EROS (5)

Ben; izledikçe, gördükçe, dinledikçe yoruldum. Siz kötülüğün olağanlığı içerisinde daha konforlu, ayrıcalıklı, muktedir bir yaşam için utanmazlığınızın utancını duyumsama gereği duymuyorsunuz.

Eros’a bakıyorum; kızgınlık, öfke krizine yakalanmış gibiydi. Arada ses tonu yükseliyor. Dualarla, beddualar birbirine karışıyordu. Lanetli gezegenimiz bir zerrecik değere düşmüştü.

Kurtuluşunuz; büyük bir tufanla, soyunuzun yok olmasıyla mümkündür diye bedduasının sesini yükseltiyordu.

Titrek bir sesle devam ediyor Eros… Bizim gezegenimizde çocuklar en ayrıcalıklı, korunaklı varlıklarımızdır. Sadece anne babanın değil bütün toplumun sorumluluğundadırlar. Siz de gördüklerimin, yaşadıklarımın ve okuduklarımın zerreciğine izin vermeyiz.

Nasıl düştüm buraya, bir an önce gitmeliyim. Ruhum yaşlandı. Tükeniyorum, bir an önce gitmek istiyorum.

Ancak; gördüğü, yaşadığı ve anlatacağı kötülüklerin bitmediğini de biliyordu. Hikayesinin tamamlanmadan ayrılmasının burukluğunu da beraberinde götürmeye hiçte niyetli değildi.Beynine,yüreğine,ruhuna yüklenmiş kötülükleri bize bırakarak gitmeliyim diye düşünüyordu.

Biraz dinlenmesini, soluklanmasını, nefes almasını istiyorum. Ve anlatacaklarım olduğunu düşünerek meraklı gözlerle bana bakıyor. Anlatacaklarımın iç açıcı olmadığının farkındayım.

Sen bu gezegende bir konuksun. Gördüklerinden, yaşadıklarından, okuduklarından derinden sarsıldığını biliyorum. Yaa… asırlardır bu kötülüklerle yaşamaya alıştırılan ben ne yapayım?..

Sana kısa hikâyeler anlatacağım. Belki de asırlardır yaşadıklarımızın küçük bir özeti olacak.

Uygarlık tarihimiz insan emeğinin dönüştürmesiyle başladı. Hazır olanı yeni bir ürüne, biçime dönüştürmek… taşın baltaya dönüşmesi bunun başlangıcı olarak kabul edilebilir. Önemli olan o değişimlerin, dönüşümlerin insanın, insanlığın yararına kullanılmasıydı. Ancak; insanın tüketilmesine, yok edilmesine yönelik her değişiklik beraberinde derin acıları, çatışmaları getirmiş, insanlığın kanlı tarihinin başlamasına yol açmıştır.

Emek; insanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsurdur. Emeğin kişisel değil, toplumsal üretimi hakça bir paylaşımı, yaşamı kolaylaştırır. Asırlardır süren kavgalarımızın temelinde emeğin toplumsal üretimi ile bireysel bölüşümü arasındaki çelişki vardır. Bölüşümdeki haksızlıklar acılara, ölümlere, kıyımlara… yol açmıştır.

İnsanlık tarihi süresince acının dili hep ortak olmuştur. Acının kaynağı da ortaktır; kötülük.

Kibele tanrıçasının hikâyesini duydun mu veya okudun mu bilmiyorum. Ancak, Kıbele tanrıçası binlerce yıldır yaşadığı mağarasından doğurmadan yaşıyor. Neden doğurmuyorsun, çık artık bu mağaradan diyenlere, ben bu arsız, kötülükler gezegenine doğurmayacağım. Ne zaman ki gezegeniniz yaşanır, kötülüklerden arınırsa doğurup, çıkacağım bu mağaradan der. İnatlı, sessiz, soylu bir duruş ve tepki…

Avesta kitabının iki milyon şiiri, toplam on iki bin cilt kadarı B. İskender tarafından yakıldı. B. İskender asırlar öncesinde kendisinden önceki ve sonraki yağmacılar, talancılar, kıyımcılar, katliamcılar gibi uzun bir sefere çıkar. Büyük insan kıyımlarıyla yetinmez, kültür katliamının da bir nevi simgesi olur. Bu katliama asırlar öncesinde öncülük yaparak  ardıllarına bu yolu açıyordu. Kötülük; asırlar sonrasında da biçim değiştirerek hortlamıyor, acımasızca tekrarlanıyordu.

B. İskender’den asırlar sonra tarih sahnesine çıkan bedevi Araplar yeni ilahi dinlerini yaymak için kurulu düzeni olduğu kadar, inanışları da katletmekten çekinmemişlerdir. Cennete ulaşma düşüyle azgınlaşan bu yeni hoyratlar, gaddarlar, acımasızlar talanla yetinmemişler, kitlesel kıyımları cihat adına yapmışlardır. Kan dökmekle huşu içerisinde kendinden geçen bu sadistler asırlar sonrasının kötülük tohumlarına yenilerini eklemişlerdir.

Yirminci asrın canileri bu kötülüklerde sınır tanımadılar. Hem insani kıyımlar yaptılar, hem de kültürel kıyımlar… İnsan denen bu vahşi varlık asır, mekân tanımadan kötülükte üzerine düşeni yapmaktan geri kalmıyor.

Her dönem arsızlar, uğursuzlar, yalancılar, yağmacılar, soyguncular, keskin zekalı insanlar vardı. Ve ilerde de olacaklar. Bunların çoğu da ilk yola çıktıkları zamanla, güç sahibi olduktan sonraki kendilerini arasalar tanıyamazlar. Erdem zıddını içinde barındırır. Tıpkı doğadaki her şeyin zıddını kendi içinde taşıması gibi… Erdem yerini utanmazlığa bırakmıştır. Güç zehirlenmesi insani ahlaki bütün vasıfları teslim almıştır.Yeni güç sahibi kişiliğinde eksik alanı ,sahip olduğu yeni kudretle giderir.Kimi parayı,kimi onuru,kimi de saygıyı.. güç bunları  kendisine sunuyor. Ancak, kendisini de yok ediyor. Zıtların çatışması…(DEVAMI VAR)