu ay…
Kimi annesini gözü yaşlı, kimi eşini dul kimi de çocuklarını yetim bıraktığı bırakıldığı bir aydır Eylül ayı.
Yanı bu ay hüzün gözyaşı ayı…
Yıllar sonra baktığımızda canlarını verdikleri ve adına dava ülkü dedikleri şeylerin aslında ülkemizin üzerinde kötü ve kirli emelleri olanların çıkarttığı bir durum olduğunun anlaşılmış olmasıydı.
Şimdilerde sağcısı solcusu hep birlikte el ele kol kola gezip oturup muhabbet ediyor.
Oysa koskoca ülkeye sığdırmadılar bu gencecik insanları.
Tüm ülkede olduğu gibi Kırşehirimiz de ikiye bölünmüş; sözüm ona Terme Caddesi sağcıların, Ankara Caddesi solcuların olmuş şehir adeta ikiye bölünmüş.
Haydi geç bakalım karşıt olduğun bir tarafa da gör gününü…!
Sağcılar solcuların olduğu yere, solcularda sağcıların olduğu yere geçemiyorlardı. Geçen ne sebeple olursa olsun ya linç ediliyor ya da öldürülüyordu. En kötüsü de öz kardeşini bile öldürecek kadar yapılan bu caniliğe her iki kesimde adına dava idealizm diyordu...
İki tarafta ülkenin gerçek sahiplerinin kendileri olduğunu söylüyordu. Oysaki bu muhteşem coğrafyada yüzyıllarca her mezhepten her dinden insanlar kardeşçe yaşamış ve bu ülke için birlikte savaşmış şehit düşmüşlerdi.
Sonra adına askeri darbe deyip dönemin kirli ve çirkin yüzü adını bile zikretmek istemediğim rozeti yüreğinden büyük askeri utanmadan sıkılmadan “dengeyi kurmak için bir sağdan, bir soldan astık” diyebilecek kadar cani ve alçaklaşabiliyordu.
Doğru ya başkasının evladı sizin hiçbir şeyiniz sanki tavuk asıyor…
Kardeşi kardeşe vurduran bir zihniyet dava ve idealizm olmaz olmamı...
Ne oldu bu masum suçsuz gençleri asınca ülke düzeldi mi?
Siz sefasını yaşadığınız sürece çektiniz ya o asılan öldürülen suçu günahı olmayan gencecik fidanların aileleri ne durumda?
Eylül sadece bununla da kalmamış nice yiğitleri işkence ve idam sehpalarında şahadete götürmüştü.
Mesela Mustafa Pehlivanoğlu’nun annesine, babasına ve akabinde sevgilisine yazdığı mektubu bilmeyen yoktur.
Okudukça ciğerlerimizin paramparça olacağı mektupları sadece Pehlivanoğlu yazmadı ebetteki onlarca masum gencin bu ve buna benzer hayata dair hikâyeleri vardı…
Yazık oldu hepsine…
Gencecik fidanlar hayatların baharında soldurulmuştu.
Yazılar şiirler filmler anlatamaz bu soğuk ve karanlık Eylül’ü…
Yargılama olmadan infaz edilen onlarca gencin canı vardı bu Eylül’de…
Akla hayale gelmeyecek eziyet ve işkenceler…
Açlık grevinde ölenler, çatışmada hayatını kaybedenler, intihar eden ettirilenler, 50’den fazla genç idam ettirildi, 300’den fazla kişi kuşkulu şekilde öldürülürken bunun yanı sıra 171 kişiye ise işkenceden öldürüldü raporu verildi.
İşsiz kalanlar, sabıka yiyenler, yurt dışına kaçanlar, Vatandaşlıktan çıkarılanlar daha neler neler saymakla bitmez.
O günün ikiyüzlüleri sahte kahramanları hala vicdan azabı çekmiyorlar.
Ülkenin üzerinde ki kara ve kirli el maalesef neredeyse her 10 yılda bir bu düğmeye basıp filmin sahnelerini değiştirip yeniden piyasaya sürüyor.
Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi. Tıpkı Türk-Kürt sorunu ortaya attıkları, tıpkı Sünni-Alevi çatışması çıkarttıkları vs. gibi…
Ama herkes şundan emin olsun bu ülkede artık ne darbe, ne de kardeşi kardeşe kırdıramayacaklar.
Artık toplum eskisinden çok daha bilinçli...
İşte bu yüzden ben Eylülleri hiç ama hiç sevmiyorum.
Çünkü Eylüller bana acı hüzün ve gözyaşını hatırlatıyor…