Hep söz açıldığında eksiye özlem duyar eskileri anlatırız sanki o günler hiç yaşanmamış gibi… Yaşadığımız Kırşehir’de, evde, sokakta, çarşı pazarda, iş hayatında ve birçok yerde geçmişi özler dururuz. Eskiden şöyle idi, eskiden böyle idi deriz.

Hep söz açıldığında eksiye özlem duyar eskileri anlatırız sanki o günler hiç yaşanmamış gibi…
Yaşadığımız Kırşehir’de, evde, sokakta, çarşı pazarda, iş hayatında ve birçok yerde geçmişi özler dururuz.
Eskiden şöyle idi, eskiden böyle idi deriz.
Akrabalık ve komşuluk bağları çok yüksekti.
Anne ve babalarımıza gösterilen saygı ve hürmete komşulara, akrabalara da gösterilirdi. Onlar da sizleri kendi çocukları gibi sever, gözler, kollarlardı.
Aile ortamlarımız bile ne kadar saygılı düzenli ve yaşanılabilirdi.
Akşam evin hanımı yemek hazırlar, hane halkını sofraya çağırır, sofra da bir anne, bir de baba çocuklar yok..!
Anne baba çocukların gelmesini bekler.
Oysa eskiden anne-baba sofraya oturmadan oturulmaz, baba eve gelmeden yemek hazır olmazdı.
Şimdi bunları çocuklara söyleyince cevap hazır “Aman anne eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer."
Ne acı değil mi?
Oysa nasıl ki insanların edebi hayası varsa sofranın da evlerinde bir edebi adabı vardı.
Neydi bunlar?
Aslında bizler de çok yaşlı değiliz, ama bu edebin hayanın devam ettiği o dönemleri gördük.
Biz küçükken öncelikle anne, baba ve büyüklerimizin karşısında edepli oturmayı öğrenirdik.
Evde babamız, annemiz varken ayağımızı uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe sözü kesmez konuşmaya dâhil olmazdık.
Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Aslâ babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.
Babamız gelir, “Besmele”çeker,“Haydi buyurun”derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duasını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiçbir yemeğin tadı ailece yenen yemek kadar lezzetli ve tatlı olmazdı.
İşte aslında bütün bunlar evin ve sofranın edebi hayası hatta süsü idi.
Şimdiler de neredeyse evlerde yemekler yenmez, çaylar içilmez hale geldi. Öyle ki yemekler lokantalarda, çaylar kafelerde içilir oldu. Hiç biri annelerimizin yaptığı o güzel yemekleri tutmazken bir sürü de para veriliyor o yemeklere, çaylara…
Anne-baba izni olmadan dışarı çıkılmaz, hava kararmadan mutlaka evde olunurdu. Akşam erken yatılıp, “sabahın bereketinden istifade edilsin” diye hep erken kalkılırdı.
Oysa Kırşehir’de şimdi çocuklar, gençler evden nerdeyse akşam çıkıp, sabaha karşı eve gelir oldular. Anne babaları ile içmekten keyif almadıkları çayları kafeteryalarda mutlulukla içer oldular. Üstelik bir bardak çaya 5 lira vererek!
Sabahları bakkala en küçük gider ekmek veya ihtiyaç olunan şeyler alınır ekmek parasından arda kalan paralar biriktirilir bir şeyler alınırdı.
Hep aynı odada oturulur aynı odada konuşulur çay kahve ikramlar hep bir arada yapılırdı.
Şimdilerde her çocuk kendi odasında yemeğini yer çayını içer hale geldi.
Neredeyse hane halkı birbirlerini aynı ev içerisinde göremez oldu. Televizyonlar kapanmıyor ,cep telefonları asla cevapsız bırakılmıyor.
Evin bir edebi adabı daha vardır ki, en önemlisi de budur belki de. Evin içinde yaşananlar, konuşulanlar asla dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, kavgalar evin iffeti namusu sayılırdı...
Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla hallolurdu.
Şimdi küçücük bir sesli kavga bile neredeyse koca bir şehre ifşa edilir hale geldi.
Evin küçük kızına yemek pişirilmesi öğretilir, evin delikanlısına pazar aldırılırdı, “ileride ev geçindirecek, öğrensinler” diye.
Şimdi kız çocukları üniversiteyi bitiriyor ama yemek yapmasından bihaberler…
Yemek yapmayı bilmeyen, bulaşık, temizlik yapmayan kızlarımızla yuva kuracak gençlerimiz de aynı onlar gibiler…
Alnı terlemeyen, çalışmayan, ana-babasının eline bakan gençlerimizle nereye kadar?
Elinden hiçbir iş gelmeyen kızlarımız, gençlerimiz üniversiteyi bitirseler ne yazar ki. Çoğu işsiz, yine ana-babasının eline bakacak.
Böyle bir durumda gençlerimiz evlenip yuva kursalar bile mutlu olacaklar mı sanıyoruz?
Çalışmadan, kazanmadan, parasının değerini bilmeden orda burada sabahlara kadar lüks restoranlarda, kafelerde yiyip içmekle mutluluk arayanlara ne deriz ki?
Evet, bugünkü erkek çocukları pazara, ya da markete gitmez ki, gönderemezsiniz. Gerçi gitseler ne yazar ki ne alacağını almaktan aciz.
Hepsinden önemlisi aileler, çocuklar hep mutsuz, suratları asık…
Ve her geçen gün güzel gelenek ve göreneklerimizden uzaklaşır hale geldik getirildik.
Yeniden o güzel aile ortamlarına dönüş olur mu bilmem ama geçmişi hep özleyeceğimiz muhakkak.