Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Kırşehir'de de ay tutulmasını izledik. Sıcak ve esintili bir Ağustos akşamı bahçemdeki mütevazi köşemde göz kapaklarımın üzerine düşen serinliği, yıldızların kayışını izledim bir süre.

Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Kırşehir'de de ay tutulmasını izledik.
Sıcak ve esintili bir Ağustos akşamı bahçemdeki mütevazi köşemde göz kapaklarımın üzerine düşen serinliği, yıldızların kayışını izledim bir süre...
Anılarımla baş başa kalmıştım.
Ne kadar güzeldi, doyamadım doğrusu...
Hayatın hep güzellik içinde geçmesini istedim durdum...
Öyle olsun istedim.
Öyle hayalledim.
Öyle düşledim..
Ne yazık ki öyle değilmiş yaşam...
Öyle değilmiş hayat...
Yitip giden umutlar ve umutsuzluklar, çaresizlikler içinde...
Düşünüyorum da kader ve ilahi olsa gerek...
Oysa tarihin sayfalarında nice olumsuzlukların, acıların tersyüz olduğunu, bir sayfa kapanmadan bir başkasının bilinin şekliyle yazıldığını görmek artık sıradan bir şeydi...
Yakın tarihimizi hatırlayıp bakmak, ders çıkarmak işimize gelmiyor.
Hayat aslında böyle bir şey usta be...
Gündem değiştirmenin nice ustalarını görüyoruz.
Gece ilerledikçe tam bir sessizlik oluşuyor etrafımda.
Uzaktan da olsa elemler içinde bakıyorum Kırşehir'e...
Yaşamın bittiği şehre dönüştü Kırşehir...
Bakıyorum bir süre sessizce ağaçların yapraklarının hışırtıları geliyor.
Geceyi solurken, ardından gelen şafağın ışığı güzellik ve cesaret yazıları yazarken, böylesi duygular içerisindeyim.
Bir gün bu dünyadan göçer gideriz.
Ama iyilikle, dürüstlükle anılmak kadar güzel bir şey yok.
Hayat böyle bir şey olsa gerek.
Yıldızların bir başka yöne aktığını, bizi hiç umursamadığını anlıyoruz.
Bakarım yine bir süre sessizce elemler içinde...
Sevgi, özlem, anılar, yalnızlık ve hüzün...
Ah ah...
Beklentilerim kuş sağanağına dönüşen, insanı baştan çıkartan, özlemin dipsiz kuyularında oluşu misali...
Ülkemizde gündemi lüzumsuzca meşgul eden olayları izlerken, bunca olumsuzlukların içerisinde toplumun uyanması, gözlerini açıp yaşananlara bakması, ders çıkarması çok önemli olsa gerek.
Önümdeki Cemal Kutay'ın tarih kitabına bakıyorum...
Neler yaşanmış, neler gelip geçmiş ülkemizin üzerinden...
Tabi tarih bütün bunları kaydediyor...
Zamanı gelince kimlerin bu ülkeye neler yaptıklarını, gelecek nesiller tek tek öğreneceklerdir.
Aynen tarihteki bütün komploların, kumpasların açığa çıktığı gibi!
Bu ülkede milyonlarca insanın gelecek kaygısı var.
Türkiye'de insanlar bunları düşünmekten yoruldu...
Nasıl geçiyor yıllar, farkında bile değiliz.
Hayaller alt üst oluyor, unutuluyoruz.
Görüyor musunuz anılarım yine kopuk, kopuk...
Zamanın saati ayarlanmadığından olacak düşüncelerim allak, bullak...
Uzun yıllar geçmiş, unutulmaya yüz tutan anılarımız...
Eski bir defter duruyor yazı masamın üzerinde...
Yıllardır neleri not etmişim?
Doğrusu ben de hayret ediyorum.
İyi düşünmüş, iyi yapmışım.
Kimler neler söylemiş, neler yazmış dönekler dünyasında...
Ne insanlar tanıdım elleri öpülesi inadına dürüst...
Ne insanlar tanıdım ciğeri beş para etmez, kırk parti değiştirmiş itibar yoksunu... Gözümde büyüttüğüm, bir şey bellediğim, bir şey adamların adam olmadıklarını öğrendim. Ama iş işten geçti.
Sahtekârlar ve dönekler dünyası karmakarışık.
Ya bir de satılmışlar pazarında avını arayan her devrin yalakaları, fırıldakları, ihalecileri, haramzadeleri, haram kazanıp, haram yiyenleri...
"Dürüstlere yer yok" diyorlar bu dünyada...
"Yaşasın kötüler, yakalar" diyorlar.
Yine de böylelerine yuh olsun diyorum.
Eğer yazmaya kalksam isim isim hepsi sayemde itibar kazanırlar!
Devir böylelerinin devri oldu...
Eh artık yazımı fazla uzatmayayım da Nazım Hikmet'in yazdığı şu ceviz ağacı dizeleriyle noktalayalım:
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkfnda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparı ver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.