1960’lı yıllar…
Ülkede her şeyin ilkel yaşandığı, olmadığı, kıt olduğu yıllar!..
Anadolu’da kurak geçen yaz aylarına karşın, kışın yoğun karların yağdığı yıllar…
Günlerce yağan kar nedeniyle komşu komşuya gidemezdi.
Kara örtülü, çorak topraklı yağmurdan, kardan korunan evlerin karlarını temizleyen aileler rahatlarken, temizleyemeyen ailelerin evleri karın erimesiyle günlerce damlaya damlaya akardı. 
Ben de kiremit kaplı çatılar olmadığı için dedemin toprakla örtülü evinin çok karlarını kürüdüm. Dedemin elinden kurtulamazdık. Çünkü dedem yakaladığı torunlarına damların karını kürütür, kapının önünü kapatan karları temizletirdi, bir çay şekerine… 
Karlar o yıllarda bugünkü gibi 3-5 santim değil, bir dam boyu yağardı, sokaklarda geçilmezdi. 
Komşular birbirlerinin evlerine gitmek için çığır yollar açar, açılan o çığır yollar ertesi gün yağan yeni bir karla birlikte yeniden kapanırdı. 
Çocukluk yıllarımızda lapa lapa yağan karlardan, arkadaşlarımızla sokaklarda kar topu oynar, kızak kayar ve kardan adam yapardık, düşerek kalkarak…
Üstümüz başımız, ayakkabımız, çorabımız ıslanınca eve gelir, sobanın etrafında kurutup tekrar giyer ve yeniden sokağa koşardık…
Ne güzel günlerdi o günler…
Buz tutmuş göllerin üzerinde topaç oynamak ne keyifti. Soğukta üşüye üşüye eğlenirken, anne ve babamızın az mı sopasını yiyip evin yolunu tutmadık?
Bir süre sonra bir fırsatını bulup yeniden sokağa çıkarak oynamak için karlı sokaklara kaçmadık mı?
Bugünkü nesillerin bilmediği, hatırlamadığı, eski bir Türkmen geleneği olan kış yarı olunca köylerde saya gezme geleneği yaşatılırdı. Köyün muzipleri ve gençleri bir araya gelir, büyüklerinin direktifleriyle ellerinde teftlerle çalıp oyunlar oynar, sabaha kadar ev ev dolaşarak eğlenceler yaparlardı…
Hatta o kış günlerinde ağıl ve ahırlarımızdaki hayvanların dökülen gübrelerin, yani temeklerin üzerine at kuyruklarından alınan kıllarla tuzaklar hazırlar; üzerine bir avuç buğday serperek kuşların gelmesini bekler, kuşlar tuzakların üzerine konunca hemen koşar yakalardık. Az mı güvercin, sığırcık yakalamadık?
Ne eğlenceli ve doyumsuz günlerdi o günler…
Kardan, buzdan düşüp bacağını, kolunu kıranlar vardı. O devirlerde halk dilinde kırık, çıkık, burkulma gibi ortopedik problemleri tedavi eden, tıp eğitimi almamış kişi olan sınıkçılara gidenleri hatırlıyorum.
Damlar boyu yağan karlar kış günü fakir fukaralara eziyet ve yokluktu. Varlıklı ailelerin hayvanlarının bakıcısı olan fakir fukaraların ekmek kapısıydı o yıllar…
Yokluk ve sıkıntı içinde ne de zor geçerdi o kış günleri…
Çarşıya, pazara gidilemez, herkes evinde yapardı ekmeğini…
Fırınlı sobalarda tezekler, kermeler yanardı. O devirde kömür nerede? Kimse bilmezdi ki. Çünkü yoktu. 
Yemekler sobaların üzerinde pişerdi. Güğümlerle sular kaynar, fırınlarda patatesler pişirilir, çörekler yapılırdı. En önemlisi evler ısınırdı!
Kar yağdığı zaman yollar kapanırdı. Günlerce açılmaz, ulaşım sağlanmazdı. Bugünkü gibi telefonlar yoktu. Ulaşım işi Allah’a emanetti. YSE’nin greyderi ana yolları zar-zor açardı o kadar. Doğru dürüst hastane bile yoktu. Hastalar at arabasıyla doktorlara güç bela götürülürdü.
Kış Anadolu’da fakir fukara için büyük bir eziyet ve işkenceydi. Yokluk, yoksulluk fakirler için tam bir zulümdü. 
Son yıllarda ne oldu, nasıl oldu bilinmez 60 yıl öncesine bakarsak köyler boşaldı, hepsi şehirlere göçtüler. Oralara yerleştiler, çocuklarını okutup, yazdırdılar hepsi iş güç sahibi oldular.
Köylü çocukları yaşadıkları yerleri, geldikleri yerleri unutmadılar. Şehir okullarında okudular, başarılı oldular. Hepsi Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük illerdeki köklü üniversitelerde tahsil gördüler, devletin en üst kademelerinde makam ve mevkii sahibi oldular. 
Köylü çocukları ticarete atıldılar, tüccar, esnaf oldular, mal-mülk sahibi olarak şehirliler arasındaki zenginler listesine girdiler. 
Yaşadıkları illerin merkezlerinde lüks iş merkezleri, apartmanlar, siteler yaptırarak o illere yön verdiler, katkı sundular.
Kırşehir’in ekonomisine güç veren nice köylülerin okuttukları çocukları Emniyet Müdürü, Vali oldular. Doktor, doçent, profesör, hâkim, savcı, avukat, eczacı, mimar, mühendis, hatta general oldular. Siyasete atılıp il, ilçe başkanı, milletvekili, belediye başkanı, İl Genel ve Belediye Meclisi Üyesi oldular. Hatta Milletvekili seçilip, bakan oldular. Oda, birlik ve dernek başkanı olarak binlerce üyenin temsilciliğini yaptılar. 
Evet, bugün geldiğimiz noktada tıpkı insanlar gibi mevsimler de bozuldu, değişti ne yazık ki! Nerede o eski kışlar, karlar, yağmurlar?
İşte görüyor ve yaşıyoruz. Ülkemiz büyük bir kuraklık çekiyor. Bütün Anadolu kuraklık içinde. Kırşehir aylardır bir damla yağmura hasretti. Geçen hafta sonu yağdı da insanlar derin bir oh çekti.
Eskiden damlar boyu yağan karlara hasret kalan insanlar; barajların, göletlerin, sulu arazilerin giderek kuruduğunu, kuraklığın daha da büyük boyutlara ulaşmasıyla başta büyük kentlerimiz olmak üzere tüm köyler, beldeler, ilçeler, illerin endişeli bir bekleyiş içine girdiklerini görüyoruz. 
Kuraklığın yoğun olarak hüküm sürdüğü Türkiye aylardır bahar havası içinde. Çok şükür birkaç gündür kar ve yağmur yağıyor da nefes aldık. 
Allah’tan diliyoruz ki yine eskisi gibi yağmurlu, karlı ve bereketli günler devam eder ülkemizin üzerine…
Her geçen yıl giden yılı aratır hale geldi.
Şehirler büyüdükçe, köyler beldeler boşaldıkça sorunları da beraberinde getirdi. Ormanlarımızı her yıl yaktılar, şehirlerimizi beton yığınına çevirdiler, kentlerimizi yaşanmaz hale getirdiler.
Tekrar şehirlerden köylere, kasabalara, beldelere, ilçelere dönmeye başladı insanlar. Huzuru, rahatı, mutluluğu tekrar geldikleri yerde bulmaya başladı insanlar. Büyük şehirlerin yaşanmaz hale gelmesinin sorunlarını yöneticiler çözmeye çalışıyorlar.  Ama çözemiyorlar gibi gözüküyor ne yazık ki!
    İşte 70 yaşındaki bendeniz 60 yıl önce yaşadığım, gördüğüm ve çocukluk anılarımda çıkmayan yaşanmışlıklardan bir kış masalı sunarak, kim bilir kendi anılarımı tazelerken, belki siz okurlarımı da eskilere götürmüşümdür.
Bizim kuşaktan sonra o kış günlerini bizden sonraki nesiller sanırım yaşamadı.
Yine de o günler çocukluğumuzda yaşadığım güzel günlerdi ve bugünkü yeni nesillerin, çocuklarımızın, torunlarımızın da yaşamasını ve tatmasını isterdim.